Boş ve değersizmiş gibi gösterilenler, Allâh’ın Cennet sebebimiz olarak belirttikleriydi oysa... Ayarlarımızla oynadılar ve sonunda en önemliyi en basit, en değerli olanı aşağılanmış olanlarla eşdeğer tutmamızı başardılar. Ve hayaller, gayretler, hedefler, sevinçler ve hüzünler zihnimizde oluşan bu kalıplara göre şekillendi.
Kadınların çalışması ya da çalışmaması üzerinden pek çok değerlendirme yapılmış olabilir. Her biri iyi niyetle yapıldığını umduğumuz değerlendirmelerin, kişiye, âile içindeki dinamiklere, çocukların fıtratına vs. göre değişkenlik gösterebileceğini de kâle almalıyız. Ama şurada hemfikirizdir: Kadın çalışmak ve ailesine bakmak zorunda değildir! Çalıştığı zaman da çalışma şartlarını helâl dairede gerçekleştirmek zorundadır. Fakat asıl mesele, neleri öne aldığımıza, neleri neler için feda ettiğimize, nelere göre hayatımızı şekillendirdiğimize göre problemli ya da problemsiz olabiliyor.
Daha açık bir ifadeyle şöyle diyebilirim: Dünyalık değil de âhiret odaklı düşüneceksek eğer, bir şeylerin çatıştığı durumlarda önceliklerimizi Allâh’ın rızâsı doğrultusunda oluşturabiliyor muyuz? Nasıl ki Kur’ân okumak çok faziletli bir işken misafir geldiğinde devam etmiyor, misafire güler yüz gösteriyor ve onunla ilgileniyorsak; nasıl ki teheccüd namazı çok, ama çok faziletli iken bir farz namazın yerine koymuyorsak; nasıl ki kurban ibadetini îfâ edeceğimiz miktarı sadaka olarak vermiyor, sadaka için başka imkânlarımızı tahsis ediyorsak… Bir kadın olarak da “Allâh’ın, nasıl bir kadın olmamızı istediği” hususlar belli iken bunları hiçe sayıp görmezden gelerek, hattâ asıl sorumluluğumuz olan alanlardan vazgeçerek başka mecrâlarda ter dökmek, bir türlü bu dengeyi kurmamak/kuramamak da nefsin beslenmesinden ve âile dinamiklerinin sarsılmasından başka bir işe yaramıyor maalesef…
Nedir Allâh’ın bir kadından beklediği öncelikler... Tabi ki burada ilk sırada her kuldan beklenen “farzlar” yer alır. Zaten Rabbimizin rızâsı helâl-haram dairesine dikkat edilerek şekillenmiş bir hayattan geçer. Fakat bunun ötesinde dünyadaki rollerimize göre de önceliklerimiz vardır. “Öncelik” demek, dikkat etmemiz gerekenlerin sıralaması demek aslında… Ve bunlar aynı zamanda en çok ecir alacağımız alanlardır.
Rabbimiz kadının sâliha oluşunu, kadınlığı ve anneliği ile temellendirmiş, bu alanlar üzerinde önüne Cennet’i sermiştir. Bu önceliklere dikkat edilmeden ve hattâ onların önemsizmiş gibi arka planda kaldığı hiçbir iş, hiçbir faaliyet ve hizmet alanı, bizi mesut etmeye yetmeyecektir. Çünkü ruh, Allâh’ın râzı olduklarından beslenir, huzur ve neşe bulur. Denge kurulamadığında vazgeçilecek olan şeyler, nâfileler ve mübahlardır.
Bir genç kızın önceliği ile evli bir hanımefendinin öncelikleri farklı olabilir. Ya da bir annenin öncelikleri ile henüz anne olmamış bir hanımın öncelikleri aynı değildir. Dolayısıyla burada bir kadın olarak, çalışalım ya da çalışmayalım, “Önceliklerimiz nelerdir?” bunu anlayıp bu doğrultuda bir hayat tarzı oluşturmak durumundayız. Aksi hâlde kul hakkına girdiğimizin farkına varmayız. “Kul hakkı” deyince aklımıza hep uzaklar gelse de, ilk hesap vereceğimiz yer, eşimiz, çocuğumuz, evimiz, anne-babamız, akrabalarımız, komşularımız… şeklinde devam ediyor. Fakat hak-hukuk deyince en yakınımızdakileri unutabiliyoruz.
Müjdelenen Kadınlar
Allah bizden nasıl bir öncelik sıralaması bekliyor. Âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere birazcık kulak kabartalım.
Allah Teâlâ buyuruyor:
“…Sâliha kadınlar, itaatkâr olanlardır...” (en-Nisâ, 34)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyuruyor ki:
“Mü’min, Allah korkusundan ve O’na itaatten sonra, sâliha bir kadından istifade ettiği kadar hiçbir şeyden faydalanmamıştır. Çünkü ondan bir şey istediğinde sözünü dinler ve isteğini yerine getirir, yüzüne baktığında kendisini sevindirir, üzerine yemin etse, yeminini doğru çıkarır, bir yolculuğa çıksa, kendisinin bulunmadığı sırada namusunu ve malını korur.” (İbn-i Mâce, Nikâh, 5)
“Hangi kadın, kocası kendisinden râzı olarak vefat ederse, Cennet’e girer.” (Tirmizî, Radâ, 10/1161)
“Bir kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, iffetini korur, bir de kocasına itaat ederse, ona «Haydi, Cennet’in hangi kapısından istersen gir!» denilir.” (Ahmed, Müsned, I, 191, hd. no: 1664; Taberânî, Mu‘cemü’l-Evsat, hd. no: 8805)
Bazı hadîs-i şerîflerde kadının sâliha oluşu, kadınlığı ile ilgili vazifeler üzerinden anlatılmaktadır. Meselâ “yüzüne bakınca sevinç veren bir kadın”, bakışıyla şifâ olan, ferahlatan bir kadındır. Demek ki kadının iyileştirici, gönle sürur verici bir özelliği var. Ve bunu türlü rekabetlerin ve kıyaslamaların içinde yıpratmadan beyine elinden geldiğince sunabilmelidir. Elbette kimse kusursuz değildir, lâkin neye önem verirsek o taraflarımızı iyileştirebiliriz ancak... Birkaç hadîs-i şerîfe daha bakalım:
Enes -radıyallâhu anh- Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“-Dikkat edin! Size kadınlarınızdan Cennetlik olanlarını haber vereyim mi?” Ashâbı:
“-Evet, yâ Rasûlâllah! ” dediler. Buyurdu ki:
“-Sevecen ve doğurgan kadındır ki, hata ettiği zaman elini, senin elinin üzerine koyar ve der ki: «Ya affet, ya da neyi uygun görüyorsan öyle yap!»” (Taberânî, Evsat, II, 206; Taberânî, Sağîr, I, 89; Mecmaü’z-Zevâid, IV, 312; Tergîb ve Terhîb, III, 37; Zehebî, Kebâir, s. 176)
Esmâ binti Yezid -radıyallâhu anhâ- Allah Rasûlü’ne gelerek:
“-Biz kadınlar evlerimizde oturmakta, beylerimizin isteklerini yerine getirmekte ve çocuklarımızı büyütmekteyiz. Siz erkekler ise, Cuma namazı kılmak, câmiye ve cemaate çıkmak, hastaları ziyaret etmek, cenazelerde bulunmak, birden fazla hacca gitmek gibi hususlarda bize üstün kılındınız. Daha önemlisi de Allah yolunda cihâd etmek gibi bir fazîlete nâil kılındınız.
Bir erkek hac veya umre için yahut düşmanla savaşmak üzere yola çıktığı vakit, biz mallarını korur, iplik eğirip elbiselerini temizler ve dikeriz. Çocuklarını büyütürüz. Bu hizmetlerimizle biz de erkeklerin kazandığı hayır ve sevaba ortak olamaz mıyız?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise cevâben:
“-Ey hanım, dinle ve seni buraya temsilci gönderen hanımlara da iyice anlat! Bir kadın kocasıyla güzel geçinip onun hoşnutluğunu, rızâsını kazanırsa, bu saydığın üstün amellerin hepsine denk bir iş yapmış olur. Yani aynı sevabı elde eder.” buyurdu. (Beyhakî, Şuab, VI, 421; Heysemî, IV, 305; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, VII, 19)
Peki, bu, kadın bunların hâricinde hiçbir şey yapmayacak demek mi? Hayır, sadece önceliklerini belirlerken, seçimlerini yaparken Allah ve Rasûlü’nün saydığı bu hususlara önem vermek zorundadır. Nefsine göre değil, Allâh’ın koyduğu düzene göre hareket etmelidir. Çünkü oralarda daha fazla rahmet, daha fazla ecir vardır. Bunu anlayabildiğimiz ve içimize sindirebildiğimiz zaman yaptığımız bütün işler bereketlenecek, sadece sosyo-kültürel açlığımızı değil, rûhumuzu da doyurmuş; mânâmızı, makamımızı yükseltmiş olacağız.
Kuru ilimden herkes yoruldu artık! İster dışarıda türlü hizmetlerde olalım, ister kariyer yolculuğumuzun zirvesinde olalım, hiç fark etmez. “Nedir Allâh’ın benden beklediği öncelikler?” diye sormadan, üzerinde serinkanlı bir şekilde düşünmeden verdiğimiz yanlış kararların altında ezilmeye devam edeceğiz.
Annelik Makamı
“Annelik” üzerine de söylenecek çok şey vardır elbet. Hattâ annelik hakkında konuşulsa, yazılsa destan olur. Toplumun ahlâkının temel taşıdır anne... “Cennet, annelerin ayakları altındadır.” (Nesâî, Cihâd, 6; Ahmed, III, 429) hadîs-i şerîfinden anlaşılacağı üzere, kadın olarak hakkıyla icrâ edilmeye çalışılan annelik, çok yüce bir makamdır bir kadın için…
Nitekim bir adam gelerek:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü! İyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyâde kim hak sahibidir?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Annen!” diye cevap verdi. Adam:
“-Sonra kim?” diye sordu.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-Annen!” buyurdu. Adam tekrar:
“-Sonra kim?” dedi.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yine:
“-Annen!” diye cevap verdi. Adam tekrar sordu: “Sonra kim?”
Bunun üzerine Rasûlullah bu dördüncüyü:
“-Baban!” diye cevapladı.” (Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1)
* * *
Sahâbe-i kiram hanımları, bir gün Sellâme isminde bir hanımı hazırlayıp Efendimiz’e göndermişlerdi. Bu kadın, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in evlâtlarından İbrahim’in dadısı idi. Sellâme -radıyallâhu anhâ- Peygamber Efendimiz’in huzûruna çıkıp:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Erkekler hakkında pek çok müjdelerde bulunuyorsunuz da kadınlara hiç müjde vermiyorsunuz!” dedi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“-Bunu sana görüştüğün kadınlar mı öğretti?” buyurdu.
Sellâme de:
“-Evet, bunu bana onlar söyledi.” dedi.
Bunun üzerine İki Cihan Serveri Efendimiz:
“-Sizden biriniz râzı ve kānî olmaz mı ki, kocası kendisinden hoşnut olduğu hâlde çocuk sahibi olursa, ona Allah yolunda (namaz kılan, oruç tutan ve cihâd edenlerin) sevâbı verilir. Evlâdını dünyaya getirdiğinde ise, Allâh’ın onun için hazırladığı göz aydınlığı nîmetleri, ne yer ne de gök ehli bilebilir.
Yavrusunun içtiği sütün her damlasına karşılık kendisine bir hasene verilir. Şayet çocuğu onu gece uykusuz bırakırsa, kendisine Allah yolunda yetmiş köle âzâd etmiş gibi sevap verilir.” buyurdu. (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV, 304-305)
Âhiret odaklı düşünen gönüller bilsinler ki, istediğiniz projede yer alıp istediğiniz hayrı işleyin, istediğiniz ulvî mesleği yapın; bir kadının en çok ecir toplayacağı alan, anneliği ve hanımlığıdır. Nasıl ki, ne kadar kıymetli olursa olsun, teheccüd veya kuşluk namazı, bir sabah namazı farzının yerini tutamayacaksa, bu işler de böyledir.
Teşbihte hata olmaz ise, bir küçük işle 100 puan toplayacağımız alanları küçümseyip önemsemeyerek, 1 puan toplayacağımız alanlarda ömür çürütmek, akıl kârı değildir. Bu, diğerlerini boş vermek değil; sıraya koymak, dengede tutmak ve gücümüz nisbetinde gayret etmek maksadıyladır. Allah kimseye gücünün üstünde yük yüklemez.
Allâh’ın sâliha kadın olmakla ilgili prensip ve emirlerini itici bulmak, kabullenememek, fıtratımıza kodlanmış sırrı fark edememek demektir. Bu, aynı zamanda kadının kendi rûhuna, kendi eliyle ettiği bir zulümdür. Beylere kendimizi ifade ederken nezâketimizi kaybedip dilimizi bir kılıç gibi kullandığımız anlarda dikkat ettiğimizde görürüz ki incittiğimiz aslında kendi zarif rûhumuzdur. Nefsin hoşuna gidenler, rûhu yaralar. Sonrasında ise sükûnet ve sâkinlik yoktur. Daralmalar ve daraldıkça dilimize daha çok vuran dikenler vardır.
Bunca karmaşanın ve kafamızdaki yanlış tariflerin arasında, gönlümüze konan yanlış hedefler arasında “sâliha kadın” olmayı hissedebilmek, kendimize ve çevremize şifâ olabilmek duâsıyla...
YORUMLAR