Günümüzde türbe, yatır ve evliyâ kabirlerinin bulunduğu yerlerde insanlar tarafından ortaya çıkarılmış pek çok bid’at ve hurâfelere rastlamak mümkündür.
Bilhassa Ramazan ayı ve kandil günleri gibi özel gün ve gecelerde yoğunlaşan kabir ve türbe ziyaretleri, usûlüne uygun bir şekilde yapıldığında sünnet ve mendup olurken, usûlüne uygun olmayan bir ziyarette, kişinin sevap kazanayım derken günaha girmesine sebep olmaktadır.
Nitekim Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, henüz tevhid inancının kalplere tam yerleşmediği dönemde, câhiliye devrinden kalma birtakım hurâfe anlayışlar sebebiyle kabir ziyaretlerini yasaklamıştı. Zîrâ câhiliye Arapları, büyük ve kalabalık bir kabile olduklarını birbirlerine ispat etmek için, mezardaki ölülerin sayısıyla övünürler; ölülerin kahramanlıklarını anlatarak, göğüslerini yırtarcasına bağırıp çağırarak onlar için ağlarlardı. Hattâ “aziz” saydıkları bazı kimselerin kabirlerini ibâdet yeri edinir, onlara secde bile ederlerdi.
Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, bu yasağı, insanlara cahiliye âdetlerinin ne kadar çirkin ve mânâsız olduğunu yerleştirinceye kadar devam ettirdi. Daha sonra ölülere nasıl davranılması gerektiği konusunda İslâmiyet’in getirdiği emir ve ölçüler iyice anlaşılıp gönüllere yerleşince, bu yasağı da ortadan kaldırdı.
Büreyre -radıyallâhu anh-’ten rivayet edildiğine göre Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Kabirleri ziyaret etmenizi yasaklamıştım. Ama artık kabirleri ziyaret edebilirsiniz.” (Müslim)
Bir başka rivayette ise:
“Kabirleri ziyaret etmek isteyen, ziyaret etsin. Çünkü kabir ziyareti âhireti hatırlatır.” (Tirmizî) buyrularak, kişi âhireti ve ölümü tefekküre davet edilmiş, böylece dünyanın geçiciliği ve ölüm gerçeği bir kez daha hatırlatılmıştır.
Zira ölümü düşünen bir kimse, ibadetlerini büyük bir huşû içerisinde îfâ eder, dünyaya karşı hırs sahibi olmaktan kurtulur, haramları terk ederek hayra yönelir ve âhiret için hazırlık yapmaya daha çok ehemmiyet verir.
***
Kadınların kabir ziyareti konusu asırlar boyu tartışılmıştır. Bazı âlimler, hassas ve yufka yürekli olan hanımların, kabir başında kendilerini tutamayıp dînin yasak ettiği şekilde bağırarak ağlayıp sızlanacaklarını, kabirlere saygıda aşırı gideceklerini, bunun da fitneye sebebiyet vereceğini belirterek, Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in kabir ziyaretine dâir izninin, kadınları içine almadığını belirtmişlerdir.
Buna karşı ileri sürülen görüş ise, daha tutarlı görülmüş ve kabul edilmiştir. Bu görüşe göre; ister erkek, ister kadın olsun, tüm Müslümanlar kabir ziyaretinde bulunabilirler. Zira kabirlerden ibret almaya, erkekler kadar kadınların da ihtiyacı vardır. Bu sebeple kabirleri ziyaret etmek onların da hakkıdır.
Zaten Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “Kabirleri ziyaret ediniz.” buyururken erkek-kadın ayırımı yapmamıştır.
Buna ilâve olarak, Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- çocuğunun kabri başında ağlamakta olan bir kadına, Allah’tan korkmasını ve sabırlı davranmasını tavsiye etmiş, fakat kabristana gelmekten onu men etmemiştir. (Buhârî, Müslim)
Diğer yandan, Hazret-i Âişe’nin de kabir ziyaretinde bulunduğu, kaynaklarda nakledilmiştir. (Tirmizî)
***
Türbede yatan kişileri, insan-üstü varlıklar olarak görmek, onlardan medet umarak bir şeyler beklemek, îman açısından tehlikeli bir davranıştır. Öyle ki, bu davranış kul ile Allah arasına birilerini koyma veya daha da ötesi, kabirlerde yatanları -hâşâ- ilâh yerine koyma mânâsına gelir ki, bu da şirktir. Cenâb-ı Hak, büyük günahların en başında gelen şirki ise, aslâ bağışlamayacağını bildirmiştir. (en-Nisâ Sûresi, 48) Bu sebeple, bir kulun duâ ederken dünyevî veya uhrevî isteklerini, türbede yatan kişinin direkt şahsından istemek yerine, onun hürmetine Allah Teâlâ’dan istemesi gerekir.
Her gün kıldığımız kırk rekât namazda: “Yalnız Sana ibâdet eder ve yalnız Sen’den yardım dileriz.” (Fâtiha Sûresi, 1/5) diye duâ ederiz. Öyleyse bir isteğimizin gerçekleşmesini, hastalığımızın iyileşmesini veya bir engeli aşmayı murâd ediyorsak, her şeye gücü yeten Rabbimiz’e yönelmeli, her şeyi O’ndan istemeli ve şirke götüren yollara aslâ îtibar etmemeliyiz.
Kabir ziyaretlerini, dinî bir vecîbe gibi telâkki etmek, kabrin etrafındaki demir ve taşları öpmek, üzerindeki örtülere yüz sürmek, kabirlere sarılıp yüksek sesle ağlamak, gürültü çıkarmak, türbelere veya orada yatanlara adak adamak, onlar adına kurban kesmek uygun değildir.
Kurban kesmek, bir ibadet olup sadece Allah adına yapılabilir. Allah rızâsı dışında başkası adına kesilen kurban câiz değildir. Halk arasında görülen bu tarz adak ve âdetlerin dinî bir dayanağı yoktur. Mü’minlerin bu tür bid’at ve hurafelerden şiddetle uzak durmaları gerekir.
Eğer kişi böyle bir adakta bulunmuşsa, günah olan bu işten dönmelidir. Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- böyle kimseler için:
“Kim Allah’a itaati gerektiren bir hayır ve ibadet adarsa, adağını yerine getirsin. Kim de Allah’a karşı günah işlemeyi gerektiren şer bir iş için nezrederse (adakta bulunursa), Allah’a âsî olmasın!.. (Yani) adağını yerine getirmesin.” (Buhârî) buyurmuşlardır.
Günümüzde türbe ve kabir etrafında şeker vb. yiyecek maddeleri dağıtmak, türbelerde yatmak ve bu vesîle ile çeşitli maddî-mânevî hastalıklara şifa beklemek ya da böyle yerlere çaput ve bez bağlamak, mum yakmak, yaygın olan bâtıl âdetlerdendir. Bu âdetler, Türklere, Hıristiyanlar aracılığı ile müşrik ve Mecusîlerden geçmiştir.
Türkler Müslüman olmadan önce türbelere, kutsal saydıkları ağaç ve çalılara çaput bağlamış ve mezarlarda mum yakmayı gelenek hâline getirmişlerdi. Müslüman olduktan sonra da, bâtıl olan bu âdetler tamamıyla unutulmamış, bazı bilinçsiz kişilerce İslâm dîninin içine sokulmaya çalışılmıştır.
Ne acıdır ki, bu hurâfeleri uygulayanlar, bunlarla muradlarına nâil olacaklarına, hastalıklarından kurtulacaklarına, bahtlarının açılacağına, kendilerine iş bulacaklarına, sınavı kazanacaklarına… kısacası bir kısım istek ve ihtiyaçlarının gerçekleşeceğine inanmışlar da, duâları kabul edenin, her şeyi yoktan vâr eden Allah Teâlâ olduğu hakikatine erememişlerdir.
Zamanımızda mezarlar için “Dinin ölçülerini aşacak şekilde” gereğinden fazla masraf yapmak da yaygın bir âdet hâline gelmiştir. Öyle ki, kabirlerin etrafını “betonla çevirme veya mermerle kaplama”, toplumumuzda gerekli bir ihtiyaç gibi telâkki edilmeye başlanmıştır. Hâlbuki bunlar fuzûlî masraflar olmakla kalmamış, daha çok yer işgal ettikleri için toprak israfına da sebep olmuşlardır.
Hattâ cenaze merasimlerine ve kabirlere “çelenk gönderme” dînimizde olmayan ve mekrûh (çirkin) görülen davranışlardandır. Haç şeklinde yapılan eski Yunan ve Hıristiyan âleminin dinî bir sembolü olan çelenk, ölüye bir fayda sağlamadığı gibi yabancılara benzemenin de bir göstergesidir. Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ise yabancılara benzemeyi yasaklamıştır. Hem çelenk yapımında kullanılan birçok çiçeğin telef edilmesi, bu konuda yapılan israfı açıkça gözler önüne sermektedir. Son dönemde yapılan araştırmalara göre de, ülkemizde şimdiye kadar mezarlar için yapılan fuzulî masrafın 12 milyar doları bulduğu tespit edilmiştir.
Hülâsa, kabirler için aşırı masraf yapılması, mezar taşlarına isim ve vefat tarihi dışında yazılar yazılması, resim yapıştırılması bid’attir ve dolayısıyla çirkin görülmüştür. Mevtânın (vefat eden kimsenin) kabrinin belli edilmesi için az yüksekçe olmasında, baş veya ayakucunda isminin yazılı olduğu ağaç ya da taş bulunmasında bir beis yoktur.
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in Osman bin Ma’zûn’un kabrini bir taşla işaretlediğini haber verirken, Câbir -radıyallâhu anh- de, Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in, kabir üzerine herhangi bir şeyin yapılmasını yasakladığını rivayet eder.
***
Dînî esaslara riâyet edilerek yapılacak bir kabir ziyaretinde şunlara dikkat edilmelidir:
- Ziyaret esnasında kişi, yüzünü kabir veya türbeye dönmeli ve kabirdeki kişi sanki hayattaymış gibi selâm vermelidir.
- Ziyaretçi kabirde yatan kişiyi hayattayken görmüşse ve ona yakın biriyse yanına kadar varmalı, eğer fazla yakın değilse uzakça durmalıdır.
- Ziyaret edilen kimse ne kadar büyük bir zât olursa olsun, istenilecek şeyler, kendisinden değil; onu da, bizi de yaratan ve her şeyin gerçek sahibi olan Cenâb-ı Hak’tan istenmelidir.
- Ziyaret edilen şahsın, kabir hayatındaki durumunu bilemeyeceğimiz için onun da afvedilmesi, mânevî makamının yükselmesi için Cenâb-ı Hakk’a duâ edilmelidir.
- Türbe ziyaretlerinde ise, kişi türbenin etrafını tavaf etmekten (dönmekten) sakınmalı, kabrin ayak ucunda beklemelidir.
- Ziyaret esnasında kişi edep dışı mâlâyâni söz söylemekten, kibirlenip çalım satmaktan kaçınmalı, mütevâzi bir tavır içinde olmalıdır. Hattâ hanımların omzunda çantası varsa çantayı indirerek eline alması, faziletli bir davranış olarak görülmüştür.
- Kabirleri abdestli olarak ziyaret etmek müstehab görülürken, hanımların özel günlerinde türbe ziyareti yapmaları mekruh kabul edilmiştir.
- Kabrin üzerine oturmak, mezarları çiğnemek, kabristanın ağaçlarını ve yaş otlarını kesmek mekruhtur.
- Kabir ziyaretlerini haftanın bütün günleri yapmak mümkün ve câiz olduğu gibi özellikle Cuma günü yapmak daha faziletlidir.
Cenab-ı Hak, kabir ve türbe ziyaretlerini usûlüne uygun olarak yapmayı ve kabirdekilerin hâlinden ibret almayı cümlemize nasip eylesin.
Âmin!..
YORUMLAR