Geçtiğimiz ay, Mahmud Sâmî Ramazanoğlu -kuddise sirruh-’un vefâtının 30. sene-i devriyesi idi. Biz, yazımızı daha önceden hazırlamış olmamıza rağmen ancak bu sayıda neşretme imkânı bulabildik. Zira geçtiğimiz ay, Altınoluk Dergisi, bu hususta çok geniş ve çok güzel bir dosya hazırladı. Biz de yazımızı, nisbeten bu konudaki yazıların azaldığı bu aya erteledik. “Allah dostlarının anıldığı yere rahmet iner.” düşüncesiyle, biz de o rahmetten istifade edebilmeyi ümid ediyoruz. Rabbimiz, bizi âhirette de o güzel insanlara komşu eylesin. Âmin.
* * *
Merhum Mahmud Sâmi Efendi’nin mübârek sîmaları, mü’minler arasında devamlı mütebessimdi. Kalpleri ise, mahzun bir hâldeydi. Âdeta gözyaşlarını içine akıtıyor gibiydi. Bedenen sıkıntılı, muzdarip olduğu dönemlerinde dahî insanlara güleryüzle mukabelede bulunurdu. Dert ve sıkıntılarını insanlara uzun uzun anlatmaz, hâlinden şikâyetçi olmazdı. Derin bir tevekkül ve sabır içindeydiler.
Etrafındaki insanların iltifatlarına mağlup olmaz; büyük bir şükür ve tevâzû hâlinde Allâh’a olan kulluklarına devam ederlerdi.
“İktisat eden, fakirlik görmez.” derler ve kendileri de iktisatlı bir hayat sürerlerdi. Kimi zaman Allah için, kazandıkları bütün malı, bir ihtiyaç sahibine verirler, daha sonraki zamanlarda biraz daha tasarruflu davranırlardı. Ama kardeşlerine hep îtidalli olmayı tavsiye etmişlerdir. İnsanların küçük gördüğü bazı lüzumsuz harcamalarından kısması hâlinde, infak edecek pek çok imkânı olacağını hatırlatırlardı.
Haram-helâl noktasında, tâvizsiz bir hayatları vardı. Hazret-i Ebûbekir misâli, hangi yolla olursa olsun, haram bir lokmanın vücutlarına girmemesine azamî gayret gösterirlerdi. Hânelerinde pişirilen yemekleri, fazlaca yaparlar ve sık sık komşulara, hastalara ve gelen misafirlere ikram ederlerdi. Mahmud Sâmi Efendi’nin âilesi, Hacı Annemiz de kendisini ziyarete gelen herkese muhakkak bir şeyler ikrâm eder ve “Buyurun, yeyin; şifâ olsun!” diyerek ısrar ederlerdi.
Sami Efendi, mal hususunda dengeli bir hayat sürdüğü gibi, zamanı tanzim noktasında da çok muntazam bir hayat sürmeye dikkat etmişlerdir. Geliş-gidiş saatleri, misafir kabul saatleri hep belliydi. Zamana göstermiş oldukları bu dikkat sebebiyle her şeyi vaktinde yapar, pek gecikme yaşamazlardı.
Mü’minlerin birbirleriyle ülfet edip kaynaşmasına ehemmiyet verirlerdi. Zaman zaman ellerini birbirine kenetler ve:
“-Allah, kendi yolunda saf bağlayanları sever!” buyururlardı.
Anadolu’dan gelen evlatlarına muhabbetle muâmele eder; onların dertlerini dinler, ihtiyaçlarını görmeye çalışırdı. Kendileri de yetimlerin, hastaların, darda kalmışların imdâdına yetişmeye çalışır; onların gönüllerine sürûr verirdi.
Sükûtu severler, sohbet etmedikleri zamanda tefekkür, zikir ve sükût ile vakitlerini geçirirlerdi. Her hâli, mânevî heybet üzere, Allâh’ı hatırlatır şekildeydi. Onu ilk defa görenler de hâlinden etkilenir, onunla sohbet etmeye can atarlardı. O, Allâh’ın seçtiği ve sevdiği bir kuldu. Rabbimiz, kendisi sevdiği gibi, onu kullarına da sevdirmişti.
Rabbimiz, bizleri de Peygamber mirasçısı bu büyük zâtların yolundan ayırmasın. Onların mânevî hâl ve güzel ahlâklarından istifade edenlerden eylesin. Bizi, o büyük zâtlarla Cennetinde de buluştursun. Âmin.
YORUMLAR