“Eûzu çekmek” anlamına gelen istiâze, huzura girmek için kapıyı vurup izin istemeye benzer. Kur’ân-ı Kerîm okumaya başlayan kimse de, Allâh ile konuşmaya başladığından, lüzumsuz konuşma, dedikodu, çekiştirme ve iftirâ gibi, lisâna âit kirlerden dilini temizlemelidir. Dil bu tür kirlerden ancak “eûzu” ile temizlenir.
“Eûzu çekmek” Nahl Sûresi’ndeki şu ilâhî emre sarılmaktır:
“Kur’ân okuduğun zaman kovulmuş şeytandan Allâh’a sığın!” (Nahl, 98) Bu âyet, Kur’ân-ı Kerîm okumaya başlamadan önce istiâzeyi emretmektedir.
Âlimlerin çoğunluğuna göre istiâze, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm” şeklindedir.
Cebrâil -aleyhisselâm-’ın Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e getirdiği ilk şeyler istiâze, besmele ve Alak Sûresi’nin ilk beş âyetidir.
Eûzu: Sığınırım, emân dilerim, yardım talep ederim gibi anlamlara gelir. Fahreddin Râzî “Tefsir-i Kebîr” adlı eserinde şöyle der:
“Şerler ya îtikâdî konularda olur, ya da amelî ve bedenî konularda. Îtikâdî konulardaki şerlere bütün bâtıl mezhepler girer. Amelî ve bedenî konulardaki şerler ise, dîne zararlı olan yasaklar ile dîne zararı olmayacak hastalık, yangın, suda boğulma, fakirlik, körlük ve sakatlık gibi bedenî sayısız belâ ve musibetlerdir. İşte “eûzu” çeken kişi, bunların hepsinden Allâh’a sığınmış olur.”
Kısaca ifade edecek olursak, “eûzu billâh” diyen bir kimse, cinlerden, insanlardan, hayvanlardan ve bütün mahlûkâttan gelebilecek her türlü zarar, kötülük ve belâdan her şeye kâdir olan Allâh Teâlâ’ya sığınmış olur.
Şeytan: Allâh’ın rahmetinden kovulmuştur. İbn-i Abbas -radıyallâhu anh-’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte:
“İblis âsî olunca lânete uğradı ve şeytan adını aldı.” buyurulmuştur. İstiâze’de şeytanın vesvese, çarpma ve zarar verme gibi fiillerinden Allâh’a sığınılmıştır. Şeytanların erkekleri ve dişileri vardır. Doğumla çoğalırlar. Cinlerin bir türüdür. (Rûhu’l-Beyân)
Burada Allâh’a sığınılan şeytan, cinler nevinden olan “İblis ve yardımcıları” olabileceği gibi, insana kötülüğü telkin eden ve düşmanlık yapabilecek mâhiyetteki “insan ve cin şeytanları” (En’âm,112) da olabilir.
Racîm: Lânete uğraması sırasında, şeytanın melekler tarafından semâ katlarından kovulması demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de şeytanla ilgili bir çok kötü sıfat bulunmakla beraber “racîm” bütün bu sıfat ve cezâları içine alır.
Gerçek istiâze, sadece dille olmaz. Tam olarak Allâh’a sığınmak için kalb, dil ve davranışların bir bütün içinde olması gerekir.
Şeytan insan tabiatına oburca yemek içmek sûretiyle musallat olur. İnsan yeme-içmeyi azaltıp oburluğu bıraktığı takdirde, mîdesinin ve nefsinin şehvetini önlemiş olur. O zaman şeytan ona nüfuz imkânı bulamaz. Onu etkileyemez. (Rûhu’l-Beyân)
Hazret-i Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e şeytanın insana verdiği
vesvese’den soruldu. Buyurdular ki:
“İçinde hiçbir şey bulunmayan bir eve hırsız girer mi? Bu tür vesvese îmânın ta kendisidir.” (Müslim, Îmân, 211; Müsned II, 456; VI, 106)
Ali b. Ebî Tâlib -kerremallâhu vecheh- der ki:
“Ehl-i Kitâbın ibâdetiyle bizim namazımız arasındaki fark, şeytanın vesvesesidir. Şeytan kâfirlerin amelleriyle uğraşmaktan vazgeçmiştir. Çünkü kâfirler şeytana uyum sağlamışlardır. Müslümanlar ise ona muhâlefet ve harp etmeye devam etmektedirler. Savaş, muhâlefetin olduğu yerde bulunur.”
BESMELE
Hanefî mezhebinin son devir âlimlerinin kabul ettiği görüşe göre “besmele” nâzil olan her sûreyi birbirinden ayırmak üzere gelmiştir. Sûreye âit olmayan müstakil bir âyettir. Kur’ân-ı Kerîm’e yazılış gâyesi teberrüktür. Nasıl her hayırlı işe besmele ile başlanırsa, her sûreye onunla başlamak da böyledir. Çünkü besmele Kur’ân’ın anahtarıdır.
Peygamber Efendimiz, «Besmele ile başlamayan her iş güdüktür, neticesizdir.» (Feyzu’l-Kadîr, V, 13) buyurmuşlardır.
Tefsirler hayırlı işlere şuurlu ve ihlas içinde besmele ile başlama sâyesinde kulda üç hâlin tecellî edeceğini belirtirler:
1- Besmele insanı kötülüklerden uzak tutacaktır. Zîrâ Allâh’ın adı anılarak kötü bir iş yapılamaz.
2- Meşrû bir işe besmeleyle başlayan kul, Allâh’ı zikrettikçe Allâh’ın rızâsına uygun hareket edecektir.
3- Bu sayede kul, Allâh’ın yardım ve nîmetiyle karşılaşacak ve şeytanın hile ve desîselerinden kurtulacaktır.
İstiâze’nin besmeleden önce olmasının hikmeti, herhangi bir mekânın önce boşaltılıp, kirlerden arındırılması ve ancak bundan sonra süslenip güzelleştirilmesi gibidir. Bu, namazdan evvel tahâret gibidir. Kalb, istiâzeyle mâsivâdan ve bütün mânevî kirlerden temizlenerek, besmeleye ve onunla birlikte gelecek olan hayırlı işlere hazırlanmış olur.
Hangi işe besmele ile başlanırsa, kul, “Allâh’ın adıyla bu işi yapıyorum.” demiş olur. Bu yüzden kötülüklere ve haramlara “besmele ile başlamak” yasaklanmıştır. Bazı âlimler bunun insanı “dinden çıkarabileceğini” bile söylemiştir.
Cenâb-ı Hak, el-Alak Sûresi’nin başında Rasûlü’ne “Rabbinin adıyla okumasını” emretmişti. Bu emre uymak için Allâh Rasûlü, besmele nâzil olmazdan evvel anlaşmalara «Bismikallâhümme: Yâ Allâh, Se’nin adınla!..» ile başlardı.
Allâh: Cenâb-ı Hakk’ın zâtına mahsus bir isimdir. Başka hiçbir varlığa ad olmamıştır. “Allâh” isminin lügatte ikili veya çoğul şekilde yoktur. Bu isim, sadece ve sadece Allâh’a mahsustur.
Bütün esmâ-i ilâhiye ile birlikte daha pek çok mânâyı içine aldığı ve özel isim olduğu için, Allâh kelimesi yerine başka bir isim veya kelime ile tercüme yapmak -en azından- eksiktir. Mesela “Lâ ilâhe illallâh” ifadesini “İlâhtan başka bir ilâh yoktur”, “Yalnız ilâh ilâhtır” veya “Tanrıdan başka tanrı yoktur” diye çevirmek, insanın kulağını tırmalamakla birlikte mânâ kaybına ve mantık bozukluğuna sebep olmaktadır. O hâlde, tercüme “Allâh’tan başka ilâh yoktur” veya “Hiçbir ilâh yoktur, yalnız Allâh vardır” şeklinde yapılmalıdır.
Bu isim, bir kelime veya harften türemiş veya Arapça’ya başka bir dilden geçmiş de değildir. Bazı âlimler bu mübarek lafza-i celâlin “İsm-i A’zam” olduğunu kabul etmişlerdir.
er-Rahmân: “Rahmet” kökündendir. Lügatte sürekli ve fazlasıyla merhamet, kalb inceliği ve şefkat anlamındadır. Rahmân kelimesi de yalnız “Allâh” için kullanılan bir sıfattır. Aslında sıfat olması itibariyle çok merhamet sahibi, pek merhametli, gayet merhametli, sonsuz merhametli diye tefsir edilebilirse de “özel isim” olduğu için tercüme edilmez. Özel isimlerin tercüme edilmesi, onun değiştirilmesi demektir. Zîrâ dilimizde bu ismin karşılığı yoktur.
Bazıları Rahmân’ı “esirgeyici” olarak tercüme etmektedirler. Halbuki “esirgemek” kelimesinde “kıskanmak” ve “yazık etmek” mânâları da vardır. “Benden onu esirgedin” denilir.
Allâh’ın “Rahman” sıfatının mânâsı şöyle îzah edilmiştir:
“Yaratıklarına rızık veren, onlardan belâ ve âfetleri uzaklaştıran, takvası veya günâhı sebebiyle kullarının rızkını artırıp eksiltmeyen, aksine herkese ve her şeye dilediği ölçüde rızık veren...”
er-Rahîm: “Rahîm” kelimesi de “rahmet” kökündendir. Çünkü anne, rahminde taşıdığı yavruya karşı şefkat, merhamet ve muhabbet duyar.
Rahîm; acıyan, merhamet ve şefkat eden, istendiğinde veren, istenmediğinde gazaplanandır. İnsanoğlu kendisinden bir şey istendiğinde öfkelenir. Allâh Teâlâ ise istenmediği zaman gazaplanır.
Besmele’de geçen Rahman, bütün varlıkları kuşatmış, mü’min-kâfır ayırt etmeksizin herkesi ve her şeyi ihâta eden ilâhî rahmettir. Rahîm ise âhirette, mü’min kullara mahsus rahmet ve ilâhî ikramları içermektedir.
Merhamet ve rahmet, muhtaç ve belâya uğramış birini belâdan kurtarmayı ve onun yerine ona iyilik etmeyi ve nîmet vermeyi hedef edinen bir acıma duygusudur.
Rivâyete göre Allâh Teâlâ’nın üç bin ismi vardır. Bunların hepsinin mânâsı “Allâh, Rahman ve Rahîm” isimlerinde toplanmıştır. Bunları bilen ve söyleyen, Cenâb-ı Hakk’ı bütün esmâsıyla zikretmiş olur. (Rûhu’l-Beyân)
YORUMLAR