İşte Takva Buradadır!

Zaman, câhiliyenin en koyu karanlıklarının yaşandığı anlardı. Güçlünün, zenginin, soylunun; zayıfları ve kimsesizleri ezdiği, nefsin hoyrat istekleri karşısında kardeşin kardeşi acımasızca vurduğu günlerdi. Yesrib’d kardeş çocukları olan Evs ve Hazrec kabilelerinin kavga ve düşmanlıkları şehri ikiye bölmüştü. Tâ ki içlerindeki öfke ve gayz ateşi, mahallelerinin etraflarını surlarla çevirme ihtiyacı doğurmuştu. Güçlünün yanında pay sahibi olmak isteyen zayıf kişilikler ise, ortamın hararetinden beslenip kin ve nefreti perçinleme görevini üstlenmişlerdi.

 Hava böyle ağır, gündem bu denli karmaşıkken Yesrib’e bir gün bir “Kutlu İnsan” geldi. Bu “Kutlu İnsan”la birlikte şehre “selâm-selâmet” geldi; “insanlık-muhabbet” geldi; “kardeşlik-fedâkârlık” geldi.

Beraberinde gönüllere ilmek ilmek dokunan âyetlerle önce asırlık kavgalar bitti, yürekleri yıkayan istiğfar ve tevhidlerle kinler, öfkeler söndü. Her sokağa işleyen, her eve giren selâmla, muhabbet ve emniyet arttı. Yıllardır çekişmekten başka bir şey bilmeyen Evs ve Hazrec kabileleri, kardeş olduklarını hatırlayıp sükûnet buldular. Yalnızca Evs ve Hazrec değil; Benî Kaynuka, Benî Kurayza, Benî Nadr Yahudileri de yavaş yavaş şehirdeki bu huzur ve emniyet ortamına teslim oldular.

Şehirlerine ilk olarak “temizlenmiş, arınmış” mânâsında, “et-Taybe” dediler. Kardeşlik ve yardımlaşma dalga dalga büyüyünce ise, bir “Medeniyet” oldular; bütün insanlığa örnek olması için de “el-Medîne” ismini verdiler. Dünyanın sancılarını dindirecek, selâm ve selâmet verecek “Medeniyet”… Câhiliye’nin her türlü âdet ve alışkanlıklarını yerle bir edip kurutacak, asırları aydınlatacak “Medeniyet”…

Kalpleri ayıran, ayrı düşüren câhiliye, tarihin her safhasında olmuştur. Topraktan gelen madde yönümüz; haset, fitne, hırs ve intikam duygularımız zaman zaman kabarmış; nisyân ile mâlûl olan insânî özelliğimiz ortaya çıkmıştır. Şüphesiz bu, kaçınılmaz bir gerçektir. Ama aynı zamanda her insan, bünyesinde Rahmân’ın rûhundan üfürdüğü bir nasip de taşımaktadır.

Kelime-i Tevhid’le girmiş olduğumuz dâire, şehâdetle teslim olmuş bulunduğumuz kutlu yol, bizi süflî istek ve arzulardan muhafaza eden en büyük kalelerdir. Nefsi, bu türlü bir kaleyle muhafaza ederek girilen hiçbir ortam insanı etkilememelidir. Nitekim Allâh’ın Kitâbında; “mü’minlerin kardeş olduğu, kardeşler arasında çıkan ihtilafların düzeltilmesi gerektiği” bildirilmektedir.

Din kardeşliği, nesep kardeşliğinden daha az önemli değildir. Bilâkis din kardeşliği, akrabalık ve soy kardeşliğinden daha önde gelmektedir. Nitekim nesep kardeşlerinin arasında çıkan ihtilaf ve düşmanlık, yalnızca âileyi sarsıp zarar verdiği hâlde, din kardeşlerinin ihtilafları, İslâm binasına, din kalesine zarar vermektedir. Bu dîni ayakta tutan Allah Teâlâ’dır elbette, ama müslümanların birbirlerine olan samimiyet ve kenetlenmeleri de dînin güçlenmesine sebep olmaktadır. Aksi de dînin zayıflamasına…

 İşte din kardeşliğinin kurulup güçlenmesindeki gayretin temeli; “takvâ ve sâlih ameller”dir. Takvâ, Allâh’ın rızâsını gözetmek demek olduğu için nefse ağır gelir. Takvânın kolaylaşması, Allah ile olan ünsiyet ölçüsündedir. O hâlde kardeşliğin başlaması, gelişmesi ve devamı da rızâ-i ilâhî uğrunda olduğu müddetçe kolaydır. Bu maksattan sapıldığı kadar da kardeşler arasındaki muhabbet hisleri zaafa uğrar ve nefisler devreye girer.

Zorluk anlarında dahî, Rahman’ın “sabır” yardımıyla, selam ve iletişim kesilmemelidir. Bütün zorluğuna rağmen ihlâsın derecesi amele aksetmeli; kardeşlik kalesine halel getirilmemelidir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, zorlu Tebük Seferi dönüşü “küçük cihaddan büyük cihada geçiş” (Süyûtî, Câmiü’s-Sağîr, II, 73) olarak vasıflandırdığı amel, nefse zor gelen her türlü ameldir. Herhangi bir menfaat karşılığı olmaksızın sırf Allah için kardeşlik de insanın nefsine en zor gelen fedakârlıklardan birisidir. Bu yüzden, Allâh’ın emrini aziz, nefsin isteğini zelil tutmalıdır.

Müslümanlar, hangi bölge, dil, cinsiyet, ırk ve renkten olursa olsun, kardeş ilan edilmiş ve birbirlerini her şeye rağmen sevmeleri emredilmiştir. Hattâ bu sevgi, îmânın ilk adımı kabul edilmiştir. Sevgi bağlarında olan zayıflık, nefsin engellerine takılırsa, kardeşlik zarar görecek; kardeşlik zarar görünce araya kin ve nefret girdiği için îman zayıflayacaktır. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, sizler îmân etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de asla îmân etmiş olmazsınız…” (Müslim, Îman, 93-94; Tirmizî, Et’ıme 45, Kıyâmet, 56) buyurmak sûretiyle, cennete götürecek îman ile muhabbet bağıyla perçinlenmiş kardeşlik arasındaki bağa işaret etmektedir.

Kardeşlik ve samimiyetin ehemmiyeti hususunda bütün çağ ve coğrafyalara şöyle seslenmektedir:

“Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinizin satışına engel olmayınız, kızmayınız, sırt çevirmeyiniz. Ey Allâh’ın kulları, kardeş olunuz. Müslüman, müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu küçük düşürmez, ona hakaret etmez.” (Buhârî, Nikâh, 45)

Kardeşlik ölçülerini beyân eden bu yüce kelâmlarını tamamladıktan sonra, mübarek ellerini üç defa göğsüne vurarak:

“-İşte takvâ buradadır!..” buyurmuş ve her şeyin özü olan kalbe işaret etmiştir.

Salât ve selâm üzerine olsun.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle