“Nimetleri bizden uzaklaştıran günahlardan,
bizi temizle Allâh’ım..”
Bu duâ ile ıslandı yolum... Nimetleri, bize doğru yönelen nimetleri ve etrafımızı çevreleyen nimetleri iteleyen günahlar, kusurlar, hatalar, hâller, sözler, bakışlar, bağlılıklar, bağlar... Elinin tersiyle, dirseğiyle, ayakucuyla iteliyor nimetleri...
Tam da ucundan görmüşken, tam da gölgesi üzerimize düşmüşken, tam da kokusunu duymuşken hafiften; mâhiyet değiştirip uzaklaşıyor nimetlerimiz…
Oysa nasıl da yollarını gözlüyorduk nicedir!..
Elimizden geleni yapıp, artık dara düştüğümüz noktada, “Bu konuda hangi velî kulunu vazifeli kılmışsan bize onunla yardım et yâ Rab!” diye duâya sarılmıştık cân u gönülden...
Himmet de yeldire yeldire gelmişti ne güzel! Neydi, onu tam da şehrimize gelmişken uğramadan geçirip götüren?
Ne güzel, himmet, dört koldan üzerimize yönelmişti! Bahar, fermân-ı ilâhîyi getirmiş; toprak, sırlarını açığa vurmaya hazırlanmıştı. Çiçekler tomurcuğa durmuştu, goncalar ağzını aralamış, hangi lâlenin ne renk olduğu belli olmuştu ne güzel!
Dönüp gitti bahar, eteklerini toplayıp naz ile... Nereden esti bu soğuk rüzgâr? Nereden kopup geldi bu haylaz, bu bereketsiz, bu insafsız hava? Hangi kötü koku kaçırdı melekleri civarımızdan? Neden yüzlerini ekşiterek uzaklaştı erenler bizden?
“Kervandan arta kalan kamp ateşi gibi
kalakaldık geride.
Hüzünlü ve yalnız…” (Mesnevî)
Hangi gözyaşı geri çevirir gidenleri? Hangi bekleyiş sevinçle neticelenir? Hazret-i Hümeyrâ, düşen gerdanlığı bulmuş mudur? Yoksa bahtsız gerdanlık, bir kum yığınının altında çürüyüp kalmış mıdır?
Sağımızdan solumuzdan çıkan bağlar, uzanıp tutunuyor bir şeylere, bir yerlere. Hep aynı cins ihtirasla, aynı ton arzuyla seviyoruz bağlanmayı... Burada durup taşlara yağan yağmurları hatırlıyorum. Acıyla açılan bahçeleri, hüzünlü şarkıları, vurgun yemiş dalgıçları, kramp girmiş ayakları yâd ediyorum. Kime bağlısın yâren? Kime? Kime doğru yönün? Kimlerle yârenlik edersin bre eski toprak, kime yâr olursun nâzeninim?
“Korkarım azâr eder, sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni”
(Korkarım incitir, kendinden desenli kumaşın
üzerindeki gülün dikeninin gölgesi seni...”
Bir damarı keser gibi, lambayı kapatır, mumu söndürür, fişi çeker gibi kopar ağyâr ile bağlarını. Yârdan gayrı ne varsa, yıka gitsin içinden, yağ-kir sökücü dök gözyaşından damıtıp… Selîm bir kalp ile sevilir Allah -celle celâlühû-...
Böyle bin yerinden bağlanmış iken nasıl şahlanır arzın beyaz yeleli, soylu atları?
Nefsin geçici istekleri, çengel çengel tutunmuş her yanına kalbin... Hem kanatıyor, hem parçalıyor lime lime... Mezarlar didik didik edilmiş yüreklerle dolu... Hürüm zanneden zavallı nefis, kulluktan âzâde güyâ, kutsuz bir yıldız..
Kanlı gagalarıyla başımızda dolanan leş kargalarını kov gitsin tepemizden, ey Haydar-ı Kerrâr soluklu, ey sadâsı düşmanlarının yüreklerini parçalayan merd-i ilâhî! Bizi zâyî etme, zâyî etme sînemizdeki “ve nefahtü” tohumunu… Kurda kuşa yem etme...
“Gül hasretle yollara tutsun kulağını
Nergis gibi kıyâmete dek çeksin intizâr”
Çırpına çırpına suya gömülmesin kalbimizin hayalleri; ey ikinci Nûh olan insanlığa, ey irfanın âb-ı hayat pınarı!.. Keremine alışkın avuçlarımızı, avuçlarının içine al. Öpüyorum mübârek ellerinden... Koklayıp koklayıp öpüyorum mübârek ellerinden… Kalb-i selîmim, ruh-i azîzim; melceim, penâhım... Öpüyorum mübârek ellerinden…
Bende-i ilâhî, meftun-ı Rabbânî… Silkinip doğrulmuş yerinden beyaz aslanı arşın; onun için, yâr’e yâr olanlar için kükremiş orman içlerinden doğru. Tilkiler, sansarlar, titreyek sinmişler inlerine.
İşrak dersleri başlamış, arzın alnında bir yerlerde. Gündoğumundan, güneşin tûbâ rûhundan salkım salkım ışıklar serpilmiş toprak yanına insanın... Cevherler üreten bakışlarıyla geri dönmüş erenler, teveccüh eylemişler deniz gözleriyle ârafta kalmışlara... “Bir sinyal” demişler, “bir sinyal aldık buralardan. Bir «can kırıntısı» olsa gerek buralarda...”
“Rabbimiz, kalplerimizi kaydırma, doğru yola ilettikten sonra...”
Hâlâ... yine...
Nimetleri bizden uzaklaştıran günahlardan, Sen uzak tut bizi, güzel Allâh’ımız... Âmin.
YORUMLAR