İsrafa “Açık Büfe”

Türk toplumu, şehirleşme ile birlikte hayat tarzında birçok değişikliğe gitti. Bu, belki bir miktar zamanın getirdiği bir şeydi. Zira insanların gelir seviyeleri yükseldikçe hayat standartları da yükseldi. Bu yükselmeye paralel olarak belki daha önce hayatımızda yeri olmayan yahut önceleri pek aldırış etmediğimiz kimi değerler, hayatımızın vazgeçilmez parçalarından biri oluverdi. 

 Popüler kültür, sekülerleşme (dünyevîleşme) ve globalleşme (küreselleşme) bir salgın hastalık gibi bütün dünyaya yayılırken müslümanları da es geçmeyip, tesiri altına aldı. Yediğimiz, içtiğimiz, giyip kuşandığımız, baktığımız, gördüğümüz hemen her şeyde popüler kültürün dayanılmaz câzibesi varlığını hissettirir oldu. Popüler kültürün sürükleyici ve bağımlılık oluşturucu tesiriyle yüzleşmemiz pek fazla zaman almadı. Bunlardan biri de “tüketim kültürü”...

 Tüketim kültürü, her bir ferdin hayatında A’dan Z’ye kendini hissettiriyor. Bütün sene boyunca çalışan, yorulan ve dinlenmek, günlük sıkıntılarından belli bir süreliğine de olsa uzaklaşmak isteyen günümüz insanı, yıllık izin ya da tatil[1] günlerini tam teşekküllü tatil beldelerinde, 5 yıldızlı otellerde geçirmeyi tercih ediyorlar. Müslümanların da bu tüketim kültürü içinde giderek daha aktif rol almasıyla birlikte adına “alternatif tatil” de denilen 5 yıldız derecesinde, alkol servisi olmayan, bayan-erkek havuzlarının ve kimi kullanım alanlarının ayrıldığı, İslâmî kesime hitab eden tatil mekânları arayışı içine girildi. Adına da “tesettür otel”, “İslâmî otel” ya da “muhâfazakâr otel” denildi. Artık İslamî hassâsiyeti olan kimi insanlar da “Allah verdiği malı, kulunun üzerinde görmeyi sever.” Mantığını şahsî rahatlıkları adına âdeta âmentü edinip kocaman jipler içerisinde lüks tatil yoluna düştüler.

Ne kadar kaçsak da, inkâr etsek de tüketim kültürünün bir esiriyiz. Buna diyecek yok elbette. Yukarıda saydığımız hizmetlerden, kimi zaman bizler de faydalanmaktayız. Fakat bir şeyleri yaşarken bunu kabullenip hazmetme veya başka bir tâbirle kılıfını hazırlama var; bir de eksiğini-yanlışını fark edip hataları en asgarîye indirmeye çalışma… Başka bir ifadeyle yaşadığımız şeyi meşrûlaştırma değil, meşrû olan şeyleri yaşama gayreti… Eğer böyle yapabilirsek dünyevî ve uhrevî mânâda daha rahat olacağımızı düşünüyorum.

Tatil maksatlı olanını bir kenara bırakırsak devlet erkânı, üst düzey yöneticiler, yabancı misafirler, iş adamları, akademisyenler ya da çeşitli meslek grupları -yaşadığımız şartların bir gereği olarak- 5 yıldızlı otellerin hizmetlerinden yoğun olarak yararlanmaktadır. Fakat bilhassa servisin açık büfe yapıldığı otellerin lokanta kısmındaki plânsızlık, kontrolsüzlük ve ihmal sebebiyle her sene binlerce ton yiyecek maddesi ziyan olmaktadır. 

“Açık büfe kültürü” günümüzde pek çoğumuzun sadece adını duymakla kalmadığı, bazen arkadaşlarımızla, bazen de âilemizle müracaat ettiğimiz bir yemek servisi tarzı. Son yıllarda oldukça yaygın bir şekilde varlığını hissettiren açık büfe yemek, Fransa’dan dünyaya yayılmış olan bir yemek kültürüdür. Lokantalarda, kahvaltı salonlarında ve en çok da otel sektöründe yiyecekler müşterilere açık büfe tekniği ile servis edilmektedir. Kullanım kolaylığı, bir seferde pek çok gıdayı müşteri ile buluşturması ve zahmetsiz oluşu sebebiyle çok tutulmuş ve benimsenmiştir. Bu tarz yemek tekniğinde sunuş şekli çok önem arz etmektedir. Yemek salonunun konumundan aydınlatmasına kadar her şey ince bir detayla organize edilir. 

 

Açık Büfe İzlenimler

Milletimizin açık büfe kuyruklarındaki manzarasına bakınca çoğunlukla “Aman Allâh’ım!” demekten kendimizi alamıyoruz. Kimilerimiz otellerin restoran kısmına girdiği andan itibaren âdeta bir iç denetimsizlik süreci yaşamakta... Genel kanaat, “Bu otele tatil için bir hayli ücret ödedim. Verdiğim ücretin karşılığını doyasıya almalıyım...” yönündedir.

Otellerde öğün vakti olduğunda yoğun bir koşuşturma hissedilir. Reşolarda (yemeklerin üzerine konulduğu ısıtıcı) birbirinden leziz yemekler sizi bekler. Enfes görünümlü tatlılar, özenle hazırlanmış meyve kuleleri, envâî çeşit salatalar, soslar, ikramlar müşterilerin takdirine sunulur. Derken tabaklar tıka basa doldurulmaya başlanır. Hatta yiyecekler bir servis tabağına sığmaz, eldeki tabak yemek masasına bırakılır, ikinci tabak doldurulur. Bu alınan gıdalar içerisinde henüz tatlılar, meyveler ve çorbalar bulunmamaktadır. Birkaç çatal ve kaşık hareketinden sonra -ki zaten göz doymuştur- insanlarda bir tokluk hissi başlar. Yemek sandalyesi ile masa arasındaki mesafe biraz daha açılır, etraf endişeyle ve göz ucuyla şöyle bir izlenir, ardından dudaklarda hafif bir gülümseme belirir. Zira tabağını tıka basa doldurup tüketemeyen tek kişi siz değilsinizdir. Etrafta sizin gibi onlarca insan vardır. Ya sonra?

Bütün bu gıdaların âkıbeti, tüketilemeyip çöpe gönderilmek olacaktır. Yapılan israf ve doyumsuzluk ayrı bir cürümdür, affınıza sığınırım, masayı harpten çıkmış izlenimi verecek şekilde, görgüsüzce terk edip maden suyu arayan yorgun gözlerle o mahalden uzaklaşmak ayrı bir cürüm... Her insan ne zaman, ne kadar gıda tüketeceğini, neyi yiyebileceğini, neyi yiyemeyeceğini en iyi kendisi bilir. Yangından mal kaçırır gibi servis almak, bize yakışmamaktadır. Tüketemeyeceğini almak da israftır, onu çöpe göndermek de...

Yaşadığımız asrın mübah nîmetlerinden yararlanmak, elbette hakkımızdır. Fakat bu haktan müslümana yakışır bir zarâfet ve ölçü içinde yararlanmak, en güzeli olsa gerek...

 

Basında Yemek İsrafı

Yazımızın sonunda, otellerdeki israfın basına yansıyan yönünü gelin hep birlikte okuyalım:

“Otellerdeki yemek israfı, 5 yıl önce İstanbul’da tartışılmış ve fakirlere dağıtılması için girişimlerde bulunulmuştu. Ancak işletmeciler, yemeklerin muhafaza ve taşınması sırasında doğacak aksaklıkların sorumluluğunu üstlenmek istememişti. Sivil toplum kuruluşlarının çabaları otelcilerin; «Yardım edelim derken insanları zehirlemeyelim.» sözü ile sonuçsuz kalmıştı. Ancak geçtiğimiz yıl, umduğunu bulamayan turizm sektörünün gündeminde maliyetleri düşürmek için mutfaktan tasarruf da bulunuyor.” (www. haber3.com)

* * *

“Akdeniz’deki 5 yıldızlı otellerde yapılan bir araştırma, yemek israfının boyutlarını ortaya koyuyor. Açık büfe çalışan tesislerde plânsızlıktan dolayı her gün üç tabak yemekten biri çöpe gidiyor. İsrafı önlemek için çalışma başlatan sektör temsilcileri ise, bu sayede günde 14 bin kişinin doyurulabileceğini belirtiyor. Oteller, yemek israfının önüne geçmek için çalışma başlattı. Sektör temsilcileri, «Maliyetleri düşürmek için buna mecburuz.» diyor.

Türkiye’de kuraklık tehlikesi ile birlikte tasarruf kavramı sık sık gündeme geliyor. Belediyeler içme suyu sıkıntısı yaşanmaması için halkı bilinçlendirmeye çalışıyor. Diğer yandan günlük 14 bin kişiyi doyuracak yemeğin çöpe gitmesine seyirci kalınıyor. Uzmanlar, otellerde kişi başına 5,5 kilo yemek hazırlandığına dikkat çekerek:

«Bu rakam, plansızlığın bir eseri. Gün sonunda üç tabak yemekten biri maalesef çöpe gidiyor.» tespitini yapıyorlar.

Yiyecek İçecek Yöneticileri Derneği’nin Antalya Alanya ile Muğla Fethiye arasındaki 5 yıldızlı tesislerde yaptığı araştırmadan çıkan sonuç, bu görüşü doğruluyor. Araştırmada bu bölgede günlük üretimin, bir kilo aşağıya çekilmesi hâlinde, toplam tasarrufun 56 bin tonu bulacağına dikkat çekiliyor.

Altın Kepçe Turizm ve Aşçılar Derneği Başkanı Mustafa Nail Özden, her şey dahil sisteminde hizmet veren otellerdeki yemek israfına dikkati çekerek, Alanya’da yılda ortalama 60 bin ton yemeğin çöpe atıldığını bildirdi. Mustafa Nail Özden, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Afrika’da insanların açlık ve susuzluk sebebiyle hayatını kaybettiğini hatırlatarak, her şey dahil sistemde hizmet veren otellerde her öğün hazırlanan 3 tabak yemekten ikisinin çöpe atıldığını söyledi.

Otelde kalan müşterilerden kimin ne kadar yemek yiyeceğinin bilinmemesi sebebiyle açık büfelerde bir kişinin günlük tükettiği yemek miktarının (ki, bu yaklaşık 1500 gram) 3 katı kadar (4 bin 500 gram veya 5 kilo) yemeğin servis edildiğini anlatan Özden, otellerde hazırlanan yemeklerin yüzde 70’inin israf edildiğini öne sürdü. Özden, yıllık 20 milyon geceleme sayısına ulaşan Alanya’da ortalama bir yılda 60 bin ton yemeğin çöpe atıldığını kaydetti. Özden, şunları söyledi:

‘‘Her şey dâhil sistemde hizmet veren otellerde sabah saat 7’den aksam 8’e kadar yenilen ve içilen gıdalar, misafirlere açık büfe olarak servis yapılır. Açık büfe olarak adlandırdığımız sistem, çeşitli yemek, salata, tatlı ve içeceklerin büfelerde misafirlere sunulmasıdır. Otelde kalan misafirler, ellerinde tabaklarla bu büfelerden seçtikleri yiyecekleri kendileri alırlar. Ayrıca masalara da garsonlar sürekli olarak servis yapar. Her şey dahil sistemde hizmet veren otellerdeki israf da bu noktada başlar. Otelde kalan müşterilerin ne kadar yemek yiyeceği bilinmediğinden dolayı gıdaların tüketimden fazla servis edilmesi durumu ortaya çıkıyor. İnsanlar, maalesef yiyemeyeceğini bile bile tekrar yemek almaya kalkmamak için tabaklarını tamamen dolduruyorlar. Çoğu zaman tabaktaki yemeğin büyük bölümü yenmeden çöpe atılmak zorunda kalınıyor. Açık büfelerde de çok miktarda gıda artarak çöpe atılıyor. Bir açık büfede bulunan yemeklerin ortalama yüzde 70’i çöpe atılıyor.” (AA; http://ekonomi.haberturk.com/haber/haber/660734-otellerde-buyuk-israf) 

 

Lüks İftar Protestosu

“Emek ve Adalet Platformu” önceki akşam İstanbul Beşiktaş’taki Conrad Otel önünde buluşup “lüks iftar programlarını” protesto etti. Kaldırıma örtüler serildi, üzerine zeytin, ekmek, hurma, salatalık, domates, ayran, su konuldu.

Büyük kazanlarda mercimek çorbası ve pilav pişirildi. “Âlem-i cihanın hakkı için israfta olanı insafa çağırıyoruz. Fildişi kulelerinde iftar yapanların dibine yer sofralarımızı seriyoruz.” diye çağrı yapan Emek ve Adalet Platformu üyeleri “İftar menü 316 TL, asgari ücret 658 TL”, “İstanbul için utanç vakti”, “İki âilenin bir otel iftarıyla bir âile bir ay doymak zorunda” ve “Burada israf var!” yazılı pankartlar astı. Eylemler devam edecek.

Grup adına açıklama yapan yazar İhsan Eliaçık, platform üyesi gençlerin Ramazan ayıyla birlikte her cumartesi lüks otellerdeki iftarları protesto edeceklerini söyledi.

Lüks otellerdeki bir iftar menüsü için bir kâğıt toplayıcısının altı gün çalışması gerektiğini söyleyen Eliaçık, “Bugün kağıt toplayıcılarını da, sokak çocuklarını da, Afrikalı kardeşlerimizi de çağırdık. Bu, Türkiye’de bir ilktir.” dedi. “Din, bir zengin eğlencesi, iftar bir zenginlik ve gösteriş vesilesi hâline geldi. Özellikle salonlarda, otellerde, şa’şaa ve debdebenin olduğu yerlerde insanları iftar yapmamaya çağırıyoruz.” diye ekledi. Sözlerini “İsraf, gösteriş günahtır!” diye bitirdi. Lüks otel iftarları protestosu, Ramazan boyunca her cumartesi farklı otellerin önünde sürecek. (http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspxaType=RadikalDetayV3&VersionID=85178&Date=08.08.2011&ArticleID=1059184)

 

[1] Tâtil kelimesi, tembellik mânâsındaki “atâlet” kökünden geldiği için kullanmayı tercih etmesek de, günümüzde bu mânâyı ifade eden başka bir kelime bulamadığımız için kerhen de olsa kullanmak zorunda kaldık.

PAYLAŞ:                

Fatma Çatak

Fatma Çatak

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle