Çevre-Arkadaş Ortamı
“-Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!” denilmiş.
İnsanın ünsiyet kurduğu kimseler, onun karakterini belli ettiği kadar, karakterine de tesir eder. Hayvanlarda bile rastlanır bu duruma… Ebeveynler olarak arkadaş seçimi noktasında çocuğumuza evvelâ gerekli eğitimi vermeliyiz. Evlâdımızı yetiştirirken rûhunda açıklar bırakmamalıyız. Mevlânâ Hazretleri:
“Su, nerede alçak ve boşluk yer varsa, oraya akar!” der.
Evlâdımızda bazı şeyleri eksik bırakırsak, dış ortama çıktığında yahut bizim kontrol edemediğimiz yerlerde, suyun akışı gibi, rûhundaki açlığı, arkadaş ortamıyla dolduracaktır. Bunun için öncelikle evladımızın sevgi dilini bilmeliyiz. Kimi çocuk, sevdikleriyle temas ettiğinde mutlu olur; kucaklanmak, okşanmak ister. Ama gel gör ki, anne böyle değildir. Çocuk, anneye sarılınca, anne:
“-Kocaman oldun, yavrum!” deyip çocuğunu kendinden uzaklaştırır.
Hâlbuki nebevî terbiyede dokunmak esastır. Öpmek, koklamak esastır. Çocuk, bunu ev ortamında yaşayamazsa, ya birine dokunacak ya da kendisine dokunulmasına müsaade edecektir. Bu da, Allah korusun, toplumda duymaktan, görmekten imtinâ ettiğimiz hâdiselere yol açacaktır.
Kimi çocuk, âilesiyle vasıflı vakit geçirmekten hoşlanır. Âile onun sevgi dilini yakalayabilirse, çocuğuna doğru yolu çizebilir. Hatalar minimuma iner. İlişkiler sağlıklı ilerler. O yüzden evlâdımızı tanımak, onun gönlüne giden yolları bulmak zorundayız. Bu da anne-baba olmanın en mühim sorumluluklarındandır.
Örnek Aldığı Kimseler
Ergenlikte kilit nokta, belki de budur. Ergen bir genç, hürriyeti doya doya yaşamaya, heveslerini, ideallerini gerçekleştirmeye, kendisini göstermeye müthiş merak duyar. Tâ ki onun elinden tutan bir el olsun. İnsanın fıtratında yer alan “örnek alma temayülü” ergenlikte zirveye çıkar. Okuldaki öğretmen, komşu abla veya amca oğlu, teyze kızı; çocuk için vazgeçilmez örnekler olabilir. Onun gibi giyinmeye, onun okuduğu kitapları okumaya, tesettürlü ise onun gibi başörtüsü bağlamaya yahut sivri fikirleri olan bir insan ise, onun fikirlerini benimsemeye başlar.
Küçük yaşından itibaren evlâdımızı “sâlih ve sâdıklarla beraber” bulundurma hassasiyeti taşımalıyız. Bu beraberlik, illâ fizikî beraberlik olmayabilir. Meselâ şehrimizdeki enbiyâ, evliyâ yahut tarihî şahsiyetlerin kabir ve türbelerini sıklıkla ziyaret etmeli, yavrularımıza onların sevgisini aşılamalı, onların menkıbe ve kahramanlıklarından bahsetmeliyiz. Küçük yaşlardan itibaren başlayan bu ziyaretler, onların benliğine işler.
Yapılan araştırmalarda mânevî şahsiyetlerin medfun bulunduğu bölgelerin insanlarının daha dindar olduğu tespit edilmiştir. Allah dostlarının cesedi ölse de bazılarının tesir ve irşâdı devam eder. Yavrularımız o feyzle büyürse, kişiliklerinde tatlı bir güzellik kalır.
Sohbet ortamları, “vasıflı” arkadaş ortamları, ilim meclisleri; çocuğumuzu küçük yaşta götürmemiz gereken yerlerdir. Sohbette durmasa, ağlasa da belki diğer odaya geçip yavrumuzun gönlünü alarak sakinleştiririz. Bir-iki denemeden sonra sohbetin, ilim meclisinin feyiz ve bereketi o körpe yüreği sarar. Böyle bir ortamda yetişen evlat, ergenliği de gençliğini de yaşından beklenen bir olgunluk ve sâkinlikle geçirir. Küçük yaşlardan itibaren evlâdını güzel ortamlarda yetiştiren anne-babalar da ergenlik paniğine girmez, “Neyi, nasıl yapsam?” derdine düşmez. Çünkü kişilik ve kimliğini oluşturan tohumlar, tam vaktinde doğru insanların elinde ve doğru ortamlarda atılmıştır.
Ne ile Meşgul isen, Sen Osun
Günümüzde çocuklarımızı etiketli, isim yapmış, pahalı okullara göndermeye dair bir merak var. Eğitimde kalite, elbette olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır. Fakat bu kalitenin içinde aramamız gereken öncelikli bazı hususlar yok mudur? Meselâ öğretmeni namaz kılan bir insan mıdır? İslâm’ı ne kadar sever, ne kadar temsil eder? Bunun derdine hiç düşüyor muyuz? Yoksa ne kadar kitap okutan, kaç tane soru bankası bitirten öğretmen var; öncelikle bunların peşinden mi gidiyoruz?! Öğretmen merhametli mi, yoksa egosu kabarmış, kariyer derdine mi düşmüş? Buna hiç bakıyor muyuz? Çocuğumuzu nelerle meşgul ediyoruz?
Her insanın yaratılış özellikleri farklıdır. Kimi çocuk sanata meyillidir, kimi spora, kimi fikrî-ilmî mevzulara kafa yorar. Çocuğumuzu tanıyıp fark edebilmek esastır. Bunu da en iyi başarabilen, ebeveyndir, özellikle annedir.
Çocuğumuzu istîdâdı ölçüsünde, hayırlı meşguliyetlere alıştırmalıyız. Bu, onu hem maddî hem mânevî mânâda diri tutar, kendisine pozitif enerji ve artı bir değer olarak döner, hem de boş vakit gibi mânâsız bir mefhumu olmaz çocuğun… Bir işten başka bir işe yönelmenin Kur’ânî güzelliğini hissedip hissettirir.
Nebevî terbiyeye uyarak evlat yetiştirme yolunda adımlar atarsak, Rabbimiz bu adımları bereketlendirecek; bire onla, bire yedi yüzle karşılık verecektir.
Her ne yaparsak yapalım, bebeklikten çıkar çıkmaz çocuğumuza uygulama yaptırmaya başlayalım. En azından o duyguyu tattıralım ki, taklit tahkike dönüşsün. Namaz kılma uygulamasını, abdesti, tekne orucunu; anneler, tesettürü tanıtma çalışmalarını henüz okul öncesi dönemde başlatmalıdırlar.
“Daha küçük!” sözü, çok büyük bir sözdür. Sonra “Dövsem de anlamıyor!” serzenişleri alır başını gider. Hele ki ergen için dayak, aslâ bir eğitim aracı olarak kullanılmamalıdır. Ters tesir de oluşturur. Bilhassa ibadetlerde bu yola başvurulmamalı, bu yöndeki hadîsi doğru tercümelerden açıklamalarıyla tekrar tekrar okuyarak “toplumsal ezber” bozulmalıdır. Küçükken yapılacak şeyler, zaten alıştırma maksatlıdır. Zira onlar henüz mükellef değildir. Mükellefliğe yapılacak yatırımlardır. Tohum atmak gibi düşünülebilir.
Tekrar hatırlatalım ki, bu dönem geçicidir, er veya geç bitecektir. Sağduyuyu kaybetmeden, çocuğumuzla yakından alâkadar olarak geçirilecek bir ergenlik, sağlıklı yuvaların kurulmasına, güzel âilelerin oluşmasına da çok sağlam bir temel oluşturacaktır.
Rabbimiz, bizi ve neslimizi zamanın kötülüklerinden muhafaza buyursun. Âmin.
YORUMLAR