İslâm’da Evlilik

İslâm Dini, hayatın bütününü kuşatan bir yaşayış tarzıdır. Kişinin doğumundan ölümüne kadar geçirdiği bütün safhaları, günlük hayatında ise, sabah kalkış şeklinden akşam yatışına kadarki bütün duygu, düşünce ve davranışlarını bir sistem bütünlüğü içinde değerlendiren, yönlendiren ve şekillendiren ilâhî bir dindir. O’nun, “Bu, benim sahama girmez!” veya “Bu düşünce ve davranışın, dinle herhangi bir şekilde irtibatı yoktur!..” diyebileceği bir husus yoktur. Hayatın her türlü bâdiresine, problem ve meselesine dâir insan fıtratıyla uyumlu bir hükmü, mutlaka vardır.

Bu genel ölçüden yola çıkarak, insan hayatının bir dönüm noktasını teşkil eden “âile hayatı” veya özelde “evlilik”le ilgili hükümleri bulunmaması da düşünülemez. Biz, İslâm fıkhının en önemli bahislerinden biri olan “Nikâh, Talak vb.” konuların teferruatına girmeden, İslâm dininin “evlilik müessesesi”ne bakış tarzını ana hatlarıyla şöyle özetleyebiliriz:

 

Nikâh Öncesi

İslâm, erkeği ve kadını, hayatın ve neslin devamını sağlayan iki farklı cins olarak görmüştür. Bu cinslerin, birbirinden farklı özelliklerinin muhafazasına önem vermiş ve erkeğin kadınlaşmasını, kadının da erkekleşmesini yasaklamıştır.

Bu, farklı fıtrî özelliklere sahip olan ve o güne kadar iffetlerini muhafaza etmeye itina göstermiş bulunan (bkz: Nur, 30-31) iki cins, ruhlarında huzur ve sükûna ermek ve sâlih nesiller yetiştirip topluma faydalı olmak için bir araya gelir ve âile yuvası kurmaya niyetlenirler. Bu safhada, erkeğin de, kadının da gözetmesi gereken iffet sınırları vardır. Nikâh gerçekleşmeden önce, iki taraf da birbirine helal olmaz. Ancak evliliğe adım atmadan önce, iki tarafın belli şart ve sınırlar içinde birbiriyle görüşmesine ve tanışmasına izin verilmiş, hatta Peygamber Efendimiz, evlenmeden önce erkeğin kızı, kızın da erkeği görmesinin önemini vurgulamıştır.

Bu evliliğin sağlam temeller üzerine oturması, âile ve topluma huzur ve mutluluk tevzî edebilmesi için birtakım hassasiyetlere dikkat edilmesi gerekir. Meselâ taharrî (araştırma), kız ve erkeğin birbirine denk olması gibi… Her ne kadar bu gibi esaslara riâyet, evliliğin olmazsa olmaz “şart”larından değilse de, âileyi, ileride karşısına çıkabilecek muhtemel risklerden korumaya yöneliktir.

Erkek ve kadının birbirine evlenmesine mânî engellerin olmaması (kan ve süt emmekten kaynaklanan çok yakın akrabalıkların bulunmaması vb.) da evlilik öncesinde dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardandır.

Akrabalık, iman ve benzeri hususlarda dînî bakımdan evlenmesinde bir sakınca olmayan bir erkeğin, bir kıza tâlip olması durumunda Peygamber Efendimiz, âilelere “nikâh”ı kolaylaştırmalarını tavsiye etmiştir. Zira taraflardan biri fakir de olsa, Allah Teâlâ fazlıyla onu zengin kılacak ve bolluk ihsân edecektir. (bkz: Nur, 32)

 

Nikâh ve Düğün Merâsimi

Aslında İslâm dini, “nikâh”ı, iki taraf için de kolaylaştırmıştır. Nikâhın en önemli esasları “icab ve kabul” ile “şâhitler”dir.

“İcab”, bir tarafın diğerine tâlip olması, “kabul” de muhatabın bu evlilik teklifini kabul etmesidir. Bu icab ve kabul, “iki erkek” veya “bir erkek, iki kadın” şâhidin önünde gerçekleşmişse, nikâh da tamamlanmış sayılmaktadır. Bu icab ve kabul, vekiller vasıtasıyla da gerçekleşebilir.

Diğer taraftan “erkeğin, kızın şahsına vermesi gereken bir borcu” sayılabilecek “mehir”, evliliğin şartlarından birisi değildir. Daha doğru ifadesiyle, mehir konuşulmadan da nikâh gerçekleşmiş (sahih) olur, ama eksiktir. Nikâhın tamamlanabilmesi için nikâh esnasında veya daha sonra “ne olduğu tesbit edilmiş” bir mehrin ödenmesi gerekmektedir. Mehir, başlık parası değildir. Yani kızın velisine veya âilesine verilmez. Bizzat evlenecek kızın kendi malıdır ve miktarı, kızın kendi insiyatifindedir. Mehrini, ne kadar isterse o kadar yüksek tutabilir. Çünkü bu, bir anlamda onun hayat sigortası olacaktır.

Şâhitler önünde birbirine tâlip olduklarını ifade eden iki taraf, mehirde de anlaştıktan sonra evlenmiş sayılırlar. Artık kadın kocasına, kocası da hanımına helâldir. Nikâhla birlikte, akrabalar arasındaki mahremiyet ölçüleri de yeniden şekillenmiş olur.

Nikâhın bir “velime” (düğün yemeği) ile çevreye ilân edilmesi sünnettir. Peygamber Efendimiz, nikâhın ilân edilmesini, düğün yemeğine de fakir-zengin herkesin dâvet edilmesini tavsiye etmiştir. Lâkin düğünü, israfa kayacak şekilde abartılı bir şekilde ve gösterişle icrâ etmek ise, haram kılınmıştır.

 

Âile Yuvası İçinde

İslâm, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, âileyi, eşler arasında muhabbet, huzur, ülfet ve sükûn merkezi (bkz: Rum, 21) olarak kabul etmiştir. Âile yuvası, sadece zevklerin tatmin edildiği, sınırsız nefsânî arzuların doyurulduğu bir mekân değildir. Kadının da, erkeğin de gözetmesi gereken sınırlar vardır. (bkz: Ahzab, 35) Orası kudsî, ilâhî, rûhânî ve mânevî bir yuvadır. Her ne kadar, insanlar rûhî ve bedenî ihtiyaçlarını bu yuvada temin edecek olsalar da, bu, ancak meşrû ölçüler içerisinde mümkün olabilir. Erkek veya kadın, kendi hak ve sorumluluklarının bilincinde olarak yaşamak ve âilelerini bu hassasiyetler üzerinde kurup devam ettirmek sorumluluğundadırlar.

Evlenmekle erkek, hanımının ve çocuklarının her türlü maddî ihtiyaçlarını karşılamak sorumluluğunu üzerine almış demektir. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse, âilesinin yemek-içmek, giyinmek ve barınmak gibi ihtiyaçlarını, emsâli standardında, helâlinden kazanarak temin etmek, erkeğin sorumluluğundadır. Kadın, bu ağır sorumluk altına girmiş bulunan erkeğe maddî olarak yardım etmek zorunda değildir. Yani kadın, evin geçimini temin etmekten sorumlu tutulmamıştır.

Kadının sorumluluk ve vazifesi, meşrû ölçüler içerisinde kocasına itaatten ibârettir. Şâyet kadın, kendi isteğiyle -yine meşrû ölçüler çerçevesinde- ticârî hayatın içine girip bir şeyler kazanacak olsa yahud miras, hibe vb. yollarla daha önceden varlıklı bile olsa, evin geçimine katkıda bulunmaya zorlanamaz. Ancak o, kendi gönlü ve rızâsıyla, sahip olduklarından kocasına veya çocuklarına yardımda bulunmak isterse, o başka!..

Âilenin kuruluş gâyelerinden birisi ve belki de en önemlisi, sâlih ve sâliha nesiller yetiştirmektir. Anne ve babaların en önemli vazifesi budur. Gâye, iyi bir neslin var olması ve toplum içinde iyi insanların çoğalması olduğu için, hastalık ve ölüm tehlikesi gibi zarûrî bir sebep olmadıkça “kürtaj” yasaklanmıştır. Çünkü İslâm’a göre, kürtajla çocuk öldürmenin, doğmuş bir çocuğu öldürmekten pek bir farkı yoktur.

Eşler, birbirlerinin dostu, sırdaşı, yardımcısıdır. Bu gönül beraberliği içinde kendi ruhlarında huzur ve sükûna kavuşurlar, evlatlarını bu saâdet yuvası içinde büyütür ve hayata hazırlarlar.

 

Ölüm veya Boşanma Hâlleri ile Evliliğin Bitişi

Ancak durum her zaman bu ideal seviyede olmayabilir. Bazen hayatın keşmekeşi, çevrenin ve âilelerin müdâhaleleri veya çiftlerden birinin farklı düşünmeye başlaması ile yuva sallanmaya başlayabilir.

İslâm, âile yuvasının her türlü sarsıntı ve çalkantıya rağmen devam ettirilmesini tavsiye etmiştir. Bazen “Eğer onlardan (eşlerinizden) hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allâh’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.” (Nisa, 19) ya da “Bazen hayır gördüğünüz, şer; şer gördüğünüz de hayır olabilir!..” (bkz: Bakara, 216) gibi prensipler koyarak taraflara “sabır” (bkz: Ahzab, 37) ve “sulh”ü (bkz: Nisa, 128) telkin etmiş, bazen de iki tarafın arasını düzeltecek “hakemler” (bkz: Nisa, 35)  araya konularak yuvanın yıkılması önlenmeye çalışılmıştır.

Ancak bütün tedbirlere rağmen, taraflardan biri veya her ikisi, her hâlükârda evliliği bitirmek istiyorsa, boşanmayı da kolaylaştırmış ve kesinlikle “Siz, birbirinizle kudsî bir evlilik yaptınız, bir daha asla boşanamazsınız!” gibi bir şey dememiştir. Sadece boşanmanın, “gökleri titreten”, “hoş olmayan bir helâl” (Ebû Dâvud, Talak, 3; İbn-i Mâce, Talak, 1) olduğuna dikkat çekilmiştir.

Bu sebeple artık tedâvîsi mümkün olmayan kangrenleşmiş bir yaranın, bu şekliyle devamına da râzı olunmamıştır. Eşlerin, bütün yolları denedikten sonra ayrılma kararına varmasıyla artık gözlerinin arkada kalmaması, Allah Teâlâ’nın onları farklı şekillerde rızıklandırmaya kâdir olduğu hatırlatılmıştır. (Bkz: Nisa, 130)

İslâm’da boşanma, üç kademeli olarak gerçekleşir. İlk iki boşanmada (ric’î talak), bir daha geriye dönüş imkânı vardır. İki şahıs (zevc ve zevce), üçüncü defa da birbirinden ayrılmayı (bâin talak) istemişlerse, bir daha evlenmeleri mümkün değildir. Ancak bir şartla!.. O da kadının, herhangi bir ön anlaşma yapmaksızın, başka birisiyle (üçüncü bir şahısla) meşrû bir şekilde evlenmesi (hulle), âile hayatı sürmesi ve yine bu eşinden uygun bir şekilde boşanmasından sonra, ilk kocasıyla evlenebilir.

Geriye dönüş imkânı olan boşamalarda (ric’î talak) da belli bir usul ve şartlar vardır. Sünnete göre, âdet ve loğusa dönemlerinde kadın boşanamaz. Temizlik döneminde boşamak için de o dönem içerisinde cinsî bir münâsebette bulunmamak gerekmektedir. Fakat buna aykırı olarak bu dönemlerde de, boşanmaya dâir sözler söylenmişse, bunların da hukûkî bir değeri vardır, geçerlidir. Sadece sünnete uygun yapılmamıştır. Diğer taraftan şaka ile ya da sarhoşluk vb. hâllerde söylenmiş olan “boşama” ile ilgili sözler de geçerlidir; kişi, toplam üç defa olan boşanma hakkından kullanmış olur. Bu konuya da ehemmiyetle vurgu yapmak lâzımdır. Zira İslâm’a göre, evlilik ve boşanma şakaya alınmayacak kadar ciddi bir iştir. Aklın başta olmadığı zamanlardaki boşanma ise, daha çok o şahsa ceza kabîlindendir.

İslâm’da boşanma hakkı, prensip itibariyle erkeğe verilmiştir. Ancak belli şart ve durumlarda kadının da, kocasını mahkeme vasıtasıyla boşama hakkı (tefvîz-i talak) vardır.

Evlilik esnasında kadının ve çocukların nafakası erkeğin sorumluluğunda olduğu gibi, boşanmadan sonra da iddet bitene kadar, erkek, hanımının nafakasını karşılamak mecburiyetindedir.

Kocasının ölmesi hâlinde, kadın belli miktarda miras hakkı elde edeceği için ayrıca nafaka alamaz.

Ayrıca eşlerden birinin irtidadı (dinden çıkması) ile nikâh düşer.

* * *

Burada birkaç sayfaya sığdırmaya çalıştığımız bu hususların her birinin pek çok teferruatı vardır. Bu konuda daha fazla bilgi almak isteyen okuyucularımızı, fıkıh ve ilmihâl kitaplarına yönlendirmek isteriz. Bizim bu yazıyı yazmaktaki amacımız, anahatlarıyla da olsa, İslâm’ın bu ve benzeri âilevî hükümlerinin bulunduğunu hatırlatmaktan ibârettir.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle