Hepimiz, dünyanın bitmeyen meşgaleleri içinde bir yerlere doğru koşuşturuyoruz. Attığımız adımlar bizi ya cennete yaklaştırıyor ya da bizi o ebedî saadet yurdundan uzaklaştırıyor. İstiyoruz ki, okuyalım, başaralım, mutlu olalım.
Bir tarafta âdeta servet akıtarak dershanelerle okul arasında sıkışıp bunalıma giren yavrularımız, diğer tarafta ebeveynlerin maddî-mânevî sıkıntısı… Neden bir türlü huzuru bulamıyoruz, acaba? Cevap çok kolay: Hep dünyayı tercih ediyor, sırf ona gayret gösteriyor ve ruhumuzun varlığını, onun en büyük ihtiyacı olan mânevî gıdayı ihmal ediyoruz da ondan… Huzur ve başarımız için, önce ruhumuzun doyması lâzım; bu da ancak Kur’ân’ın önüne diz çökmek ile mümkün…
Ashâb-ı Kiram’ın onca dert ve musîbetlere rağmen, rûhen huzur içinde bulunmalarının en büyük sebeplerinden birisi, şüphesiz, gönüllerini Kur’ân ile beslemeleriydi. Bu yüzden İslâm’ın gelişiyle başlayan Kur’ân-ı Kerim eğitimi, önce Erkam’ın evinde mayalanmış, Medine’de bu mayanın bereketiyle Ashâb-ı Suffa yetişmiştir. Hanımların husûsî ve geniş mânâdaki eğitimi ise, Peygamber Efendimiz’in pâk zevceleri vasıtasıyla ve onların şahsî gayretleri ile müesseseleşmiştir. Şüphesiz bu mübârek hanımların Kur’ân eğitiminde zirve ve örnek ismi ise, Hazret-i Âişe’dir.
Bilindiği gibi Hazret-i Âişe, âilesi cihetiyle büyük bir kültür muhitinde doğmuş, câhiliye şiir ve edebiyatına dair birçok bilgi sahibi olmuş, İslâm’ı, ilk günlerinden itibaren yaşayarak öğrenmiştir. Daha gençliğinin baharında Allah Rasûlü ile evlenmesi de onu, ilmin kaynağına ulaştırmıştır.
Hazret-i Âişe, bu ilmin merkezinin farkında olarak aklına gelen/takılan her şeyi sormaktan çekinmemiş ve öğrendiklerini ashâb-ı kiramla, bilhassa Müslüman hanımlarla hemen paylaşmıştır. Bu paylaşma, zamanla onu, her hususta müracaat edilecek bir hanım muallime yapmıştır. Bilhassa Peygamber Efendimiz’in vefâtını müteâkip dört halife, Ebû Hüreyre, İbn-i Abbas ve benzeri birçok sahabî, müşkillerini çözmek için ona müracaat etmişlerdir. Çünkü o, Peygamber Efendimizin en yakını, en sevgilisi, en çok bilgi sahibi hanımıdır. Bilhassa Hazret-i Ömer, kendi halifeliği döneminde kadınlarla veya Peygamber Efendimizin ev hayatıyla ilgili her hükmü, Hazret-i Âişe’ye havale ediyor; bu hususta kimseyi ona denk görmüyordu.[1] Bu müracaatların çokluğu sebebiyle Hazret-i Âişe’den ikibinin üstünde (tam olarak 2.210) hadis rivâyet edilerek, o, “muksirûn” yani en çok hadis rivâyet eden 7 sahabî arasına dâhil olmuştur.
Hazret-i Âişe’den rivâyet edildiğine göre, kendisinin de içinde bulunduğu Allah Rasûlü’nün hanımları, Ramazan ayını ihyâ etmek için evlerine okuma-yazma öğretmek üzere çocuklar alırlar[2] ve onlara Kur’ân-ı Kerim öğretir, ibâdete dâir ilk bilgileri verirler ve terbiyeleri ile meşgul olurlardı.
Aynı şekilde Rasûlullâh’ın evinin bir köşesinde, büluğa eren kızların kalması için “hıdr” denilen bir çadır kurulurdu. Böylece İslâm’da ilk yatılı kız Kur’ân Kursu, Peygamber Efendimiz hayattayken, Hazret-i Âişe tarafından kurulmuş oluyordu.
Hazret-i Âişe’nin, Peygamber Efendimiz’in sağlığındayken devam eden bu hizmetleri, Rasûlullâh’ın vefâtını müteâkip büyümüş ve genişlemiştir. O, âdeta kendini ilme adamıştır. Hazret-i Âişe her bulunduğu yeri, bilhassa Medine’yi, Hicretin ilk altmış yılında bir ilim merkezi hâline getirmiştir.[3] Kendisinden hadis öğrenmek için, seferde ve hazerde, ona âit veya ona bağlı odalarda ikamet eden 40 ilâ 70 arasında kadın bulunduğu, bunların her fırsatta bir şeyler öğrendiği rivâyet edilmiştir. O kadar ki, bu “hanımlar medresesi”nden pek çok değerli âlim hanım yetişmiştir. Bir misal olmak üzere, hadislerin yazıya geçirilmesinde bir otorite olarak kabul edilen İmam Zührî, hadis tahsiline başladığı zaman hocalarından biri ona şöyle demişti:
“–İlim arıyorsan, sana bir irfan hazinesi olan Amra’yı tavsiye ederim. O’nun huzuruna git, dersini ondan al. O, Hazret-i Âişe’nin elinde yetişmiştir.”
İmam Zührî:
“–Amra’nın yanına gittiğim zaman, onun ilim ve irfan itibariyle ucu bucağı olmayan bir deniz olduğunu gördüm.” demiştir.[4]
Amra ve emsâli gibi 200 kadar seçkin sîmâyı yetiştiren Hazret-i Âişe’nin, diğer bir talebesi olan Hazret-i Talha’nın kızı Âişe, onun terbiyesinde yetişmenin kendisine kazandırdıklarını şöyle anlatır:
“–Herkes her taraftan Hazret-i Âişe’yi görmeye gelirdi. Hazret-i Âişe’nin yanındaki mevkiim dolayısıyla ihtiyarlar bana hürmet gösterir, gençler bana bir abla gibi bakar, bana hediyeler gönderirler, memleketlerine döndükten sonra bana mektuplar yazarlardı. Onlardan aldığım mektupları Hazret-i Âişe’ye gösterir, ona:
“–Teyzeciğim!.. İşte bu falanın mektubu ve hediyesi!..» derdim. Hazret-i Âişe de:
“–Kızım! Sen de ona cevap ver ve hediyesine mukabele et!..» derdi.”[5]
Hazret-i Âişe’nin yanında yetişen hanımlar arasında öncelikle yakın akrabaları vardı. Kızkardeşi Ümmü Gülsüm, Abdurrahman’ın kızları Hafsa ve Esmâ ile Hazret-i Talha’nın kızı Âişe bunlardan birkaçıdır.
Hazret-i Âişe, hanımlar arasından seçtiği bu husûsî eğitim halkasına ilâve olarak her yıl hacca giderek orada kurduğu çadırında herkesin sorularını cevaplandırmış ve kendisine uzak bölgelerden mektupla sorulan sorulara da cevaplar göndererek[6] İslâm tebliği görevini en üst seviyede yerine getirmiştir. O, her alanda ve özellikle de âile hayatı içinde Hazret-i Peygamberin hayatını o kadar gözleyip izlemiştir ki, bize ondan bu alanlarda değeri takdirlerin üzerinde bilgiler nakledilmiştir. Bir İslâm âilesini Hazret-i Âişe’siz anlamamız gerçekten çok güçleşecektir.
Hazret-i Âişe, kendisine arz edilen ya da diğer sahabîlerden nakledilen hadîs-i şerifleri, rivâyet yönünden olduğu kadar, Kur’ân, akıl, meşhur sünnetler, dil, tarih ve tecrübe yönünden de değerlendirir, kanaatini belirtir, çeşitli rivâyetleri tenkid ederdi.[7]
O’nun tek gâyesi vardı; Rasûlullâh’ın öğrettiği dini, en saf ve en doğru hâliyle kendinden sonraki nesillere ulaştırabilmek…
Allah, bize de bu muhterem annemizin yolundan gidebilmeyi, onun başlattığı bu hizmet halkasının bir ucundan tutabilmeyi nasip etsin. Âmin.
[1] Müslim, 2493; Ebû Davud, 3655; Tirmizi, 3643; Buhârî, 322/6.
[2] Buhârî, Nikâh, 63.
[3] “Âişe” maddesi, DİA, II, 204.
[4] Asr-ı Saâdet, III, s: 416.
[5] Asr-ı Saâdet, III, s: 410.
[6] “Âişe” maddesi, DİA, II, 204.
[7] Müslim, 2493; “Âişe” maddesi, DİA, II, 204.
YORUMLAR