İslâm Hukukunda Câriyelik

Nisan sayımızda, “Osmanlı Kadını ve Harem” başlığı altında işlemeye başladığımız bu konuyu, bir de İslâm Hukuku’ndaki Köle ve Câriyelik açısından da değerlendirmek istedik. Aslında bu husus, çok geniş kapsamlı ve tafsîlâtlı bir konu… Biz burada meselenin bütün detaylarını vermek yerine bir-iki sayfalık dergi yazısına sığacak şekilde maddeler hâlinde özetleyerek dikkatinize sunuyoruz. Bu konuda daha fazla bilgi almak isteyen okuyucularımıza, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün “Tüm Yönleriyle Osmanlı’da Harem” (Timaş Yayınları, İstanbul-2007) adlı eserini ve Halime Demireşik’in “Hanım Gözüyle Mü’minlerin Anneleri” kitabının “İslâm’da Kölelik” adlı bölümünü tavsiye ediyoruz.

-Köleliği, İslâm başlatmamıştır. Kölelik, savaşların yaşandığı tarihin ilk devirlerinden itibaren var olan bir geçmişe sahiptir. İki taraf birbiriyle harb ederken savaş meydanında ölenler ölür, geride kalan esirler, gâlib tarafından ele geçirilirdi. Gâlib taraf, ya ele geçirdiği esirlerin hepsini hemen oracıkta öldürür ya da onlardan istifade etmek üzere beraberinde götürürdü. İşte kölelik ve câriyelik, bu tabiî durum neticesinde oluşmuş ve bütün dünyada tarih boyunca uygulanmıştır.

-İslâm, köle ve câriyeliği, sadece savaştaki esârete tahsis etmiş, bunun dışındaki sebeplerle köle ve câriye edinmeyi kaldırmıştır.

-İslâm, esir ve kölelerin öldürülmesini yasaklamış, onları âdeta aziz misafirler hâline getirmiştir. İslâm’da harb tamamlandıktan sonra, elde edilen köle ve câriyelerin öldürülmesi yasaklanmıştır. Ele geçirilen esirler, tıpkı ganimetler gibi, beşte birlik devlet payı ayrıldıktan sonra savaşa katılan gaziler arasında taksim edilir. Gâziler, isterlerse köle ve câriyeyi kendi hizmetinde kullanabilir, isterse onu daha varlıklı kimselere satabilirler.

-İslâm’da köle ve câriyeye “insan” statüsü verilmiş ve onlar için ayrı bir hukuk tanzim edilmiştir. Câhiliye döneminde ve birçok toplumda, köle ve câriyelerin, sıradan bir eşyadan farkı yoktur. Sahibi, onu isterse amansızca çalıştırır, isterse döver, işkence eder veya öldürebilir. Kimse, ona, bu konuda hesap soramaz. İslâm ise, köle ve câriyeye, gücünü aşacak iş verilmesini yasaklamış, sahiplerine kendi yedikleri, içtikleri ve giydikleri cinsinden köle ve câriyelere de bakmaları emredilmiştir. O, âdeta evin bir parçası ve âile fertlerinden birisi hâline getirilmiştir.

-Esir kadınlar demek olan câriyeler, iki farklı statüdedir:

Birincisi, günümüzdeki hizmetçiler gibi sadece ev işlerinden (istihdam) sorumludur. Onun dışında ev sahibi veya bir başkası ile ile “cinsî mânâda” bir münâsebeti (istifraş hakkı) yoktur. Bu câriyeler, İslâm hukukuna göre, efendilerinin iznini alarak hür veya köle başka erkeklerle evlenebilirlerdi. Böyle durumdaki cariyenin, efendisi ile münasebeti, sadece iş münasebetidir. Efendisinin evinde yemek temizlik vs. işlere bakarlar. İşte Osmanlı Haremi’nde çalışan câriyelerin % 90’ı hizmetçi statüsündeki câriyelerdir. Hizmetçi statüsündeki câriyelerin, başkalarının hanımı olan hür kadınlardan ayrıldığı bir nokta da, efendisinin evinde ve işinde onun hizmetlerini îfâ ederken, hür kadınlara göre daha serbest davranması ve avret ölçülerinin farklılığıdır.

Çok suistimal edilmesi sebebi ile evvelâ avret ve mahremiyet tâbiri üzerinde durmak istiyorum. Avret, başkalarının görmesi haram olan yerlerdir. Başkalarının görmesi yasak olan vücudun bölgeleri, insanların erkek, kadın ve köle yahut câriye olmalarına göre değişmektedir. Meselâ, erkeğin avreti, yani görülmesi yasak olan vücut bölgeleri, göbeği ile dizleri arası bölümdür. Hür kadının avret mahali ise, yüzü, elleri, (bir görüşe göre de) ayakları dışındaki bütün vücududur. Câriyenin, yani kadın kölenin avret mahalli ise, dizden yukarısından itibaren kollar ve baş hâriç vücudunun bütün bölgeleridir. Yani câriyenin kolları, ayakları (dizlerine kadar) ve başı, avret mahalli sayılmamaktadır. Bütün bunların şartı, şehvetle bakmaya vesile olmaması ve şehvetle bakılmamasıdır. Bu duruma göre, filmlerde ve kitaplarda anlatıldığı gibi, Padişahların câriyelerle havuzlarda veya hamamlarda gönül eğlendirmesi imkânsızdır. Çünkü bu, dinen câiz değildir. Çünkü câriyelerde birbirlerinin bütün vücuduna bakamazlar; nasıl bir erkek veya kadın, başka bir hemcinsinin avret mahalline bakamadığı gibi…

İkinci grup câriyeler de, sahiplerinin kendileriyle âile hayatı geçirebileceği kimselerdir. Bu tür câriyeler, köle veya hür, herhangi bir erkekle nikâh akdi bulunmayan kimselerdir. Bu şekildeki câriyelerle sahibi, arada bir nikâh akdi bulunmaksızın birlikte olabilir. Ancak bu birliktelikler neticesinde câriye bir gün hâmile kalırsa, “ümm-ü veled” statüsüne girer ve otomatik olarak câriyelikten hür kadınlığa terfi eder.

Efendi, isterse, câriyelerine nikâh kıyabilir. Fakat nikâhlı eşlerinin sayısı (hür ve câriyeler, toplam olarak) dördü geçemez. İslâm’da çok evlilik ile ilgili hükümler, bu yazımızın konusu olmadığı için bu konudaki tafsîlât, ilgili eserlere bakılabilir.

Efendi için sâbit olan bu hakka, “istifraş hakkı” denir. Bu hak da Kur’ân’ın prensipleriyle, zinaya yol açmaması ve gizli metres hayatına dönüşmemesi için önemli kâidelere bağlanmıştır. (Bkz: en-Nisa, 24)

Hür ve evli bir kadın ile istifraş hakkına dayanılarak karı-koca hayatı yaşayan câriye arasındaki tek fark, câriyenin efendisinin mirasından istifade edememesidir. Bu câriyeler, efendisinin karısı gibidir. Efendisinden başka hiçbir erkekle âile hayatı yaşayamazlar.

-Köle ve câriyeler, ortada bırakılmamış, toplumun ahlâk ve güvenliğini temin için, her biri bir âilenin yanına ve zimmetine verilmiştir. Böylece köle ve câriyenin, “Ben bugün ne yiyeceğim, rızkımı nasıl temin edeceğim, kendime ve çocuğuma nasıl bakacağım?” endişesi kalmamıştır.

-İslâm, köle ve câriye sahibi olmayı zorlaştırmış ve onları, ancak varlıklı âilelerin yanında istihdam edilebilecek bir konfora ulaştırmıştır. Kendine bakmaktan âciz insanlar, bir de köle ve câriyeye bakamayacakları için, köle ve câriye sahibi olmayı tercih etmemişlerdir. Peygamber efendimiz, köle ve câriye sahiplerinin, ellerindeki bu hizmetkârlara güzel muâmelede bulunması ile ilgili birçok tembihte bulunmuş ve hatta onların eğitim ve terbiyelerini de sahiplerinin sorumluluğu altına vermiştir. Hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:

“Kimin bir câriyesi varsa, ona bir eğitim, fakat iyi bir eğitim versin. Câriyesini hür bir kadın olarak evlenebilmesi için efendisi onu azad etsin. Böyle yapan efendiler, Allah tarafından iki ecirle mükâfâtlandırılacaktır.” (Buhârî, Itk, 49)

Câriyelerin, belli bir eğitim ve terbiyeden sonra uygun birisi bulununca evlendirilmesi de yine sahiplerine tavsiye edilmiştir. (Bkz: en-Nûr, 32)

-İslâm’da, herhangi bir köle, rahat içinde yaşıyor bile olsa, kendi özgürlüğünü ev sahibinden istediğinde, ev sahibinin bunu reddetme hakkı yoktur. Ona emsâli üzerinden bir bedel takdir edilir. Köle, isterse dışarıda çalışarak bu bedeli öder, isterse ev sahibi için yapmış olduğu işler hesab edilir ve bu bedel ödendiğinde hürriyetine kavuşur. (Mükâtebe) Âzâd olmak isteyen kölelere, zekât verilmesi de teşvik edilmiştir.

-İslâm’da köle âzâd etmek teşvik edilmiş ve bazı haramların (zıhâr, yemin kefâreti vb.) cezâsı, ilk olarak “köle âzâdı” şeklinde belirlenmiştir.

-İslâm, köleliği resmen kaldırmamış, ama köle ve câriyeliği fiilen zorlaştırarak zaman içinde ortadan kalkmasına sebep olmuştur. İslâm’ın, savaş esnasında karşı tarafın kendi muhâriplerini esir aldığı veya öldürdüğü bir ortamda, “Ben esir almayı kaldırdım.” demesi mantıkî ve caydırıcı olmazdı. Bu yüzden o günün savaş kaidelerinin gereği olarak esâreti kaldırmamış, ama yukarıda ifade edildiği gibi, esirleri, bundan sonraki hayatlarında rahata kavuşturmuş ve kendi ayakları üzerinde duracak hâle getirmiştir.

-Müslüman bir toplum ve âile içinde, eskiden düşmanı olduğu dinin esaslarını, görme, tanıma ve hatta yaşama imkânı bulan esirler, İslâm’ın bu müsamahasını görünce Müslüman olmayı tercih etmişlerdir. İslâm tarihi, babası veya annesi esirken İslâm’ı seçmiş ve İslâm’a hizmet etmiş nice âlim, hakîm, komutan ve devlet adamı ile doludur. Hatta Mısır’daki Memluklular (Kölemenler) Devleti, bu şekilde İslâmiyet’le esâret hayatında tanışmış olan kölelerin kurduğu bir devlettir.

PAYLAŞ:                

Rukiyye Gönüllü

Rukiyye Gönüllü

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle