İsin Yanına Giden İs Alır

İnsan olarak girdiğimiz ortama göre zaman içinde hâl ve hareketlerimiz değişir, kalbimiz oradan etkilenir. Zamanla görüştüğümüz ve gönlümüzde muhabbetini beslediğimiz insanlar gibi olmaya başlarız.  

Çocukluğumdan beri fark ettiğim şey, çevremdeki sevdiğim kişilere göre, kalbimin şekilden şekle girdiğidir. Okul yıllarında İmam Hatip Lisesi’nde okurken, tamamıyla onlardan biri olup çıkmıştık. Sonra girdiğimiz vakıf ve dernek çevrelerinde de onlara benzemeye başaldık

Evet, insanlar gene olarak bukalemunlara benzerler; girdikleri ortama göre şekil değiştirebilirler. Fakat bizi bu değişken hayvanlardan ayıran bir fark var. Onlar farkında olmadan ve kendilerini tehlikelerden korumak için renk değiştirirler. Bizim şekilden şekle girmemiz ise, çok daha farklı sebeplerle… Bazen gerçekten tehlikelerden korunmak için, bulunduğumuz ortama uyum sağlarız. Bazen de bulunduğumuz ortama uyum sağlamamız başlı başına bir tehlikedir. Kötülere ve kötülüklere uyum sağlamak, böyledir meselâ… Çünkü yalnızca güzel yerlerde, güzel insanlarla olmak ve onların şekline bürünmek, kalbimizi kararmaktan ve tehlikelerden korur. Aksi takdirde atalarımızın da dediği gibi, “Körle yatan, şaşı kalkar.”

İnsanoğlu güzelliklere çabuk alıştığı gibi, günâha ve kötü şeylere de çabuk alışır. Dışarıdan kapalı, havasız ve kötü kokan bir mekâna girdiğimizde önce boğulacak gibi oluruz, bir müddet sonra kokuya ve havasızlığa alışırız. Biraz daha beklediğimizde ise, o kötü kokular üzerimize siner. Kötü bir ortama girdiğimizde önce yadırgarız, daha sonra yavaş yavaş alışmaya başlarız, sonrasında ise tıpkı oradakiler gibi oluruz.  Öyle ya, isin yanına giden is, misin yanına giden mis kokar. Zira çürük meyvelerin yanında duran sağlam meyveler de zamanla çürümeye mahkûmdur. Bu dünyada kim var ki, nefsinden emîn!..

Bu durum, güzel ortamlar için de geçerli… Vaktini Allah için harcayan, tek derdi Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak olan kişilerin bulunduğu topluluğa katıldığımızda; önce karanlıktan aydınlığa çıkmış gibi gözlerimiz kamaşır, sonra alışırız ve zamanla onlar gibi olmaya başlarız. Atalarımız boşuna dememişler, “Kır atın yanında duran; ya huyundan, ya da suyundan” diye.

Kısacası; evlatlarımızı ve tesirli olabildiğimiz çevremizi hep güzel yerlere yönlendirmeli, gerekirse bu konuda ısrarcı olmalıyız. Girdiğimiz ortam kötü kokuyorsa, Rabbimizin rızâsına uygun değilse; önce orayı havalandırmaya çalışmalı, yani “emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker”de bulunmalıyız. Bu, elimizle, dilimizle kötülükleri engellemeye çalışmak ve yine elimizle ve dilimizle iyilikleri yaymaya çalışmak demektir.

Eğer bütün gayretimize rağmen değişen bir şey olmuyorsa, oraya kalben alışmadan hemen terk edip; kavlî ve fiilî duâda bulunmalıyız. Kavlî (sözle) duâ, hem Allah Teâlâ’nın bizi koruması için, hem de o insanların hidâyete nâil olmaları için… Eğer kendimizi korumamız imkânsız hâle gelmişse ve artık oradaki insanlara da bir hayrımızın dokunması ihtimali kalmamışsa, sırf Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını gözeterek oradan hicret ederiz. Bu da fiilî (bedenimizle) duâdır. Biliriz ki, Cenâb-ı Hakk’ın arzı geniştir. Rızık, her yerde vardır. Niyetimiz hâlis olursa, Rabbimiz de bizi yardımsız bırakmaz.

Cenâb-ı Hak, bizleri güzel ortamlarla ve güzel insanlarla nimetlendirsin; kalplerimizi kötülüklerden ve kötülerden muhafaza buyursun. Âmin!..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle