İşçi...
İşçi deyince ilk aklıma gelen, alın teri, emek ve evine helâl rızık götürmeye çalışan babalardır. Bu, bâzen anne de olabilir ya da bir delikanlı… Fakat genel olarak babadır âilesinin rızkını kazanan… Nasıl ki Allah Teâlâ, bütün kâinatı kullarına hizmet etsin diye vermişse, anne ve babalar da bütün imkânlarını çocuklarına sunarlar. Yuvasına helâl rızık getirebilmek için elleri benzin kokan oto tamircisi babamın; ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ bizim ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek amacıyla yine elleri benzin kokuyor.
Allah Teâlâ, evin rızkını temin etme vazifesini erkeğe vermiştir.
“Mallarınız ve çocuklarınız, sizin için bir imtihandır!..” (el-Enfal, 28) buyuruyor Cenâb-ı Hak…
O hâlde imtihanı kazanabilmek için rızkımızın helâlinden olmasına dikkat etmeliyiz. Öyle ya, nereden kazandık, nereye harcadık, bu malı nasıl elde ettik? Hepsinin hesabı var!. Rabbimiz, herkesin rızkını tayin etmiştir. Kişi, nasibinde ne varsa, onu kazanır. Ne bir eksik, ne bir fazla!.. Fakat kazancının helâlinden olması, insanın kendi irâdesindedir. Helâl rızık, başlı başına berekettir.
Hâl böyleyken, günümüzde belki de işçilerin en çok ihmal edilen hakkından başlamalıyım. İşçinin ibadet hakkı… Çoğu zaman beylere:
“-Namaz kılıyor musunuz?” diye sorulduğunda;
“-İşimden dolayı kılamıyorum!” cevabını almak, ne kadar acı!..
Aslında namazın bahanesi yok!.. Nasıl ki yemek yemenize müsaade etmeyen işyerinde çalışamıyorsanız aç açına… Mevlâ’ya kulluk borcumuz ve rûhumuzun ihtiyacı demek olan namazımıza mâni olan bir işyerinde de çalışmamalı, diğer haklarımızı talep ettiğimiz gibi ibadet hakkımızı da istemeliyiz. Bir patronun işçilerine bu konuda izin vermesi, kendi menfaatinedir aslında… Çünkü namaz kılınan yere, rahmet yağar. Bereketli kazanç demiştik ya; işte Allah’tan gâfil kazanılan paranın bereketi de olmaz. İşveren, farz ibadetlerini hem kendisi ihmal etmez, hem de emrindekilere bu konuda imkân sunarsa; Cenâb-ı Mevlâ da işlerini açar, ona bütün zorlukları kolay eder. Zira mülkün esas sahibini unutarak kazanılan paradan kimseye bir hayır gelmez!.. Bir işçinin namaz vakti girdiğinde namazını rahatlıkla kılması ve Ramazan ayında orucunu tutması, onun en önemli hakkıdır. İmam Hatip Lisesi’nde iken bu mübarek ayda kantinimiz kapanıyordu, iyi de oluyordu. İşyerlerinde de Ramazan ayında, oruçlu olanlara saygı açısından, akşam ezânına kadar yemek verilmemesi ve mümkün olduğunca bu aya hürmeten oruçlu çalışanların işinin hafifletilmesi, Rabbimizin hoşuna gidecek güzel bir davranıştır.
Kanunen bir işçinin çalışma süresi, günlük sekiz saat. Sekiz saatten fazla çalışan işçinin mesâî parası alması gerekir. Kul hakkına girmemek için buna dikkat edilmeli, çok çalışanla az çalışan aslâ aynı kefeye konulmamalı, herkese emeğinin karşılığı ne ise verilmelidir.
Bir de işçilerin “sigorta hakkı” var. Çalışanın iş esnasında başına gelebilecek kazalara, olabilecek sağlık problemlerine karşı bir destek ve ileri yaşlarda emekli olabilmeleri için sosyal güvencedir. Bazı patronlar bundan kaçınırlar; fakat kul hakkına girer. Emrimizdeki işçilerin bütün haklarını gözetmeliyiz.
İşçinin yemek ve yol masrafı da mümkün mertebe karşılanmalıdır. Bünyemizdeki çalışanların her türlü ihtiyacını göz önünde bulundurmalı ve verimli iş yapabilmek için de rahat bir çalışma ortamı sağlanmalıdır.
İş ortamının insan sağlığını zedelemeyecek şekilde olmasına dikkat edilmelidir. Aşırı soğuktan veya aşırı sıcaktan korunacak ve verimli şekilde çalışmalarını sağlayacak bir ortam hazırlanmalıdır. İşveren konumundaki insanlar, kendileri için ne gibi şartları hazırlıyorsa, işçilerinin de aynı ihtiyaçlara sahip olduğunu unutmamalıdırlar. İşverenin kendisinin çalışamayacağı yerde işçilerini de çalıştırmaması gerekir.
Bir hadîs-i şerîfte:
“Kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemeyen kimse gerçek mânâda iman etmiş olmaz.” (Buhârî, İman, 7) buyuruyor Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…
Çalışanların izin hakları da vardır. Sıla-i rahim yapabilmesi ya da özel işlerini halledebilmesi için, haftalık iznin yanı sıra, bir de senelik izin hakkı olmalıdır. Ayrıca doğum, cenâze, hastalık… gibi zarurî durumlarda da izin almak en tabiî haklarıdır.
Yine çalışanlara, emeğinin tam karşılığını vermeli; çok çalıştırıp az para vererek kul hakkına girmemelidir.
Yazımıza başlarken “genelde babadır, evinin rızkını kazanan” dedik. Fakat bâzen istisnâlar olabiliyor ve mecburiyetten hanımlar da çalışmak zorunda kalıyorlar. Böyle durumlarda işverenin, hanımlara gücünün üzerinde iş vermemesi gerekir. Bir de güzel dînimiz hanımlara ayrı bir kıymet vermiştir. O hâlde işyerlerimizde biz de aynı değeri vermeliyiz. Bu da mahremiyet sınırlarına dikkat ederek, hanımların erkeklerden ayrı bir yerde ve rahatça çalışmasını sağlamakla olur.
Bir hususa daha işaret etmek istiyorum; o da işçinin emeğinin karşılığını zamanında alamamasıdır. Bu basit gibi görünen durum, insanı bâzen öyle zor duruma sokar ki!.. Herkes kendisini, alacağı maaşa göre ayarlar. Faturalar, taksitler, ev kirası… Hepsinin günü vardır. Bazen birkaç ay parasını alamayan, işten çıkarıldığı hâlde hak ettiği tazminat ödenmeyen işçilerin mağduriyetine şahit oluyoruz. Alın teri ile çalışıp, çoluk çocuğunun rızkını kazanmaya çalışan bu insanları ve âilesini zor durumda bırakmaya hakkımız yok.
Velhâsıl işverenin emrindekilere davranışı; kendisine nasıl muâmelede bulunulmasını istiyorsa öyle olmalıdır. Zira mülk, Allâh’ındır. Dilediğinden alma, dilediğine de verme kudretine sahiptir. İşveren durumundayken gün gelir, o işçinin yerinde oluveririz. Kaldı ki, öyle olmasa bile yüreğinde Allah korkusu olan kişi, kul hakkına dikkat eder.
Cenâb-ı Hak, cümlemize, mevkîmiz ne olursa olsun, insanca muâmele etmeyi, sorumluluğumuz altındaki insanların haklarına riâyet edebilmeyi nasip etsin. Bizleri merhamet eden ve mukâbilinde merhamet buyurduğu kullarından eylesin! Âmin!
YORUMLAR