“Bir şey, yapmaya değerse, en iyi şekilde yapmaya değerdir.
Bir şey, sahip olmaya değerse, beklemeye değerdir.
Bir şey, başarmaya değerse, kavgaya değerdir.
Bir şey, denemeye değerse, vakit ayırmaya değerdir.”
(Oscar Wilde)
İnsan duygularını iptal ederek, işini yapabilir mi?
Her gün aynı yollardan geçmek, aynı insanlara selâm vererek aynı masaya oturmak, bildiği şeyleri tekrar tekrar yapmak, rûhumuzun biricikliğini soldurmaz mı?
İnsanız ve bu karmakarışık dünyada sebebini bilmediğimiz birçok tesir altında yaşıyoruz. Karşılaştığımız insanlar içinde, işini severek ve îtinâ ile yapanlar olduğu gibi, muhatabıyla hiç alâka kurmadan, günü bitirmeye çalışanları da görmek mümkün… Monotonluğa teslim, her dem hâlinden gayr-ı memnun ve müştekî bir kimsenin, kime, ne hayrı ola ki?
Oysa “işini iyi yapmak”, gereken bilgilere sahip olmak kadar, duygularımızı da ekleyerek elde edebileceğimiz bir kıvam... Küpte ne varsa, dışına o sızarmış! Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh-’in ifadesiyle:
“-Bedenler yorulduğu gibi kalpler de yorulur. O hâlde kalplere, yeni hikmetler hediye ediniz!”
Çünkü yıpranan duygular, gülümsemeyi ve nezaketi engellediği gibi, kazancın helâlliğini de bulandırır.
Peki, her gün mesleğini hakkını vererek ve hissederek yerine getirebilmek mümkün mü? Buna yardımcı olacak sihirli bir iksir var mı?
“-Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalışınız!” düstûru, mü’minlerin zihnindeki yolları açan temel bir işaret levhası gibidir. Çünkü bize, dünya ve âhiretin birbirinden ayrı olarak mâmur edilebilecek mekânlar olmadığını hatırlatır. Aksine, varoluşumuzun hakikatinde “Dünya, âhiretin tarlasıdır.” ve ikisi, birbirini var ederek tamamlar. Var olduğumuz şu dünyada, gerçeğimiz olan amellerimizin yansımasıdır, âhiret... Her zaman örgünün tersini de çevirerek, bize hâl ve gidişimizi kontrol ettirir.
Ayrıca bu kısacık cümle, ruh ve beden gibi birbirine can veren iki boyuttan müteşekkil olduğumuzun mükemmel bir ifadesidir. Yapıp ettiklerimiz, tıpkı ibadetlerimiz gibi, bedenen gerçekleşir; fakat rûhumuzdan ilhamını alır ve ruhumuzu besleyerek yeniden vücut bulur.
Ölmeyecekmiş gibi çalışmak, işini sağlam yapmayı öğütler. Yarın ölecek gibi âhirete önem vermekse, ihlâsla kulluğumuzu canlı tutmaktır. Şâirin dediği gibi, dünyasında âhiret olmayan, lunaparkta gezer gibi yaşar; birinden iner, ötekine biner. Âhireti olmayanın dünyası da olmaz.
Meşguliyetlerimiz, günümüzün mânâ ve değer haritası, varoluşumuzun ibrâzıdır. Bu sebeple yaptığımız şeyler, egoyu kapının dışında bırakıp her güne yeniden başlayarak, en büyük ihtimamı hak eder. Duygularımız, tıpkı tuğlaların arasındaki sıva gibi, sağlamlaştırarak bizi bir arada tutar. Eğer, yaptığımız işe hislerimizi katmadan, hayatı santim santim ölçersek, insan olmanın hazzını kaçırmış oluruz. Eskiler, “Evladım, yaptığın işe kendini ver!” derken bu bütünlüğe vurgu yaparlardı elbette…
Aslında her ânımızı, tabiî olarak, bütün duygu ve düşüncelerimizle dolu dolu yaşamalıyız. Çünkü hayatımız, dolu dolu hissederek geçirdiğimiz o ânların bütününden başka bir şey değildir.
YORUMLAR