“Zamanı en kötü şekilde kullananlar,
en çok zamanın kısalığından şikâyet ederler.”
(La Bruyere)
“Hiç irâdem yok!” diye kendinden şikâyet eden birinin dahî hayatının her alanında “irâde” vardır aslında. İradenin etimolojisine (köklerine) baktığımızda, bu gerçeği daha net görürüz. Çünkü irade, bir şeyi istemek, murâd etmek mânâsına gelir. Hayatında herhangi bir şeyi istememiş olan bir insan düşünülebilir mi?
Bir konu hakkında güçsüz bir duruşunuz olduğunu düşünüyorsanız, öncelikle o işi sevmeli ve ciddî anlamda istemelisiniz. Çünkü gerçekten istediğimizde, bütün varlığımızda, en küçük hücremizden bedenimizin dışına yansıyan enerjimize kadar ona ulaşmak için güç buluruz. Paulo Coelho da “Bir şeyi gerçekten istersen, onu gerçekleştirmek için bütün kâinat senin için iş birliği yapar.” der. Bu felsefe üzerine yazdığı romanda, sadece varlığımızın değil, kâinâtın da gerçekten istediğimizde, muradımız için bir irâde gösterdiğine işaret eder.[1]
İrâde hakkında en sık söylenen tariflerden bazıları şunlardır:
-İrâde, vazgeçmemektir.
-İrâde, yaptığın şeyi severek yapmaktır.
-İrâde, güçlü bir duruştur.
-İrâde, insanın nefsiyle mücadelesidir.
-İrâde, seçim yapmaktır.
Benim tarifim; irâde, kişinin nefsiyle bilgi ve hikmetle mücadele etmesidir. Nefisle mücadele kesinlikle bir ölüm-kalım savaşı değildir!.. Zira İslâm’da nefse hâkim olmak, onun dizginlerini ele almak vardır. Onu tamamıyla yok etmek veya öldürmek değil!.. Çünkü şuursuz bir şekilde nefse daimî bir mukavemet ve muhalefet göstermek, bir müddet sonra onun kontrolüne girmek demektir. Direnç gösterilen, kabul edilmeyen davranışlar, ters bir tesir geliştirerek uzun vadede o şeyi aslâ yapamamamıza yol açar.
İrâde, içinde birçok alt başlığı barındıran kapsamlı bir konudur. Hakkında kitaplar yazılmış, tartışmalar yapılmış, eğitimler verilmiştir. Birçok dînin temelinde, kişinin irâdesini güçlendirme prensibi vardır. Bunun sebebi, insanın tekâmülünü sağlayan temel faktörün irâde olmasıdır. İnsanı irâdeden ayrı düşünmek imkânsızdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran ve ona sorumluluk yükleyen özelliği, onun irâde sahibi olan bir varlık oluşudur.
İrâde, aklın ürünüdür. “Ne kadar akıllıysak o kadar irâdeli, ne kadar irâdeliysek o kadar akıllıyız!” diye bir denklem kurabiliriz. Kitâbü’l-Ezkiyâ’da Hazret-i Ömer’in şöyle bir sözü nakledilir:
“Cennet nimetlerinden en çok zevk alacak olanlar en akıllı olanlardır.”
Burada akıl, tam da kastettiğimiz mânâda, “irâde” olarak kullanılmıştır. İnsan dünyada aklını, başka bir deyişle, irâdesini kullandığı kadar Cennet’ten zevk alacaktır. Bir şeylerden tatmin olabilmemiz için irâdeli olmaya ihtiyacımız var.
İrâde, yaptığımız işe ve hayatımıza derinlik ve mânâ katar. Bir işi gerçekleştirirken muhakkak başka işlerden fedakârlık yapmak durumunda kalırız, istisnâları olmakla birlikte genellikle böyledir. Meselâ siz kitap yazmak için gecenin bir vaktinde bilgisayar başında çalışırken, belki de ev ahalisi sıcacık yataklarında derin bir uyku çekiyorlardır. Siz ise, bu sırada yazacaklarınızı, fikirlerinizi zihninizde dolaştırıp duruyorsunuzdur. Kitap yazma süreci âdeta bir bebek gibi zamanınızı almış, duygu ve düşüncelerinizi tamamen kaplamıştır. Dolayısıyla sizin için çok kıymetlidir. İrâdenizle bunu başarabilmek adına konfor alanınızdan uzak durmayı seçmişsinizdir. Hayatımızdan bunun gibi yüzlerce misal verebiliriz. Başarı ve mutluluğun formülü aslında basittir. Fakat biz insanlar onu zorlaştırırız. Yapılması gerekenler şunlar: Tutkuyla bağlan ve iradeyle hedefine ilerle!
Bunun için kendimize şu soruyu sık sık sormalıyız:
“-Neden? Bunu neden yapıyorum?”
Bir mânâ ve kıymet yüklediğimiz şey üzerinde irâde sahibi olabiliriz. Uğrunda fedakârlık yaptığımız ve emek harcadığımız her şey, bizim için giderek daha da mânâlı hâle gelir.
Bazı insanlar daha irâdeli olurken bazıları ise çabucak vazgeçebilirler. Vazgeçenler, güçlü irâde sahibi olanların bu durumu doğuştan elde ettiklerini düşünerek kendilerine kurban rolü biçiyor olabilirler. Bu yapının genetik kodlarla bağlantısı olsa da, irâde, kas gibi geliştirilebilen, geliştirilmesi gereken bir güçtür.
“-Artık benim irâdem sağlam, bu irâde bana bir ömür yeter!” gibi bir durum söz konusu değildir.
İrâde sahibi insanlar bazı alıştırmalar ile, beslenmeyle, uyku ve çalışma düzenleriyle, ibadetleriyle sürekli irâdelerini güçlü ve diri tutarlar. İrâde kontrolleri de kendi irâdeleri altındadır. Bazen şuurlu olarak irâde güçlerini azaltarak kendilerine ödül verirler, bazen de isteyerek irâdelerini kuvvetlendirmek adına kendilerini bazı şeylerden alıkoyarlar. İrâde sahibi bir insan, gelişmiş, başarılı ve mutlu bir fert olmak için arzularına gem vurması gerektiğini iyi bilir. Hürriyetin, istediği her şeyi yapmak olmadığının farkındadır.
Bunun en güzel misalini ibadetlerde görüyoruz. İbadetleri ömrümüzün bir kısmında yerine getirdiğimizi iddia ederek, “Artık bundan sonra ibadet etme ihtiyacı hissetmiyorum, bu kadarı yeter!” diyemiyoruz.
İbadetler, irâdeyi çalıştıran ve sağlamlaştıran en güçlü enerji kaynağıdır. Namaz misali üzerinden anlatacak olursak; irâdeyi güçlendirmek için ilk şart olan odaklanma, namaz ibadetinin merkezini oluşturur. Bakışları belli merkezlere sabitlemek, vücudu belli şekillerde tutmak için bütün varlığımızla odaklanırız. Namaz ibadetinde vücudun belli şekillerde istendiği gibi durmasının hedeflerinden biri, zihni de bedenin odaklandığı gibi odaklamaktır. Çünkü zihin ve beden, aynı sistemin parçalarıdır, birbirine tesir eder demiştik. Namazda belli rükünler üzerinde vücudumuzu sabit tutarken, zihnimizi Yaratıcı’ya ve O’nun yarattıklarına odaklamak daha kolaydır. Zihni odakladıktan sonra da kalp hemen meyleder. Artık insan bir bütün olarak ibadetine odaklanmıştır.
Bir bütün hâlinde odaklanan insanın, anbean irâde kuvveti artar. Kur’ân-ı Kerîm’de namazın irâdeye tesiri anlatılmıştır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Kitaptan Sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…” (el-Ankebût, 45)
Bu âyet, günde beş defa irâdesini terbiye eden insanın, kötü ve hayâsız işlerden uzak durmasının kolay olacağını anlatıyor. Bunun yanında, bu insanın, irâdesini yönetebildiği için başarılı olma oranı da diğer insanlara göre daha yüksektir. O hâlde, netice olarak insan irâdesini terbiye eden en tesirli sistem; dosdoğru, huşû içinde, odaklanarak kılınan namaz ve sâir ibadetlerdir diyebiliriz. (Devam edecek)
Büşra ÜMMÜHAN
[1] Aslında bu görüş, İslâmî açıdan tartışmalıdır. Kâinât dediğimiz cansız varlıklar ve kader, kendi başına karar veren akıllı/irade sahibi bir varlık değildir. Cenâb-ı Hakk’ın külî irâdesini, kâinatın işleyişine hamletmek, doğru bir bakış açısı değildir. Başka bir ifadeyle kâinat, yöneten değil, yönetilendir. Ona da, kadere de tek hükmü geçen Cenâb-ı Hak’tır.
YORUMLAR