İnsanın Serecamı

İnsanoğlu bu; evliler boşanmak ister, bekârlar evlenmek… İşsizler çalışmak ister, işçi çalışmaktan bitkin… Fakirler zengin olmak ister, zengin bir parça huzur… Ünlüler saklanmak ister, ahâlî ün peşinde… Siyahlar beyaz olmak ister, beyazlar bronzlaşmak…

İnsan için dünya üzerinde nihâî bir mutluluk, çölde serap gibidir; yaklaştıkça uzaklaşır. Sahip oldukça değeri azalır. Ulaştıkça bir başkasını daha ister. Nitekim insanın bu özelliğini Rabb-i Rahîm’i bilir ve târif eder:

“Kahrolası insan ne kadar da nankördür.” (Abese, 17)

Bunun yanında Âlemlerin Rabbi, bir başka âyet-i kerîmede; “Biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (et-Tîn, 4) buyurur.

İşte insanoğlu, denizin gelip giden dalgaları, ağacın rüzgârla sallanan dalları gibi gelir gider, iki sınır arasında… Tıpkı mü’minin her daim korku ve ümit içerisinde gelip gitmesi gibi…

Havf; tatlı bir korku, Allâh’ın celâl, kibriya ve azameti karşısında haşyet duyma…

Recâ; zevkli bir ümit, Âlemlerin Rabbinin lütuf, ihsan ve kereminden daima ümitvâr olma…

Rablerini hakkıyla tanıyan mü’minler bilirler ki; celâl sıfatları kalplere korku ve haşyet doğururken; cemâl sıfatları, gönülleri ümit, sürûr ve safayla doldurur. İnsanoğlunun dünya üzerindeki serencâmı hep bu minval üzere olmaktadır. Emir ve yasaklarla imtihana tâbî tutulup helâl ve haramlarla sınanmak... Amel-i sâlihleri işleyerek hayırları kazanmaya gayret ederken şer ve süflî işlerden kaçarak havf kapısıyla takvâya vâsıl olmak...

Âlemlerin Rabbi’nin Kur’ân-ı Kerîm’deki eğitim metodu da bu şekildedir. Bir kısım âyetlerle cenneti müjdelerken, diğer âyetler cehennem azâbıyla korkutur. İnsanın bir mûteber özelliği anlatılırken bir süflî özelliğine de misaller verilir. Kalbin bir atıp bir sessiz kalması gibi, insan, bir havfa, bir recâya sevk olunur ki, her daim canlı ve dinç kalabilsin.

Havf ve recâ, yani korku ve ümit, aynı zamanda insanoğlunun emniyet kemerleridir. Bunlar insanda kaybolduğu zamanlarda insan daha kolay gaflete düşebilir. Böyle zamanlarda imtihan daha da artar; gizli küfür ve şirk tehlikesi başlar. Havf etmeyen insanda şeytanın özellikleri baş gösterir. Büyüklük, gurur, kibir ardı sıra gelir. Bunlar mü’min için büyük ve sinsi tehlikelerdir.

Şeytan birçok zaman insana yaptığı amelleri güzel göstererek sağdan yaklaşır, rahatlık ve gurur verir. Fudayl bin Iyaz -Allah ondan râzı olsun-:

“İblis, üç şeyden biri ile âdemoğlunu tuzağına düşürür.” der. “Bunların birincisi, kendini beğenmesi, ikincisi amelini büyütmesi, üçüncüsü ise günahlarını unutturmasıdır.”

Havf ve recâ hâlinde bulunan mü’min, hem daimâ iyilik yapmaya gayret eder, hem de duâ ve istiğfar ile ilticâ hâlinde bulunur. Nitekim cennete girmek için yapılan ameller iktifâ etmemektedir. Allah Teâlâ’nın rahmet ve rızası olmadan, bereketi ve inâyeti gelmeden, ameller ve gayretler de küçük kalmaktadır.

Havf ve recânın en güzel örneğini, Hazret-i Ömer -Allah ondan râzı olsun- vermiştir. Buyurur ki:

“Eğer bütün insanlar cehenneme gidecek; sadece bir kişi cennetlik olacak dense, «Acaba ben miyim?» diye ümitlenirim. Şayet bütün insanlar cennete gidecek, sadece bir kişi cehennemlik olacak deseler, «Acaba ben miyim?» diye korkarım…”

 Bu havf ve reca, mü’mini her daim, şuur ve tevâzu sahibi kılmaktadır. Tâ ki; son nefes gelip ameller kesildiği zamana dek ümit ve heyecanla çalışmaya devam etsin. Hayatı boyunca Rabbi ile irtibâtı her daim sağlam, duâ, istiğfar, naz ve niyazı kuvvetli bulunsun... Nitekim Âlemlerin Rabbi, bir hadîs-i kudsîde:

“Ben kulumun zannı üzereyim. Beni nasıl tanırsa öyle muâmele ederim.” buyurmaktadır. (Buhârî, Tevhid,15)

Netice itibariyle, yapılan hata ve kusurlardan dolayı havf ile istiğfar ve duâya; rahmet ve mağfiretinden dolayı reca ile hamd ve tesbihata devam üzere bulunmak esastır.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ölüm döşeğinde olan bir gencin yanına girdi ve ona:

“-Sen kendini nasıl buluyorsun?” diye sordu. Genç:

“-Ben Allâh’ın affını umarım, yâ Rasûlâllah! Ve günahlarımdan da korkarım.” dedi.

Onun bu sözü üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:

“-Bu vakitte herhangi bir kulun kalbinde bağışlanma umudu ve günah korkusu birleşince, mutlaka Allah o kuluna dilediğini verir ve onu korktuğu azâbından emin kılar.” (Nesâî, Zühd, 31)

Unutulmamalıdır ki, Âlemlerin Rabbi, Kitâb-ı Kadîm’inde:

“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (ez-Zümer, 53) buyurmaktadır.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle