Beklemek ne zor iş! Vakti belirli bir bekleyişin son dakikalarını hatırlayın; o son beş dakika âdeta yıl oluverir.
Ecel, vakti belirlenmiş ölüm ânı! Ve gizlenmiş bu vakit kullardan… İşte bu yüzden olsa gerek, yılların bile nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Şu an yirmi yaşındaki bir gence sorsanız:
“–Hayat nasıl?” diye,
“–Çok hızlı!..” cevabını alırsınız.
“20”ye bir “20” eklemek kadar hızlı geçiyor hayat ve oluveriyorsunuz “40”…
Dünya hayatı için, “illâ aşiyyeten ev duhâhâ” (en-Nâziât, 46) diyor insan, o dehşetli kıyamet günü… Yani “dünyada ya bir akşam vakti ya da bir kuşluk vakti kadar ancak kaldık.”
Bu kadar kıymetli ömürler ise; günümüzde, kıyametin bu kadar yakın olduğu asrımızda, ne yazık ki, çok daha fazla israf ediliyor. İmtihandan imtihana koşturan öğrencilerin ömürlerinden tutun da, kariyer için harcanan hırs dolu, yarış dolu ihtiraslı hayatlara kadar toplumumuz bir insan mezbahasına dönüşmek üzere âdeta!.
“Dönüşmek üzere…” dedim, çünkü hâlâ bî-ümid değilim! İnanıyorum ki, Necip Fâzıl’ların, Mehmed Âkif’lerin ve nice velilerin, gönül sultanlarının beklediği “o gençlik” yetişiyor inşâallâh… Ama bir yanda da yığınla hebâ olanlar!
Televizyona saldırıyor, tüm suçu ve sorumluluğu onun üzerine yıkıyoruz. Evet, yanlış liseli genç örnekleri, saplantılı öğretmen tiplemeleri, özgürlük adı altında insan nefsinin zaaflarını güç gibi gösteren üniversiteli gençlerin anlatıldığı diziler, değişik komplo ve ihtiraslarla sapkınlığın aşk olarak tanıtıldığı acaip film ve diziler, elbette ki suçlu... Hem de ciddî bir ruh katliâmından sorumlu olarak... Ama dizilere prim veren anne-babaların durumuna ne demeli? Çocuklarını, biraz rahat nefes alabilmek(!) için televizyonun kucağına bırakan ebeveynler, televizyondan daha mı az sorumlu? Biz, abla-ağabeyler kardeşlerimizden daha mı az sorumluyuz?
İnsan gerçekten ihsana mağlup, sevgiye muhtaç!.. Ve akl-ı selîme hasret toplumumuz. Gençlerimize, sadece dünya hayatının küçük emellerini hedef gösterirsek, elbette boşluğa düşen insan çığlıkları da bitmeyecektir.
Âhiretin güzel yüzünü anlayıp anlatabilecek, Rasûl’ün sevgisini, Hakk’ın rahmetini, güllük-gülistânlık yürekler toplumumuzu selâmlayacaktır eminim!
Hayatı sadece üniversite imtihanı, kariyerli iş hayatı ile sınırlamayan genç, elini-gönlünü, aydınlık dolu ufuklara ümid ile uzatacaktır. Yeter ki, hayrı ve ümidi hatırlatan bir topluluk daima bulunsun.
“Sizden hayra davet eden… bir topluluk (daima) bulunsun!..” (Âl-i İmran, 104) ki, ümitler hiç solmasın!.. Ve gönüllerimiz insanların uçurumlardan kaçarak sığındığı çiçek bahçeleri olsun!..
Ve artık bu insan kıyımına, insanlığı sadece bir kitle ve sürü olarak görüp harcayan canavarlara “Dur!” diyebilecek celâdette mü’minler olarak koyalım yüreklerimizi ortaya!.. Allah, hakkın yardımcısıdır. Nice aç canavar, gençliği bir girdap gibi tuzağına çekerken; gönüllerimiz, onların ferah limanları olmalıdır.
“O vakit, Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer Sen, kaba ve haşin olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi…” (Âl-i İmran, 159)
İşte insanları israftan koruyan sır: Sevgi ve şefkat!
Herkesi kabiliyeti nispetinde istihdam edip bir kenara terk edivermemek!.. Âmâ Amr b. Ümm-i Mektum Hazretleri misâli, “Bayraktara da ihtiyaç vardır!..” diyerek bir yüreği daha Allah yolunda gayrete getirip kanatlandırabilmek ne güzel… Hep sahiplenmek, sevmek, kuşatmak çözüm! İsrafın da, şiddetin de, isyanın da, çoraklığın da, velhâsıl her problemin anahtarı muhabbet!..
Çünkü Allah bilinmeye muhabbet etti de bu kâinatı yarattı.
Rabbimiz, O’nu bilip bildiren muhabbet ehlinden olmayı nasib etsin, inşâallâh. Her birimizi istîdatlarımız nisbetinde hizmet etmeye ve bu insan israfından korunmaya müyesser kılsın! Âmin!
YORUMLAR