Lügatte; “herhangi bir şeyin bağını çözmek” mânâsında kullanılan “talak”, ıstılahta; “kadın ile erkek arasındaki bağın çözülmesi ve evliliğin sona ermesi” olarak târif edilir.
Küçük devlet olarak tasvir edilen “âile”, İslâm Dini’nde çok önemli bir müessese olarak görülmesine rağmen talâk, ne Hristiyanlık’taki gibi tamamen yasaklanmış, ne de Yahudilikte olduğu gibi tamamen serbest bırakılmıştır.
Boşanma, Hristiyanlığın Katolik Mezhebi’nde yasaklanmıştır. Ortodoks ve Protestan mezheplerinde ise, eşlerin birbirine ihaneti dışında boşanma mübah değildir. Boşanan eşler, her üç Hristiyan mezhebine göre başkalarıyla evlenemezler.
Yahudi şeriatında ise, herhangi bir geçerli sebep (özür) olmaksızın karısını boşamak serbesttir. Özürler, yaratılıştan gelen ve ahlâkî olan ayıplar olarak iki kategoriye ayrılır. Yaratılıştan gelen ayıplar; devamlı olan göz salgısı, şaşılık, ağız kokusu, kamburluk, topallık, kısırlık gibi kusurlardır. Ahlâkî kusurlar ise; sert mizaçlı olmak, geveze, pis, inatçı, müsrif ve açgözlü olmaktır.
* * *
Yeryüzündeki bütün canlılar, insanın hizmetine verilmiş; insanoğlu da “Allâh’ın yeryüzündeki halifesi” pâyesiyle şereflendirilmiştir. Âile, ümmet birliğini devam ettiren önemli bir müessese olduğu hâlde; insan psikolojisinin zorlandığı ve tükenmişlik yaşadığı durumlarda İslâm hukuku, talâkı (boşanmayı) helâl kılmıştır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Evleniniz, (ciddî bir sebep olmadıkça) boşanmayınız!.. Zira boşanma dolayısıyla Arş titrer...” (Ali el-Müttakî, IX, 1161/27874)
“Allah Teâlâ’nın en sevmediği helâl, eşini boşamaktır.” (Ebû Dâvûd, Talâk, 3; İbn-i Mâce, Talâk, 1)
* * *
Boşanmanın meşrû olabilmesi için belli şartlar vardır. Meselâ boşanma için en büyük sebep, açıkça yapılan edepsizlik, yani zinâ kabul edilmiştir. Eşlerden herhangi birinin yaptığı zinâ, diğer eşe karşı çok büyük bir haksızlık sayılmış ve boşanma süreci hızlandırılmıştır.
İkinci olarak; devam eden huzursuzluk, fikrî anlaşamamazlık ve saygısızlıktır.
Huzurlu ve sağlıklı bir toplumun oluşması için huzurlu ve sağlıklı âileler elzemdir. Aksi takdirde huzursuz ailelerde yaşayan fertler ve yetişen nesil de huzursuz ve sağlıksız olacaktır. Allah, erkekleri, fıtrat olarak kadınlardan daha güçlü ve metânetli kılmasından dolayı erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. (Bkz: en-Nisâ, 34) Onun için sâlih kadınlar, itaatkâr olup hem Allâh’a, hem eşlerine saygıda kusur etmezler.
“…Dik kafalılık, şirretlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarından ayrılın ve onları (hafifçe) dövün. Eğer size itaat ederlerse, artık onların aleyhinde başka yol aramayın. Çünkü Allah yücedir, büyüktür.” (en-Nisâ, 34)
Üçüncü olarak ise; dünya hayatını ve süsünü Allâh’a tercih etmektir. Âlemlerin Rabbi, insanı yalnızca kendisine kulluk ve ibadet etmek için yaratmıştır. Dolayısıyla hiçbir fark gözetmeden, kadın ve erkeğin dünyadaki ilk vazifesi, Rabbini tanıyıp itaat etmektir. Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve tek hüküm sadece Allâh’ın oluncaya kadar, kadın ve erkeğe yalnızca çalışmak vardır. Bu yaratılış gâyesini unutarak dünya hayatının süsünü ve eğlencesini isteyen kadın ve erkeği boşamak, ruhsat dâhilindedir. Aksi hâlde bu çiftlerin her birinin davranışı, davetçiye veya aileye engel teşkil edecek; diğerinin de vazifesini sağlık ve huzur içinde yapmasına engel olacaktır. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey Nebî! Eşlerine söyle: «Eğer siz, dünya hayatını ve onun ziynetini istiyorsanız, gelin size mehrinizi vereyim ve sizi güzellikle salayım. Eğer siz, Allâh’ı ve âhiret yurdunu istiyorsanız, Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük mükâfât hazırlamıştır.»” (el-Ahzâb, 28-29)
Boşanma sonrası, kadını ve çocukları zorlu bir hayat beklemektedir. Nitekim “kavvâm” olan erkeğin koruması üzerlerinden kalkan kadın ve çocuklar, hayatın bütün zorluklarıyla bizzat kendileri mücadele etmek durumunda kalacaktır.
Kadının zayıflığı, çocuğun sevgi ve şefkat ihtiyacı, fıtrî olarak boşluğu doldurulamayan bir açıklıktır. Bunun yanında ekonomik ve sosyal ihtiyaçlar da birçok sıkıntıyı beraberinde getirmektedir.
Bu sebeple İslâm Dini, evliliğe büyük önem vermiş ve devam eden bir ibadet olarak saymıştır. Ama bir imtihan yeri olan dünya, bazılarının imtihanını bu şekilde hazırlamakta ve onları “zorlu bir imtihan sorusu”na tâbî kılmaktadır.
Talak Çeşitleri
Âilelerin parçalanmasını tasvip etmeyen İslâm Dini, boşamayı da pişmanlık duyup geri dönme ihtimaline binâen “ric’î” ve “bâin” olmak üzere ikiye ayırmıştır.
1- Ric’î Talâk: Erkek tarafından alınan üç nikâh hakkının yalnızca bir tanesinin kullanıldığı ve yeni bir nikâh akdi yapmaya ihtiyaç olmadan evliliğin devam ettiği talâk çeşididir. Bu durumda iddet süresi içerisinde eşler tekrar birleşebilir. Nitekim ric’î talâkta, iddet süresi içerisinde de evliliğin devam ettiği kabul edilmektedir.
2- Bâin Talâk: Üç boşanma hakkının hepsinin kullanıldığı, eşlerin ancak belli şartlar yerine geldikten sonra, yeni bir nikâhla tekrar birleşebilecekleri boşama şeklidir. Daha net ifadesiyle, bir erkek ve kadın nikâh yaptıktan sonra, ölene kadar toplam üç defa birbirini ric’î talâkla boşama hakları vardır. Bu durum üç defa gerçekleşirse, artık “bâin talâk” olmuş olur. Bu şekilde boşanan taraflardan, kadın, ön şart ileri sürmeksizin başka bir erkekle nikâh yapar. Onunla fiilî evlilik hayatı sürer. Eğer bu ikinci evlilik de boşanma ile neticelenirse, hanım, isterse ilk kocasına döner. Arada başka bir evlilik olmadan, kendisini üç kere boşamış bir erkekle evlilik devam edemez. Bu haramdır. Çünkü üç defa boşanma gerçekleştiğinde aralarında “Beynûnet-i Kübrâ: Büyük Ayrılık” vukû bulmuş olur.
Ric’î talâkla yapılan boşamada; erkek, karısının ve çocuklarının bakımına devam etmeli, nafakalarını vermelidir. Bu talâk çeşidi ile kadın iddet beklerken, iddetinin bitmesi ile nafaka yükümlülüğü de biter.
Boşama bâin talâk ise; yani geri dönüşü mümkün olmayan boşama ise, durum biraz daha farklıdır. Şöyle ki; kadın hâmile ise, hâmilelik bitene kadar, erkek kadının nafakasını vermekle, yani bütün ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Hâmilelik bittikten sonra nafaka da biter. Nikâhta vaad edilen mehir, eğer ödenmemişse, talâkla birlikte ödenmesi gerekir. Çocuklar kadının yanında kalsa bile masrafları babaya aittir. Kız çocuğunun nafakası, ölüm veya evliliğe kadar devam eder. Nafakanın verilme kurallarını Allah Teâlâ şöyle belirlemiştir:
“Boşadığınız hanımları, gücünüz ölçüsünde, evinizin bir bölümünde oturtun. Sıkıştırıp da çıkmaya zorlamak için onlara zarar vermeyin. Hâmile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını verin. Eğer sizin için çocuğu emzirirlerse ücretlerini verin. Aranızda güzellikle anlaşın. Bu size zor gelecek olursa, çocuğu başka biri emzirsin.
Varlıklı kimse, imkânına göre nafaka versin; rızkı dar olan da Allâh’ın kendisine verdiği kadarından versin. Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez. Allah her zorluktan sonra bir kolaylık yaratacaktır.” (et-Talâk, 6-7)
* * *
Boşandıktan sonra (iddet) bekleme süresi dolunca, kadının ihtiyaçları, varsa ergen çocukları tarafından karşılanır. Çocukları yoksa, en yakın akrabasından başlayarak uzağa kadar uzanır. Erkek kardeş, baba, amca, dayı gibi… İhtiyacını karşılayacak yakınları yoksa, kadının bakımını mahalle veya müslüman toplum/vakıf/devlet üstlenir. Dînimiz dul kadınların ve sahipsiz çocukların bakılıp büyütülmesini emretmiş, bunu toplumsal bir vazife olarak bütün Müslümanlara yüklemiştir.
* * *
“Evlilik tazminatı” diye bir husus, İslâm hukukunda yer almaz. Nitekim boşanan kadın, yeni bir yuva kurmaya çalışmalı, hayatını bir âile düzeni içinde geçirmelidir. Yoksa başarısız bir evlilik yapınca, “bir daha evlenmeme” kararı alması tavsiye edilmez, doğru da karşılanmaz.
“Asr-ı saâdet” dediğimiz İslâm’ın ilk dönemi ve daha sonraki İslâmî geleneğe baktığımızda; boşanan kadının uzun bir zaman geçirmeden tekrar evlendiğini, yeni bir âile düzeni kurduğunu görüyoruz. Bu durum, kadının korunmasında, hak ve hukukunun muhafaza altına alınarak temiz kalmasında önemli bir vecîbedir. Kadın, kocasından tamamen boşanınca artık nafaka durumu ve diğer ihtiyaçlarını karşılama vecibesi de kocasının üzerinden kalktığı için en sağlıklı olanı budur.
Elbette her hâlükârda Rabbinin muhafazası ve velâyeti altında olduğu şuuruyla, Allâh’a olan tevekkül ve teslîmiyeti elden bırakmaması evlâdır.
YORUMLAR