İmâm-ı Gazâlî -rahmetullâhi aleyh-’in kaleme aldığı, asırlar boyunca İslâm âleminin her köşesinde müracaat kitabı kabul edilen “İhyâ-i Ulûmiddîn” adlı kıymetli eserin, ilk ana bölümünün adı, “ibâdet”tir. Çünkü insanın yaratılış gâyesi, Allâh’a kulluktur. Ama dikkat çeken bir husus da, ibadet bahsinin ilk konusunun “Kitabu’l-İlim” oluşudur. Yani İmâm-ı Gazâlî, “Allâh’a giden yol, ibadetten; kulluğa giden yol da ilimden geçer. İlim olmadan ibadet olmaz veya eksik-yanlış olur!” demektedir.
İlimle ilgili bu bahiste, “ilmin, ilim öğrenme ve öğretmenin faziletleri”, “farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olan ilimler”, “dinle alâkası olmayan ilimler”, “münâzara, cedel ile meşguliyet”, “hoca-talebe arasında gözetilmesi gereken edebler” anlatıldıktan sonra özel bir başlık açar ve “İlim ve âlimlerin âfetleri”yle “dünya ve din âlimleri arasındaki fark”ı işler.
Demek ki, dini öğrenmenin, Allâh’ı ve Rasûlü’nü tanımanın birinci basamağı olan “ilim” kendi içinde birçok âfet de taşımaktadır. Şimdi, gelin, ilmin bu âfetlerine bir göz atalım:
-İlminden faydalanamayan âlim, kıyâmet günü en ağır azab görecek kimsedir. İlmin fayda vermesi için dilde değil, kalpte olması gerekir. Hasan-ı Basrî’nin buyurduğu gibi: “Ulemânın azâbı, kalplerinin ölümü iledir. Kalplerinin ölümü ise, âhiret ilmiyle dünyalık istemektir.”
-Birisinin âlim sayılabilmesi için “bildiği ile amel etmesi” gerekir. İlmi çoğaldığı hâlde ahlâkı düzelmeyen, sadece Allah’tan uzaklaşmaktadır. O hâlde bir ilim, Allâh’a yaklaştırmıyorsa, O’ndan uzaklaştırıyor, demektir. Süfyân-ı Sevrî şöyle demiştir: “İlim, ameli davet eder. Eğer amel geldiyse ne güzel, gelmezse ilim de göç eder.”
-Âhir zamanda câhil âbidler ve fâsık âlimler bulunur.
-Bildiğini gizlemek, kendisine soru sorulduğu hâlde -korku veya menfaat sebebiyle- bilgisinin aksini söylemek; âhirette azabı mûcibtir.
-Tartışmalarda sırf galebe çalmak için ilmi eğip bükmek ya da dînî ilimleri öğrenirken dünyevî makam, mevkî ve menfaat temini için öğrenmek de lânetlenmiştir. İlim, sadece Allah rızâsı gözetilerek öğrenilir ve öğretilir. Bundan öte bir gâye için öğrenilen ilimde hayır ve bereket yoktur.
-Âlim, ilmiyle ya ebedî saâdete ulaşacaktır ya da ebedî helâk ve hüsrâna… Onun bu dünyada ilmiyle yaptıkları, gideceği adresi de göstermektedir.
-İlmin sonu yoktur. “Benim artık öğreneceğim bir şey kalmadı!” diyerek ilim öğrenmeyi bırakan kimse, cehâlete adım atmış olur.
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’a birisi gelip:
“-İlim öğrenmek isterim, fakat sonra kaybederim diye korkuyorum” demişti. Bunun üzerine Ebû Hüreyre:
“-Asıl ilmi kaybetmek, bu düşünce ile onu öğrenmemektir.” diye cevap verdi.
Halil bin Ahmed şöyle der: “İnsanlar dört kısımdır:
1- Anlar ve anladığını da bilir. Yani bildiği ile amel eder. Bu âlimdir, buna uyunuz.
2- Anlar, fakat anladığını bilmez. Bu gâfildir. Bunu îkaz ediniz.
3- Bilmez, fakat bilmez olduğunu da bilir. Buna “cehl-i basît: basit câhillik” derler. Bu yol arıyor, buna yolu gösteriniz.
4- Anlamaz, fakat anlamadığını da bilmez. Bilirim zanneder, buna “cehl-i mürekkeb: katmerli câhillik” derler. Tedavi kabul etmediği için onu terk edin.”
YORUMLAR