Eskiden, yani bundan yaklaşık iki asır önce, İslâm dünyasında yaşayan kimseler, dîni daha çok “bir bilen”e müracaat etmek sûretiyle doğrudan öğrenirlerdi. Ehlinden icâzet alarak dînî ilimlerde ihtisas yapmış, genelde medrese veya tekke kökenli bu âlim ve ârif kişiler, kendi sahalarıyla ilgili konularda bilgi verirler ya da o şahsı, kadı’ya (hâkime) veya müftî efendiye havâle ederek hâcetini çözerlerdi. Câmilerde halka açık Mevlânâ’nın Mesnevî-i Şerîf, Kadı İyaz’ın Şifâ-i Şerîf ve İmam Buhârî’nin Sahih-i Buharî-i Şerif dersleri olurdu. Süleyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerif’i, İmam-ı Gazâlî’nin İhyâ’sı, Âşıkpaşazâde’nin eserleri halkın gönül dünyasını âdeta ilmek ilmek dokurdu. Köylerde ise, câmi ve köy odalarında, bazen de kıraathânelerde “Mızraklı İlmihal”, “Hazret-i Ali’nin Cenkleri” gibi kitaplar bir kişi tarafından okunur ve dinleyiciler de okunanları zihinlerinde canlandırırlardı.
Bu gelenek, zamanla sarsıldı. Avrupa’daki Rönesans ve Reform hareketleri ve Fransız İhtilâli, dalga dalga bütün ülkelere ve toplumlara sirâyet etti. Artık herkes, dîni, kendi imkânlarıyla öğrenmek, dînî eserleri, hatta dînî kaynakları kendi bilgi, tecrübe ve aklıyla yorumlamak istiyordu. İncil’in Batı dillerine tercüme furyası ve Protestanlık mezhebinin ortaya çıkışı, Hıristiyanlık âleminde din adına otorite kuran kilise ve papalığı zor duruma düşürmüştü. Her ne kadar, İslâm âleminin yapısı çok farklı da olsa, Batı Dünyasındaki yapıyla İslâm’ı ve müslümanları birebir denk gören modern aydınlar, bu modeli bizim topraklarımıza da aşılamaya çalıştılar.
Böylece Kur’ân-ı Kerîm, daha fazla sayıda dile tercüme edildi; halkın rahatça anlayabileceği şekilde sadeleştirildi. Herhangi bir ilmî altyapısı olmayan kimseler, âyetlerin meâline veya hadîs-i şerîflerin tercümesine bakarak ahkâm çıkarmaya başladılar. Tam da bu dönemle paralel bir şekilde, eski âlimlerin, mezhep ve tarikatların İslâm’ın özünü tahrif ettiği ve bu sebeple de Müslümanların geri kaldığı dile getirildi. Çıkış yolu olarak da, herkesin, kendi çapındaki gayretlerle dînî kaynaklara müracaat etmesi, kendi ahvâliyle ilgili bütün ahkâmı yine kendisinin ortaya çıkarmasının gerektiği gösterildi. Böylece din adına konuşan, bu hususta ihtisas yapmış, ehliyetli, dirâyetli ve ahlâkî meziyetlere sahip âlim, fâzıl kimselerin hepsi devreden çıkarılmış olacaktı.
Bu, hem tatbiki çok zor, hem de ulaşılması imkânsız bir durumdu. Çünkü hayatın mecburiyetleri icabı, Kur’ân’ın ana dili olan Arapça’yı bile öğrenememiş kimselerden, Onun indirildiği bütün dönemi, o dönemin ıstılahlarını, Kur’ân’ın kendi içindeki bütünlük ve âhengini, hadîs-i şerîflerin Kur’ân-ı Kerim’i şerh ve izah ederken takip ettiği usulleri, Peygamber Efendimiz’in hayatının bütün safhalarını vb. bütün islâmî ilimleri öğrenmesi isteniyordu. Böylece bu ilimlerin hepsini öğrenen ve öğrendikleri ile içtihad ederek namaz kılan, oruç tutan ve diğer islâmî hükümleri uygulayan fertler, İslâm’ın ilk günkü sâfiyetine ulaşmış olacaklardı.
Derken İslâm Dünyasının bazı ülkelerinde dînin öğrenildiği/öğretildiği okullar da kapatıldı. Din ilimlerini tahsil etmek yasaklandı.
Maalesef nihâyetinde, günümüz müslümanları, en basit dînî konuları nereden nasıl öğreneceklerini bilemez hâle geldiler. Kur’ân, hürmet edilen, duvara asılan, teberrüken Arapçasından okunan ve sırf mezarlarda ölülerin ruhu için hatmedilen bir kitap hâline geldi.
Çok sayıdaki dînî kitap arasında hangini, nasıl bir sırayla okumak gerektiğine karar verilemez oldu. İşte burada “İlmihâl” kitapları devreye girdi.
* * *
İlmihâl kelimesi, kişinin hâl-i hazırdaki durumu ile ilgili bilmesi gereken asgarî bilgiler olarak tarif edilebilir.
Uzun yıllar boyunca müslümanların daha çok akâid ve ibâdete dâir bilmesi gereken bilgileri ihtiva eden bu ilmihal kitapları, son zamanlarda yavaş yavaş İslâm’ın bütünlüğüne uygun tarza bürünmeye başladı. Artık İslâm’ın muâmelât kısmı, evlilik, ticaret, hatta miras hükümlerine dair bilgiler de bu ilmihallerde işlenmeye başladı.
Bu uzun giriş bölümünün ardından, günümüzde rahatça ulaşılabilecek ilmihaller hakkında da kısa bilgiler vermek isteriz.
Nîmet-i İslâm - Mehmed Zihni Efendi
Osmanlı’nın son devir ulemâsından olan Mehmed Zihni Efendi, bu kitabı ilk olarak o dönemde yazıp neşretmiştir. 1914 yılında vefat ettiği göz önünde bulundurulduğunda, bu eser, ilk dönem ilmihalleri arasında zikredilebilir. Latin harfleriyle ilk baskısı 1957’de, ikinci baskısı da 1971’de yapılmıştır. İçindeki bölümler, akâid, tahâre (temizlik), salât (namaz), savm (oruç), zekât ve nikâhtan ibârettir.
İslâm İlmihâli - Ömer Nasûhî Bilmen
Pek çok yayınevi tarafından, defalarca basılmış olan bu ilmihal, son devrin en meşhur eserlerinden birisidir. Bir dönem Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış olan Ömer Nasûhî Bilmen Efendi’nin zamanın ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak fıkıhçı kimliği ile meydana getirdiği bu eser, onlarca yıl boyunca vazgeçilmez ilmihal kitapları arasında yer almıştır. İçinde akaid, ibadet, ahlâk ve kısa bir siyer bölümü vardır. Dili, daha sonraları A. Fikri Yavuz tarafından sadeleştirilmiş ve bu şekilde de yayınlanmıştır.
İslâm İlmihâli, (Açıklamalı, Muâmelâtlı) - A. Fikri Yavuz
Eski İstanbul Müftüsü A. Fikri Yavuz tarafından hazırlanan bu ilmihâl, nisbeten daha geniş bir muhtevâya sahiptir. Îtikad ve ibadet konularının yanı sıra, nikâh, yeminler, zinâ, içkiler, hırsızlık, cihad (siyer), ortaklık (şirket), vakıf, alışveriş, kefâlet, kadı ve kazâ, şâhidlik, vekâlet, dâvâ, sulh, vedia (emanet), iâre (ödünç), hibe (bağış), icarlar (kira), rehin, ölü araziyi ihyâ, vasiyet ve ferâiz gibi birçok fıkhî konuyu ilmihal ölçüleri içinde işlemiştir.
Son dönem yazılan ilmihallerden İFAV’ın (Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı) neşretmiş olduğu “İslâm İlmihâli”, aynı fakültedeki dört öğretim görevlisinin (Prof. Dr. Fahreddin Atar, Prof. Dr. İlyas Çelebi, Prof. Dr. Mehmet Erdoğan, Dr. Rahmi Yaran) ortak çalışmasıdır. Bu ilmihalde de îtikad, ibâdet bölümlerinden sonra geniş bir şekilde âile hukuku işlenmiştir.
Türkiye Diyânet Vakfı’nın yayınladığı iki ciltlik “İlmihal” adlı eser de geniş bir heyet tarafından kaleme alınmıştır. Önce İslâm Dîni hakkında genel bilgiler ve akâid esasları anlatıldıktan sonra fıkıh, temizlik, namaz, oruç, zekât, hac ve umre, Peygamberimizin ibâdet hayatı ile ilk cildi tamamlanmaktadır. İkinci cilde ise, “İslâm ve Toplum” alt başlığı altında kurban, kefâretler, adak ve yeminler, haramlar ve helâller, âile hayatı, siyasal hayat, çalışma hayatı, hukûkî ve ticârî hayat, sosyal hayat, İslâm ahlâkı işlenmiştir. Böylece çok geniş bir yelpazede, ehil kalemler tarafından detaylı ve ilmî bir çalışma ortaya konmuştur.
Bir de Erkam Yayınları tarafından neşredilen, konulu ilmihâlleri zikretmek isterim. Prof. Dr. Hamdi Döndüren’in hazırladığı “İslâm İlmihâli”, “Âile İlmihâli” ve “Ticâret ve İktisat İlmihâli” serisi ile ilmihâl kavramına ayrı bir soluk katılmıştır.
Prof. Dr. Faruk Beşer’in “Hanımlara Özel İlmihal” adlı eseri de, bazı ibadetlerdeki farklılıklar dolayısıyla kadınlara ait hükümlerin tafsîlâtlı bir şekilde ele alındığı güzel bir müracaat eseridir.
Şüphesiz ilmihâller, bunlarla sınırlı değildir. Her gün, hemen her yayınevi, farklı okuyucu kitlelerini göz önünde bulundurarak çeşitli seviyelerde ilmihâller yayınlamaktadır. Bunlar, bizim ilk plânda gözümüze çarpanlardır.
* * *
Gerçekten hayatın her problemine çözümler üretmiş ve her hususta prensipler koymuş olan İslâm Dîni’ni, samimi olarak günümüze taşıma gayretlerinden birisi olan İlmihâl geleneği, her geçen gün daha kaliteli ve daha iyi hazırlanmış eserlerle büyük bir boşluğu doldurmaktadır. Bir insanın müslüman olur olmaz ilk namaz vaktine kadar namaz ahkâmını öğrenmesi, nasıl “farz-ı ayn” yani herkesin kendi başına öğrenmesi gerekli bir farz ise, evlilik niyetindeki bir gencin evlilikle ilgili helâl ve haramı öğrenmesi de “farz-ı ayn”dır. Aynı şekilde ticâret yapan veya ticârete başlamaya niyet eden kimsenin de ilgili bilgileri öğrenmesi, bu husustaki sınırları bilmesi, üzerine “farz-ı ayn”dır. O hâlde, kişinin hâli ile ilgili hükümleri öğrenmek üzere en çok müracaat etmesi gereken kitap da ilmihâldir.
Ne mutlu, Allâh’ın insanlara indirdiği en yüce ve en son dîni öğrenip yaşama ve yaşatma gayreti içinde olanlara…
Fatma Nur CİHAN
ACI BİR ÎTİRAF
“Müslümanların her şeyini bozduk, yok ettik. Dinleri, inançları, dine bağlılıkları ve insânî duyguları yok oldu. Onların millî ve mânevî değerlerini, Batı medeniyeti (!) potasında eriterek kendimize benzettik. İslâmiyeti öğrenmeyi, yaşamayı, namaz kılmayı, Kur’ân öğrenmeyi suç ve gericilik olarak göstermeyi başardık. Artık çoğu hiçbir şeye tam olarak inanmıyorlar. Ondört asırlık dinlerini, itikadlarının, ibâdetlerini tartışılır hâle getirdik. Derin bir boşluğa düşürdük. Bundan sonra siz misyonerlerin işi daha da kolaylaştı. Maaş bağlayarak, vize vaadi, yurt dışında iş imkânı, hatta cinselliği kullanarak Müslümanları hıristiyan yapınız!..” (Lois Massignon)
YORUMLAR