“Ehl-i diller arasında aradım kıldım taleb,
Her hüner makbûl imiş; illâ edeb, illâ edeb…” diyen ârif bir şâir gibi, edebi bizlere her dâim örnek olan, gönül dünyamızın kandillerinden üstad Mahmud Sâmi Ramazanoğlu -kuddise sirruh- Hazretleri’ni Cenâb-ı Hakk’a vuslatının sene-i devriyesinde, rahmet, hasret ve duâlarla yâd ediyoruz.
Güzîde hayatlarından kendimize örnekler çıkartmak, edep dâiresinin ne denli geniş ve ehemmiyetli olduğunun bir kez daha altını çizmektir, niyetimiz…
* * *
Sâmi Efendimiz ile ilgili şu hâtıra nakledilmiştir:
“-Es’ad Erbilî Efendi -rahmetullâhi aleyh-, Karaman’a bir mektup götürmek üzere Sâmi Efendimiz’i vazifelendirmiş. Bu mektupta emir ve tavsiyelerini beyan ettikten sonra hususî bir bilgi olarak şu notu yazmışlar:
“Hâmil-i varak Sâmi Efendi evlâdımızın edebine melekler gıpta eder. Mahfiyeti benden ziyâdedir.”
* * *
Meleklerin dâhî edebine gıpta ettiği Üstad Hazretleri’nin âile içi yaşantısına dair edep ve tevazû misâli hâlleri şöyle anlatılmaktadır:
“Sâmi Efendimiz, bir kardeşin dâvetine icâbet etmek üzere, damadı merhum Ömer Kirazoğlu Bey’le birlikte bir günlüğüne Bursa’ya giderler. Programdan sonra sevenleri o gece misafir etmek üzere ısrar ederler. Muhterem Üstâd’ın bir gün daha kalmaları için Ömer Abi’den ricada bulunurlar. «Ne olur bir gün daha huzurlarında bulunma ikramında bulunun.» diyerek istirhâm ederler. Ömer Abi de kardeşlerin muhabbet ve ısrarına dayanamayarak Muhterem Üstâd’a durumu şöyle arz eder:
“-Efendim! Kardeşler zât-ı âlîlerinizi bir gün daha misafir etmeyi arzu ediyorlar. «Ne olur, bizlere bir gün daha huzurlarında bulunma ikramında bulunun!» diyerek fakire ısrar ediyorlar.” diye kardeşlerin taleplerini bildirir.
Muhterem Üstad Hazretleri, sevenlerinin isteklerini gönülden kabul etse de şöyle cevap verir:
“-Ömer evlâdım! Buraya gelirken annenizden bir günlüğüne müsaade almıştık. Haber verip tekrar müsaade almak lâzım.”
Merhum Ömer Abi, muhterem Üstad Hazretleri’nin bu sözleri üzerine derhal İstanbul’da bulunan vâlidemizi telefonla arayıp görüşürler. Muhterem Pederin selâmlarını ulaştırıp Bursalı kardeşlerin de muhabbetlerini ve taleplerini söyleyerek bir gün daha kalmak için müsaade isterler.
Muhterem Üstad Hazretleri’nin bu nezâketinden Râbia Annemiz çok duygulanır ve damadına şöyle cevap verir:
“-Estağfirullah!.. Oğlum, o babacığının edep ve nezâketidir. İzin vermemek kimin hakkı ola? O arzu ederse tabiî ki kalırsınız.”
Allah dostlarının her hâli, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyyeye uygun olarak şekillenmiştir. Nitekim Sâmi Efendimiz de:
“Verdiğiniz sözü (yaptığınız antlaşmayı) yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (el-İsrâ, 34) âyetinin gereğini yerine getirmiştir.
Hazret-i Mevlânâ ne güzel söyler:
“Gözünü aç da Allâh’ın kelâmına baştan başa bir bak! Âyet âyet bütün Kur’ân, edeb tâliminden ibârettir!”
* * *
Üstad Sâmi Efendi Hazretleri de edeple ilgili olarak:
“-Edep, bu yolun en mühim esasıdır. Bu yolda edeple yürünür, edebi olmayan kimse «mânen» kovulur.” buyurur ve sohbetlerinde:
“Edep bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan
Giy o tâcı emîn ol her belâdan…” beytini sık sık okurlardı.
Edep tâcını bir ömür hakkıyla takan Üstad Hazretleri’nin ihvâna verdiği kıymet, insana verdiği değer de hepimiz için önemli bir örnektir. Şöyle anlatılır:
“Bir Ramazan günü sahurdan sonra Konya’dan birkaç kardeşimizle çıktık, İstanbul’a geldik. Teravih namazını Sâmi Efendi Üstadımız’la kılmak için Erenköy’e vardık. Güllü Köşk’ün alt katında hatimle kılınan namaza iştirak ettik. O akşam Muhterem Üstad Hazretleri, rahatsızlıklarından dolayı namaza çıkamamışlardı. Anadolu’nun muhtelif yerlerinden, Konya’dan, Kayseri’den bir hayli kardeşler de gelmişti.
Hepsi gönlü buruk bir şekilde, hüzünlü olarak namazlarını tamamlamışlardı. Namaz bittikten sonra boyunları bükük bir vaziyette mahzun mahzun birbirlerine bakıyorlardı.
«-Acaba uzaktan da olsa muhterem Üstad ile bir selâmlaşma fırsatı doğar mıydı?»
«-Hiç olmazsa bir yüzünü görebilsek?» diye Ömer Kirazoğlu Abi’ye istirhamda bulunuyorlardı.
Ömer Abi de o kardeşlerin edebine, samimiyetine ve gönüllerinin mahzuniyetine bakarak:
«-Bir yukarı çıkayım ve durumu arz edeyim.» diyerek Muhterem Üstad’ın huzurlarına vardılar ve:
«-Efendim! Namazımızı kıldık elhamdülillah, ama kardeşler mahzun kaldılar. Zât-ı âlînizin rahatsızlığına ve huzurda birlikte olamamalarına çok üzüldüler. Konya ve Kayseri’den bir hayli de kardeşler gelmiş. Uzaktan da olsa zât-ı âlînizi görme fırsatı olamaz mı acaba, diye fakirden istirhamda bulundular. Balkondan veya pencereden bir selâm vermek mümkün olur mu acaba?» diyerek kardeşlerin gönülden isteklerini arz ediyor.
Muhterem Üstad Hazretleri, hiçbir insanın gönlünün mahzun olmasını istemezdi. Hele uzaktan gelmiş bir mânevî evlâdının boynunun bükük kalmasını aslâ arzu etmezdi. Bu sebepten onların gönüllerini almak üzere şöyle cevap verir:
«-Evlâdım Ömer! Fakir, bugüne kadar hiçbir kardeşime tepeden bakmadım. Mâdem ki kardeşler uzak yerlerden gelmişler, hasta olsam da aşağı inmek isterim. Bütün kardeşlerle musâfaha etmek isterim. Üzerimizi giyinip aşağıya inelim, inşâallah.. Kardeşlerimizle tek tek görüşelim.»
Muhterem Üstad, rahatsızlıklarına rağmen kalkıp üzerlerini giyinmiş, Ömer abiyle birlikte aşağı kata inmiş. Anadolu’dan gelen kardeşlerle göz göze gelerek selâmlaşıp musâfaha etmişler.”
Hâsılı, edep kalbin âmeli, gönlün aynasıdır. Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- ne güzel buyurur:
“Edebin ne kadar önemli olduğunu bilseydiniz, Allah’tan rızık yerine edep talep ederdiniz.”
* * *
Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri, bir defasında nişan merâsimine dâvet edilmişti. Damadın yüzüğünün Hazret tarafından takılması talep ediliyordu. Sâmi Efendi Hazretleri, tepsideki yüzüğün altın olduğunu görünce, hiç kimseye bir şey demeden kendi yüzüğünü çıkarıp damadın parmağına taktı ve:
“–Bunu bugünün hâtırası olarak kabul edin, altın yüzüğü de hanımınıza hediye edersiniz!” buyurdu.
Böylece İslâm’ın, altından yapılan süs eşyalarını erkeklere yasakladığını gâyet nâzik bir üslûpla ve fiilî olarak tâlim etmiş oldu.
İşte edep ehlinin inceliği ve güzelliği… Aslında Üstad şöyle de diyebilirdi:
“-Altın takmanın erkeğe haram olduğunu bilmiyor musunuz? Hem beni dâvet ediyorsunuz, hem de bu hususlara riâyet etmiyorsunuz!”
Bu şekilde söylemiş olsaydı, hem nişan sahiplerini, hem damadı mahcup edip hem de yanlış yaptıklarını yüzlerine karşı söylemiş olacaktı. Fakat Üstad Hazretleri’nin o zarif edebi buna müsaade etmedi ve İslâm’ın koymuş olduğu bir kaideyi, edeb dâiresinde hiç kimseyi incitmeden ve örnek olacak şekilde hâl diliyle anlatmış oldu.
* * *
Sâmi Efendi -kuddise sirruh- edebi, îmanın beş kalesinden biri olarak saymış ve şöyle buyurmuştur:
“Îman da böyle beş kale içindedir. Bunlar; yakîn, ihlâs, farzları edâ, sünnetleri tamamlamak ve edebi korumaktır. Kişi edebi koruyup gözettiği sürece; şeytanın ondan ümidi olmaz. Şayet edebi terk ederse, o zaman şeytan kişinin sünnetlerine, farzlarına, sonra ihlâsına, sonra da yakîn ve îmânına göz diker.”
Muhterem Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, “edep” ile ilgili kaleme aldığı makalede konuyu şöyle hulâsa eder:
“Sözün özü edep, İslâm’ın insanlara tâlim ettiği ve son derece ehemmiyet verdiği bir husustur. Bu hassasiyet, başta Allâh’a, Peygamber’e, Hak dostlarına olmak üzere ana-babaya, mü’minlere ve silsile hâlinde bütün mahlûkâta kadar uzanır.
Altın ve gümüşün zenginliği gider, lâkin edebin zenginliği hep bâkî kalır. Dolayısıyla mü’minler olarak, edep kâidelerini öğrenmeli, bunları canlı tutmaya îtinâ göstermeli ve başkalarına da bizzat yaşayarak örnek olmalıyız. Bunun için de âdab-ı muâşeret kitaplarına mürâcaatla hâlimizi nasıl daha güzel kılabileceğimizi öğrenmeli, daha mühimi canlı bir kitap olan edep ehli sâlih mü’minlerle hemhâl olarak, onların güzel hâlleriyle hâllenmeye gayret etmeliyiz.
Cenâb-ı Hak, ilâhî terbiyesiyle bizzat edeplendirdiği Rasûlü’nün güzel hâliyle hâllenmeyi cümlemize nasîb eylesin! Hak dostu, âlim ve ârif kullarının gönül dokusundan hisse alarak zarîf, rakîk, nâzik ve edep ehli bir mü’min olabilmemizi lûtfeylesin. Âmîn!..”
YORUMLAR