İlk Kıvılcım

“Canım kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, sizler îman etmedikçe Cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de îman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!” (Müslim, Îman, 93-94; Tirmizî, Et’ime, 45; İbn-i Mâce, Mukaddime, 9) buyuruyor, Varlık Nûru Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-…

Selamlaşmak…

Selamı yaymanın ilk aşaması, selâmlaşmakla olur. Yani bir müslüman kardeşimizle karşılaştığımızda “Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi: Allâh’ın selâm ve rahmeti senin üzerine olsun!” diyerek, gönüller arasındaki o ilk kıvılcımı yakmaktır.

Bu sözlerle karşımızdaki kişiye; “Elhamdülillah ben bir müslümanım, benden sana hiçbir şekilde zarar gelmez, yanımda selâmettesin. Ben senin için sadece Allah’tan selâmet ve bereket dilerim! Duâ ederim!” demiş oluyoruz.

Selâm, bir kimlik tanıtma, kendini belli etmedir. “Ben müslümanım!” diyen kimse, İslâm’ın kendisine yüklemiş olduğu bütün hak ve sorumlulukların şuurundadır. O, karşısındaki Müslüman olsun, olmasın onlara “Ben güvenilir bir kimseyim!” demektedir. “Benden sana bir zarar gelmez. Ben, elimden, dilimden ve gönlümden insanlara zarar vermemeye çalışan bir kimseyim!..” der.

Bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz, “Hangi müslüman daha üstündür?” diye sorulunca:

“Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse!..” cevabını verir. (Buhârî, Îman, 4, 5; Müslim, Îman, 64, 65)

O hâlde bu ilk kıvılcım, ilk tanışma, kalplere ılık bir muhabbet akışını başlatır.

Ancak selâm, havada kalmamalıdır. Ona muhatap olan müslüman, kardeşinin selâmı gibi veya ondan daha üstün bir şekilde selâmına karşılık vermelidir. Selâm vermek bir sünnet, selâmı almak ise farzdır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulmaktadır:

“Size selâm verildiği zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin veya verilen selâmı aynen alın…” (en-Nisâ, 86)

İşte bu şekilde birbirini tanıyan ve gönülden tanışan müslümanlar, tek bir Allâh’ın, yüce bir Kitab’ın, Son Peygamberin öğrettiği şerîatın, aynı anne-babanın, tek bir kıblenin birleştirdiği “kardeşler” olarak “ortak pek çok şey” bulurlar ve sohbete başlarlar.

Selâm, kelâma; kelâm muhabbete dönüşür. Îman çerçevesindeki bu muhabbet de karşılıklı kenetlenmeye, dünyayı cennete çevirmeye ve nihayet sonsuz mutluluk diyarı olan Cennette buluşmaya götürür.

Selamın ikinci safhasını biraz daha genişletirsek; “Ben seni Allah için seviyorum kardeşim!” olmalıdır. Yani çevremizdeki insanların, arkadaşlarımızın, akrabalarımızın ve komşularımızın ne durumda olduklarını bilip onların hâllerini hatırlarını sormak, ihtiyaçlarını giderip kendileriyle ilgilenmektir. Bu, “Allâh’ın rahmeti senin üzerine olsun!” sözüne binâen; “Rabbim beni, senin rahmetine vesîle olarak gönderdi” mesajını vermektir bir bakıma...

Bu “Allah için sevmenin” bir diğer seviyesi, muhabbetle bağrına bastığı kardeşlerinin iyiliğini istemek, kötülüğe düşmesine mâni olmaktır. Gerçek iyilik ve hakiki kötülük, sadece bu dünya hayatı açısından değil; bilhassa âhirete yönelik konularla ilgilidir. Ne de olsa, bu dünya gelip geçicidir. Bu dünyada eksiklik, noksanlık veya hata gibi görünen şeyler, yok olup gider. Gerçek noksanlık ve hatalar ise, ebedî hayatla ilgili olanlardır. Bir müslüman, göz göre göre kardeşinin günaha batmasına göz yumamaz. Onu hata, günah ve isyan kucağına terk edemez. Onu, bu bataklıktan kurtarmak için elinden ve dilinden gelen her şeyi seve seve yerine getirir. İyiliği emreder, kötülükten nehy eder. Onu düşmanının eline bırakmaz. Ona ihanet etmez. Borcu varsa yardımcı olur; hastalık ve sıkıntısı varsa, şifâ bulmasına yardımcı olur. Hatasını örter; onu gördüğü eksikleri noktasında kardeşçe îkaz eder. Onun mahcup duruma düşmesine müsaade etmez. Onun hakkında ileri geri konuşulmasına, gıybetinin yapılmasına veya iftira atılmasına râzı olmaz. Kısacası, müslüman, Allah için sever ve sevilir.

Ama bir de Allah için buğz eder. Kötüye, kötülük mekânlarına yaklaşmaz. Burada kötüleşen insanlara muhabbet beslemez. Onlarla ortak mekânlarda bulunmamaya, onların meclislerine yoldaş olmamaya çalışır. Küfre, isyana, günaha meyletmez. Meyledenlere müsâmaha göstermez. O, bile bile, gayr-i müslimlerle dostluk derecesinde bir münâsebet kurmaz. Onlarla hukuku, insanlığın îcab ettirdiği kadardır. İyi bir komşudur, iyi bir akrabadır. Ancak kendisini, dinlerince helâl olan bazı haramlara dâvet ettiklerinde, onlara karşı tâvizsizdir. İnsan olarak onlara gösterdiği ilgi ve alâka, onların kötü dâvetlerine îcabet etmeyi gerektirmez. Onlara ne kadar yakınsa, günah ve isyanlarına o kadar uzaktır. Aslında onlara duyduğu ilgi ve arkadaşlık, onları da hidâyete ulaştırmak içindir.

Bir yerde ateş yanıyorsa, sanma ki kendi kendine söner. Sen onu söndürmezsen o ateş, gün gelir seni de yakar. Çevremizdeki kötülüklere kayıtsız kalmak, îmânımızın zayıflığının alâmetidir. Rabbim, muhafaza buyursun.

Müslüman, kendi başına kurtulmayı isteyen kimse değildir. O, tattığı güzellikleri, yaymanın, çoğaltmanın derdindedir. Namaza giderken yanına birisini daha katmanın; bir ilim ve dost meclisinde gül koklarken bu gül kokusunu bütün dünyaya hissettirmenin heyecanını yaşar.

* * *

Selâmın yayılması, rahmetin yayılmasıdır. İyilik ve güzelliklerin yayılmasında ısrarcı olmalıyız. Nasıl birisinin hastalanmaması için veya kilo alıp vermesi için uzun uzun dil döküyorsak; bunu sevdiğimiz kimsenin iyiliği için üşenmeden yapıyorsak; asıl iyilik olacak konularda da öncü ve ısrarcı olmalıyız. Bedenimizi hasta eden şeyler olabildiği gibi, rûhumuzu da hasta edecek her türlü mânevî mikroptan korumalıyız.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- îmânın gücünü, bedenin faal olmasıyla irtibatlandırıyor ve şöyle buyuruyor:

“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin ki, bu îmanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îman, 78; Tirmizî, Fiten, 11; Nesâî, Îman, 17)

O hâlde mü’minlerin, olup biten hâdiselere karşı seyirci kalma lüksü yok!.. O, hayatın içinde, insanların arasında, iyiliği çoğaltmak, kötülüğü frenlemek vazifesiyle sorumlu… Herkes gücü yettiği kadarını yapacak… Ancak bu, herkesi ilgilendiren bir sorumluluk… Birisinin göz göre göre ateşe düşmesine veya uçurumdan yuvarlanmasına nasıl göz yumamaz isek; bu dünyadaki ateşten daha yakıcı ve sonsuz bir ateşe karşı da kayıtsız kalamayız.

Yâ Rabbi! Bizleri hidâyette olan ve hidâyete vesîle olan kullarından eyle! Hepimizi Allah için seven, Allah için buğz eden, bütün insanlığa selâmı ve selâmeti yayan, hakiki îman sahiplerinden eyle! Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle