İlimsiz Amel, Amelsiz İlim

İlim, Allâh’ın “el-Alîm” isminden bir hisse almak demektir. Dini öğrenmek ve yaşamak ilimle mümkündür. Bilmeyen, yaşayamaz; yaşamaya çalışsa da yanlışlar yapmaktan kurtulamaz. Dünyaya âit bütün ilimler, gerekli ve faziletli olmakla birlikte, bu ilimlerin tâcı, Allâh’a ulaştıran din ilimleridir. Allâh’ın emir ve yasaklarını bildiren, O’nu bize tanıtan, bize kendimizi tanıtan ilimler; “mü’min erkek ve kadınlara öğrenmenin evveliyetle farz kılındığı” ilimlerdir. Amel ve ibadetler, bu dînî ilimlerle mümkündür. Pek çok hadîs-i şerîfte çok ibâdet yapan (âbid) kimseler ile, ilim sahibi ve hikmet ehli mukayese edilmekte ve Allah Rasûlü, hep âlimleri, âbidlerden üstün kabul etmektedir.

Nitekim bir hadîs-i şerîfte, “Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir.” buyrulmuştur. (Tirmizî, İlim, 19)

İlim, Allah rızâsını tahsil etmek için öğrenilir. Yine bu gâye ile öğretilir ve yaşanır. Övünmek için, dünyevî menfaatler temin etmek için, din ilimleri öğrenmek ve dînî buna âlet etmek; iki cihan bedbahtlığı olarak ifade edilmiştir. Hadîs-i şerîflerde şöyle buyurmuştur:

“Allâh’ın rızâsı için öğrenil(mesi gerek)en bir ilmi, sırf dünya menfaati elde etmek için öğrenen bir kimse, kıyamet günü cennetin kokusunu (dahî) almayacaktır.” (Ebû Davud, İlim, 12; Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 338)

“İlmi, âlimlere karşı övünmek, câhillerle münâkaşa etmek ve insanların teveccühünü kazanmak için öğrenmeyiniz. Kim böyle yaparsa o kimse ateştedir.” (İbn-i Mâce, Sünnet, 23)

İlim, insanda kibri değil, tevâzuu artırmalıdır. İlim, insanı Allâh’a yaklaştırmak için vasıtadır; O’ndan uzaklaştırmak için değil!.. İlim, insanda takvâ, kulluk ve fedâkârlığı artırmalıdır; günahı, isyanı ve bencilliği değil!.. Bu yüzden “kuru bilgi yığınlarına sahip olmak”, “ilminden istifade etmemek”, “insanlara hayır ve güzellikleri söyleyip de bunlarla amel etmemek” de yerilmiş ve böyle kimselerin kötü âkıbeti hakkında pek çok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf nakledilmiştir. Bir misal olmak üzere, şu hadîs-i şerîfi hatırlatabiliriz. Üsâme bin Zeyd -radıyallâhu anh- Peygamber Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Kıyamet günü bir adam getirilip cehenneme atılır ve bağırsakları dışarı fırlar. O kişi, eşeğin değirmen taşı ile döndüğü gibi, bağırsakları ile birlikte dönmeye başlar. Derken etrafına cehennemlikler toplanır ve «Ey falan, bu ne hâl? Sen iyiliği emredip kötülükten alıkoymaz mıydın?» derler. O da, «Evet, ben iyiliği emrederdim, ama onu kendim yapmazdım. Kötülükten alıkoyardım ama onu kendim yapardım.» diye karşılık verir.” (Müslim, Zühd, 51)

O hâlde asıl olan dini, “bilerek” yaşamaktır. İlimsiz amel, topal; amelsiz ilim de kördür. Peygamber Efendimiz, “Allâh’ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır. Bana fayda verecek ilmi bana öğret ve ilmimi artır...” diye duâ etmiştir. (Tirmizî, Deavât, 128; İbn-i Mâce, Sünnet, 23)

İlmin faydalı hâle gelmesi, dünya ve âhirette faydası olacak ilimler tahsil etmekle, bunların gereğiyle amel etmekle mümkündür. Yoksa bu “bilgi hamallığı” demektir ki, Kur’ân-ı Kerîm, böylelerini “kitap yüklü eşeklere” benzetmektedir. (Bkz: el-Cuma, 5)

İlmiyle amel eden, kendisine sorulan sorulara ilmiyle cevap verip âdeta ilmini infâk eden kimseler de gıbtayla anılmaya lâyık görülmüştür. Nitekim Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:

“Ancak iki kişiye hased (gıbta) edilir. Bunlar, Allâh’ın kendisine mal verdiği ve onu hak yolunda harcayan kimse ile Allâh’ın kendisine (ilim ve) hikmet verdiği ve ona göre karar verip, onu başkalarına da öğreten kimsedir.” (Buhârî, Zekât, 5; Müslim, Müsâfirîn, 268)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle