İnsana kulluk için gönderilen mesajların ilki, “Oku!”dur. Âlemlerin Rabbi, bu âyet-i kerîmenin devamında:
“Oku, Rabbin sonsuz kerem sahibidir. İnsana, kalemle yazmayı öğretti, bilmediklerini öğretti.” buyurmuştur. (el-Alak, 3-5)
İslâm Dîni; okumaya, öğrenmeye ve ilme çok büyük ehemmiyet vermiş, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını açıklamıştır. Bu vesîle ile; Tâhâ Sûresi’nde:
“…Rabbim, benim ilmimi artır!” (Tâhâ, 114) diye dua etmemizi bildirmiştir.
İlim, insanları ve toplumları değiştiren büyük bir güçtür. Tarihte bunun pek çok misallerini görmek mümkündür. En önemli misallerinden birine, zulmün bütün karanlıklarının yaşandığı câhiliye döneminde ve sonrasında rastlarız. Vahyin rahmetiyle arınıp ilmin bereketiyle terbiye olan o devrin sâkinleri, zamanla “yıldızlar gibi” örnek ve rehber mü’minler oldular. Cennetle müjdelenerek seçilmiş, övülmüş olan “Ashâb-ı Güzîn” oldular.
İlim, teşbihte hata olmazsa, hem başı, hem sonu îtibâriyle insana çok kazandıran bir ticarettir aslında... Sonunda insana kâmil bir ahlâk ve güzel ameller kazandırdığı gibi; ilim öğrenme sürecinde de büyük mükâfatlar lütfeder sahibine… İlimle karanlıklar aydınlanır, anlaşılmazlar ayân olur. Kilitli kapılar açılır. İnsanın hem içinde, hem sosyal hayatında kaos ve kargaşa görünen pek çok hâdise aydınlanır. Öğrenmenin verdiği ışık ve aydınlık, insanın ruh dünyasını zenginleştirir.
Rivâyet olunur ki; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ikindi vakti birisiyle konuşurken Allah Teâlâ kendisine vahyederek, o adamın ancak bir saatlik ömrü kaldığını bildirdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, durumu o adama haber verdi. Bu sebeple adam rahatsız oldu ve:
“-Ey Allâh’ın Rasûlü! Bana şu saatte yapılması en uygun olan işi göster!” dedi.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“-İlim öğrenmekle meşgul ol!” dedi.
O kimse de bununla meşgul iken akşam olmadan canını teslim etti. Râvî şöyle demiştir. Şayet ilimden daha faziletli bir şey olsaydı, muhakkak ki Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, o vakitte kendisine onu emrederdi.” (Fahreddin Râzî, Tefsîr-i Kebîr, (Mefâtihü’l-Gayb), c: II, s: 298)
Başta Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olmak üzere Ehl-i Beyt ve ashâb-ı kirâm, ilme büyük önem vermiş ve bunun için husûsî çalışmalar yapmışlardır. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ashâb-ı kirâm efendilerimizin bizzat muallimi olduğu gibi, ayrıca kendisine ulaşamayacak ümmetine de ilim öğretmeleri için vazifeliler tayin etmiş; Ehl-i Beyt ve kadınların ilim öğrenmesi için husûsî imkânlar hazırlamıştır. Bilindiği üzere Hazret-i Âişe -Allah ondan râzı olsun- yalnızca dînî alanlarda değil, edebiyat, hukuk ve tıp ilimlerinde de büyük mesafeler katetmiş ve bu başarısını, ilim eksikliğini hissettiği konularda en yetkili kişilere giderek öğrendiğini ifade etmiştir. Nitekim yetiştiği hânede ilmin büyük faziletini Allah Rasûlü’nden bizzat işitmiş ve şâhit olmuştur zaten...
Ebû Hüreyre -Allah ondan râzı olsun- bir gün Medîne’nin çarşılarından birinin yanından geçerken çarşının kenarında durdu ve:
“-Ey çarşı ahâlisi! Siz ne kadar da zayıf kimselersiniz!” dedi. İnsanlar:
“-Bu da ne demek oluyor, ey Ebû Hüreyre?” diye sordular. Bunun üzerine Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle dedi:
“-Şurada Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mirası dağıtılıyor, siz ise buradasınız. Gidip de payınızı alsanız ya!”
İnsanlar:
“-Miras nerede?” diye sordular. Ebû Hüreyre:
“-Mescitte!..” diye cevap verdi. Çarşıda bulunanlar hızla çıkıp gittiler. Ebû Hüreyre, onlar geri dönünceye kadar orada bekledi. Döndüklerinde:
“Ne yaptınız?” diye sordu. Onlar:
“-Ey Ebû Hüreyre! Mescide gittik, ama orada paylaştırılan herhangi bir şey göremedik!” diye cevap verdiler. Ebû Hüreyre:
“-Mescitte kimseyi göremediniz mi?” diye sordu. Onlar:
“-Evet, kimileri namaz kılan, kimileri Kur’ân okuyan, kimileri de helâl ve haram üzerinde müzâkerede bulunan birtakım insanlar gördük!..” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Ebû Hüreyre:
“-Yazık size! İşte Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mîrâsı budur!..” buyurdu. (Taberânî, Mu’cemu’l-Kebîr, 19/164)
İlim öğrenmenin ve öğretmenin büyük faziletini Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bizzat fem-i muhsinlerinden dinleyelim:
“Kim ilim elde etmek için yola girerse, Allah onu Cennet’e giden yola iletir. Melekler, ilim öğrencisinin râzı olması için kanatlarını indirirler. Göktekiler, yerdekiler, hattâ denizdeki balıklar bile ilim öğrencisinin bağışlanması için Allâh’a yalvarırlar. Âlim bir kişinin, ilimsiz ibadet eden birine olan üstünlüğü, Ay’ın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin vârisleridirler. Peygamberler, mîras olarak ne dinar, ne de dirhem bırakırlar; onlar mîras olarak sadece ilim bırakmışlardır. Kim ilimden nasibini alırsa, çok büyük hayırlara kavuşmuş olur.” (Ebû Dâvud, İlim, 1/3641)
“Bir kimsenin hikmetli bir söz işitip de onu öğrenmesi, bir sene (nâfile) ibadet etmesinden daha hayırlıdır. İlim meclisinde ilim öğrenmek için bir saat oturması da bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktan daha hayırlıdır.” (Kenzü’l-Ummâl, 28923)
“İlim öğrenin. İlmin hürmetine sekînet ve vakarı da öğrenin. İlim öğrendiğiniz kimselere karşı mütevâzi olun.” (Heysemî, Mecmâu’z-Zevâid, 545)
“İlim, İslâm’ın hayatı ve îmânın direğidir. Kim ilim öğrenirse, Allah kıyamet gününe kadar onun mükâfâtını büyütür. Kim ilim öğrenir ve öğrendiği ilimle amel ederse, ona bilmediklerini öğretmek, Allâh’ın üzerine bir vazifedir.” (Kenzü’l-Ummâl, 28944)
“Kim ilim öğrenirken eceli gelirse, o kimse peygamberlerle arasında yalnız peygamberlik derecesi olduğu hâlde Allâh’ın huzuruna çıkar.” (Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 9/174)
“Ey Ebâ Zer! Sabahleyin evinden çıkıp Kur’ân’dan bir âyet öğrenmen, senin için yüz rekât (nâfile) namaz kılmandan daha hayırlıdır. Yine sabahleyin evinden çıkıp ilimden bir bölüm öğrenmen, senin için bin rekât nâfile namazdan daha hayırlıdır.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16/219)
Zirr bin Hubeyş -radıyallâhu anh-’den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Ben Safvân bin Assâl el-Mürâdî’nin yanına uğradım. Kendisi bana:
“-Ne maksatla geldin?” diye (geliş sebebimi sordu.) Ben:
“-İlim tahsil ederim.” dedim. Safvân bunun üzerine:
Şüphesiz ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den şunu buyururken işittim:
“-İlim talebi uğrunda evinden çıkan herkesin (mü’minin) bu davranışından melekler rızâ ve hoşnutluklarını açıklamak üzere kanatlarını onun için indirirler.” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 226)
Allah Rasûlü’nün rahle-i tedrîsinde yetişmiş Ehl-i Beyt ve ashâbı da ilim öğrenmeye büyük önem vermiş ve bunun için çok büyük bedeller ödemişlerdi. Tıpkı Hasan-ı Basrî -rahmetullâhi aleyh-’in, “Siz onları (sahabîleri) görseydiniz, onlara deli derdiniz…” buyurduğu gibi…
“İlmin kapısı” olarak vasıflandırılan Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- ilmi, mal ile karşılaştırırken demiştir ki:
“İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü ilim seni korur, sen ise malı korursun. İlim hâkimdir, mal mahkûmdur. Malı harcama eksiltirken, aksine ilim sarf etmekle artar. Âlimler yaşar, fakat malı bekleyenler ölür. Âlimler, dünya durdukça kalırlar. Kendileri yoktur, ama kalplerdeki tesirleri devam eder.”
Yine Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’tan şöyle nakledilmiştir:
“İlim üzere uyumak, cehâlet üzere gayret edip çalışmaktan daha hayırlıdır.”
Ashâb-ı kirâmın ilim rehberlerinden Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh- da ilmin faziletleri hakkında şöyle buyurmuştur:
“İlim öğrenin. Çünkü ilim öğrenmek, Allah’tan hakkıyla korkmayı sağlar. İlim öğrenmek, ibadettir. İlmî konularda müzâkere etmek, tesbihtir. Onu araştırmak, cihaddır. Onu bilmeyene öğretmen sadakadır. Ehil olanlara onu karşılıksız şekilde vermek, Allâh’a bir yakınlıktır. Çünkü ilim, helâl ve haramın işaretleri, Cennet ehlinin yolunun ışığıdır. Yalnızlıkta kişiyi tesellî eden bir dosttur. Gurbette arkadaştır. Kimsenin olmadığı yerde seninle konuşandır. Düşmanlara karşı bir silahtır. Dostlar yanında bir süstür. Allah onun sayesinde birtakım insanları yükseltir ve onları hayırda önderler, imamlar yapar. İzlerinden gidilir, davranışlarına uyulur ve onların görüşlerine başvurulur. Melekler, onlarla arkadaşlık etmeyi arzular, kanatlarıyla onları sıvazlar. Yaş ve kuru, denizdeki haşereler, karanın yırtıcı hayvanları ve davarları onun için mağfiret dilerler. Çünkü ilim, cehâlete karşı kalplerin hayatıdır. Karanlıklarda gözlerin önünü aydınlatan kandillerdir. Kul ilim sayesinde hayırlı kimselerin mevkilerine dünya ve âhiretteki üstün derecelerine ulaşır. İlim üzerinde tefekkür etmek, (nâfile) oruç tutmaya denktir…”
Tabiûn nesli ve ondan sonrakiler de ilme kavuşmak ve onu paylaşmak hususunda birbiriyle yarışırlardı. Muhammed bin Yusuf -rahmetullâhi aleyh- en büyük hadis âlimlerinden İmâm-ı Buhârî’yle geçirdiği günleri şöyle anlatır:
“Bir gece İmâm Buhârî’nin evinde kaldım. Geceleyin not aldığı şeyleri iyice öğrenip ezberlemek için onun on sekiz defa kalkıp lambayı yaktığını saydım.”
İmâm-ı Buhârî’nin bir başka talebesi olan Muhammed bin Ebî Hatim Varrak da şöyle demiştir:
“Kendisiyle beraber yolculuktayken ara sıra bir araya geliyorduk. Buhârî’nin bir gecede on beşle yirmi arasında kalktığını görüyordum. Her seferinde çakmak taşıyla ateş yakıyor ve ortalığı aydınlatıyor, sonra da hadisleri çıkarıyor ve işaretliyordu. Ardından başını koyuyor ve seher vaktine doğru da on üç rekât namaz kılıyordu.” (Ebû Gudde, Safahât, 94)
Hanbelî mezhebinin kurucusu ve büyük bir hadis âlimi olan Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh- de şöyle der:
“İnsanların ilme olan ihtiyacı, yemeye ve içmeye olan ihtiyacından daha fazladır. Çünkü insan günde bir veya iki defa yemeye ve içmeye ihtiyaç duyarken ilme olan ihtiyacı aldığı nefesler sayısıncadır.”
Hazret-i Dâvud -aleyhisselâm- da şöyle buyurmuştur:
“İlim sahibine söyle; kendisine demirden bir bastonla, yine demirden bir çift ayakkabı edinsin. Baston kırılıncaya, ayakkabılar da parçalanıncaya kadar ilim arayıp öğrenmeye devam etsin.” (Dârimî, Mukaddime, 47/571)
YORUMLAR