Muhterem Mûsa Topbaş Efendimiz, bir sohbetlerinde ilmi şöyle anlatmışlardı:
“Tasavvuf, nihayeti olmayan bir ummândır. Bütün kâinâtı içine alan ilm-i ilâhîdir, mârifetullah ilmidir. Bu, târif edilemez, ancak herkes nasibine, anlayışına, derecesine göre söz eder.
Fahr-i Kâinât Efendimiz Hazretleri bile:
«Yâ Rab! Ben Seni nasıl senâ ederim? Sen kendini nasıl senâ etti isen öylesin!» buyurmuşlardır.
Fahr-i Kâinât Efendimizin ilmi, Cenâb-ı Hakk’ın ilmi yanında deryadan bir katre, diğer peygamberân-ı ızâm hazerâtının ilmi, Sallâllâhu aleyhi ve sellem’in ilmi yanında deryadan bir katre, evliyâullâhın ilmi de peygamberân-ı ızâm hazerâtının ilmi yanında bir katre olduğuna göre, tasavvuf, sonu, hududu, sınırı olmayan bir ilm-i ilâhîdir.
Bu nihayetsizlik âleminde, herkes nasibine göre bilgiler elde eder. Ve bu elde ettiği bilgi, deryadan bir katre mesâbesinde bile olmadığına göre, tasavvuf âleminde, Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerini, kulları, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine bahşettiği ilim miktarınca görebilir, anlayabilir. İşte mutasavvıflar, kendilerine tahsis edilen ilim miktarınca konuşabilirler. Kimisine Cenâb-ı Hakk’ın mânevî hazinesi az açık olmasına rağmen, bazı has velîlerine ikrâmı daha geniştir, daha derindir.
Cenâb-ı Vâcibu’l-Vücûd’un milyarlarca kulu olduğuna göre, her kuluna tecellisi ayrıdır, milyarlarca kimsenin bu bakımdan bilgi ve îmanları müsâvî (eşit) değildir. Aynı gibidir, fakat ayrıdır. Bu, ilm-i ilâhîde daimî olarak değişir. Hakk’ın dün bahşetmediği ilme bugün vâkıf olur, yarın ise başka bir ilimle doyuruluruz. Hülâsâ kalemlerin, mikroskopların, teleskopların, bütün zâhirî ilimlerin, künhüne vâkıf olamadıkları nihayetsizlik ilmi…
Bazı kulları, bu geniş mârifetullah sahasında aczini anlar. Hakkın ihtişamı karşısında gözyaşı döker, kimisi bu âlemin yaratıcısına hayran olur, kimisinin bu azamet-i ilâhî karşısında dili tutulur, konuşamaz olur. Kimisinin dili açılır, devamlı Cenâb-ı Hakk’ın nîmetlerini, lütfunu, keremini görür, devamlı konuşur.
Kimisine dağlar, tepeler, ovalar dar gelir. Kimisi ufak barakaya girer, orada hayat geçirir.
Kimisinin, aşk her tarafını sarar; mal, mülk, evlât, dünya kâşâneleri istemez, yalnız tek olan Allâh’ı ister.
Büyük velîlerin dahî nasipleri ayrı ayrıdır. Birisine verilen, diğerine verilmez. Birinin bildiğini diğeri bilmeyebilir.
Yalnız bu mârifetullah ilmi ile şereflenenler, nihayette, hepsi Cenâb-ı Hakk’ı bilirler, anlarlar ve bulurlar. İşte bundan sonra ne için yaratıldıklarını, Cenâb-ı Hakk’ın azametinin karşısında, kendilerine düşen kulluk vazifelerini, büyük şevk ve aşkla bilerek noksansız îfâ ederler.
Mârifetullah ilminde terakkî de kalb, gönül âleminin parlaklığına, temizliğine bağlıdır. Hak yolu yolcusunda dört haslet olursa, sünûhât-ı Rabbânî, gönül âlemine bütün bereketi ve rahmeti ile nüzul eder. Onlar da şunlardır: Kuvvetli ihlâs sahibi olmak, samimi istikamet ehli olmak, gayretli ve sebatkâr olmak, tam teslim olmak!..
Tasavvuf kaideleri başlangıçta ayrı gibi görünürse de nihayette Rabb-i Zü’l-celâl Ve’l-kemâl Hazretlerini bilmekte birleşir.”
Rabbimiz, bize de kendisini tanıma ve sevme yolunda mânevî ikram ve ihsanlarda bulunsun. Bizi, ilâhî mârifet ve muhabbet deryasına gark eylesin. Âmin.
YORUMLAR