1970 yılında Çin hükümeti, ülke genelinde “zorunlu nüfus plânlaması”nı kabul ediyor. Buna göre şehirde yaşayan âilelerin tek çocuk sahibi olmasına, kırsalda yaşayanların ise birinci çocuk kız olduğu takdirde ikinci bir çocuk daha yapabileceklerine, aksi hâlde tek çocukla kalmalarına karar veriliyor. Eğer ikinci bir çocuk yapacaklarsa, köyden şehre taşınmaları yasaklanıyor. Üçüncü bir çocuk sahibi olmak isteyenlerin ise, devlete 30 bin Yuan yaklaşık 8 bin TL ödemesi karara bağlanıyor. Böylece hükümet, 400 milyon nüfusun önüne geçtiği için kendisi ile iftihar ediyor.
2015 yılına gelince felâket çanları çalmaya başlıyor. Yaşlı nüfusun çok arttığı, genç nüfus arasında ise kadın-erkek sayılarında dehşetli bir dengesizlik olduğu görülüyor. Çünkü âileler:
“-Madem bir çocuğum olacak, o zaman erkek olsun!.” anlayışı ile kız çocuklarına hâmile kalındığı anlaşılır anlaşılmaz insafsız bir kıyım ile kız bebeklerini kürtaj ile öldürüyorlar.
Ülkede yılda 10 milyon düşük hapı satılıyor ve yasal olarak yaptırılan kürtaj sayısı da yılda 13 milyon… Kayıt altına alınmayan kürtajlar ise bilinmiyor. Şu anda evlenme çağında 140 erkeğe ortalama 100 kadın düşüyor. Erkek sayısının kadın sayısından 40 milyon daha fazla olduğu ortaya çıkıyor ve hükümet, 2015 yıllında “tek çocuk” yasağını kaldırıyor.
“Çin’den bize ne!..” gibi bir düşünce geliştirmeye kalksak da ortada ibretlik bir hâdise olduğu muhakkak. Neden derseniz, fıtrat, çocuk sahibi olmak istiyor. Lâkin rahimlerin tasarrufu Cenâb-ı Hakk’a ait olduğu için insan haddini bilmeden bu tasarrufu eline almaya kalkınca hesapta olmayan bir sürü sıkıntı çıkıyor, iş, şirâzesini kaybediyor. Ra’d Sûresi’nin 8. âyet-i kerîmesinde:
“Allah, her dişinin neyi yüklendiğini (neye hamile kaldığını) ve döl yataklarının neyi eksiltip neyi eklediğini bilir. O’nun katında her şey bir miktar (ölçü) iledir.” buyrulduğu üzere, doğum ve ölümlerin, kâinattaki taksimâtın büyük bir denge içinde olduğunu anlıyoruz.
Sorulması gereken en önemli soru şu olmalı:
“-Bir çocuğun dünyaya gelmesinde anne ve babanın sebep/vesîle olmaktan başka bir yaptırımı var mıdır?”
Hani der ya ana-babalar:
“-İyi ki bu çocuğu yapmışız!..”
Sahi, bu işi ana ve babalar mı yapmaktadır? O zaman neden bütün ana-babalar yapamamaktadır (!); neden kimisi bebek sahibi olmak isteyip olamazken bazılarının çok çocuğu olmaktadır? Burada mârifet, kişilerde midir?
Fâtır Sûresi’nin 11. âyet-i kerîmesinde:
“Allah sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O’nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı)dır. Gerçekten bu, Allâh’a göre kolaydır.” buyrularak çocuk sahibi olma hususunda takdîrin Cenâb-ı Allâh’a ait olduğu açıkça bildirilmektedir.
* * *
Yaşlı oldukları ve eşleri de kısır olduğu hâlde çocukla müjdelenen Hazret-i Zekeriya ve Hazret-i İbrahim -aleyhimesselâm- ile ilgili âyetlere bakınca, çocuk sahibi olma mevzuunun “sebepler âlemi”nde gayretten daha çok “emir âlemi”nden gelen “Ol!” emriyle mümkün olduğunu anlıyoruz.
“Dedi ki: «Rabbim, karım kısır (bir kadın) iken, benim nasıl oğlum olabilir? Ben de yaşlılığın son basamağındayım.» (Ona gelen melek:) «İşte böyle!» dedi. «Rabbin dedi ki: Bu benim için kolaydır, daha önce sen hiçbir şey değil iken, seni yaratmıştım.»” (Meryem, 8-9)
Olmazların içinde Hazret-i Îsâ’nın yaratılması ve babasız dünyaya gelmesi de rahimlerin Cenâb-ı Hakk’ın emrinde olduğunun en büyük delillerinden…
“Meryem: «Rabbim!» dedi, «Bana bir erkek eli değmediği hâlde nasıl çocuğum olur?» Allah şöyle buyurdu: «İşte böyledir, Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece «Ol!» der; o da oluverir.»” (Âl-i İmrân, 47)
* * *
Hâmile olmak isteyip de olamayan genç hanımların oluşturdukları forum sitelerine şöyle bir göz gezdirdim; çocuk sahibi olmak için denemedik şey bırakmamışlar. Soğan kürleri, aslan perçemleri, rahim sülükleri, hacamatlar, acı elma yağları… Tıbbî tedavilerin yanında yürütülüyor, bütün bu alternatif teknikler…
Hanımın biri yazmış:
“-Hani hemen hâmile kalacaktım, yedi ay bitti, ben şimdi ne yapacağım?”
Cemaatimden çok tatlı bir genç hanım vardı. O kadar çok çocuk sahibi olmak istiyordu ki, artık psikolojisi bozulmuştu.
“-İnsan her an çocuk düşünür mü, ben o durumdayım. Âdet dönemlerim mâtemim oldu.” diyordu.
Beşinci kez tüp bebek deneyip de “Yine olmadı!” diye ağır depresyona giren hanımlar biliyorum. Artık şu gerçeği iyice kavrıyoruz ki; çocuk oluşumu sadece Rahmân’ın izni dâiresinde… Kul sebeplerine başvursa da, olmadı mı olmuyor.
Dr. Haluk Nurbâkî’nin anlatımı ile:
“Dişinin yumurta hücresi, özel bir bölünme yolu ile 23 kromozomlu, yarım yetenekli bir hücreye dönüşür. Bu 23 kromozomda 60.000 istîdat, çok özel bir şekilde ikiye bölünerek serpiştirilmiştir. Yani birden altmış bine kadar sayılardan otuz bin tane sayı, yumurta hücresinde vardır. Bu sayılar sınırsızdır. Anneden çocuğa geçmesi uygun genetik şifrelerden yarısı (30.000) tanesi bu kromozomlara dizilmiştir. Ancak sayılar üzerinde örnek verirsek, yumurta hücresinde: 1, 18, 345, 481, 617, 5.474, 17.640, 28,430, 45.050, 58.400 gibi sırasız sayılar vardır. Yumurta hücresinin bu sayıları 60.000’e tamamlanması için eksik sayıları, etrafında toplanan 250 milyon meni hücresinin bir tanesinden seçip bulması gerekir. Yumurta hücresinin işi böylesine bir muammâ, üstelik bu işi bir saatte bitirecek. Bu problem çözülür mü? Matematik bilim adamları hesabı yapmış, bunun ihtimali 14 x 10 üzeri 30.000’dir. Bu sayı, yaklaşık olarak sıfırdır.”
* * *
“...Hiç bir dişi, O’nun ilmi olmaksızın gebe kalamaz ve doğuramaz.” (Fussilet, 47; Fâtır, 11)
“Göklerin ve yerin mülkü Allâh’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları verir, dilediğine de erkek çocukları verir. Yahut onlara erkekli-dişili çift verir. Dilediğini de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi bilendir ve her şeye gücü yetendir.” (eş-Şûrâ, 49-50)
“Söyleyin bakalım! (Rahimlere) döktüğünüz meniyi; onu siz mi yaratıp insan hâline getiriyorsunuz? Yoksa yaratan Biz miyiz?” (el-Vâkıa, 58-59)
“Onlar bir yaratıcıları olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendi kendilerini mi yaratıyorlar?” (et-Tûr, 35)
“Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizden korkup sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir.” (en-Nisâ, 1)
“O’dur ki, sizi topraktan, sonra bir damla sudan, sonra bir alak’tan (embriyo) yarattı; sonra sizi bir bebek olarak çıkarmakta, sonra güçlü (erginlik) çağınıza erişmeniz, sonra da yaşlanmanız için size (belli bir ömür vermektedir). Sizden kiminin daha önce hayatına son verilmektedir; adı konulmuş bir ecele erişmeniz ve belki aklınızı kullanmanız için (Allah sizi böyle yaşatır). Dirilten ve öldüren O’dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: «Ol!» der, o da hemen oluverir.” (el-Mü’min, 67-68)
“Şüphesiz senin Rabbin, mağfireti geniş olandır. O, sizi daha iyi bilendir; hem sizi topraktan inşâ ettiği (yarattığı) ve siz daha annelerinizin karnında cenin hâlinde bulunduğunuz zaman da… Öyleyse kendinizi temize çıkarıp durmayın. O, sakınanı daha iyi bilendir.” (en-Necm, 32) âyet-i kerîmelerini düşününce en büyük haddini bilmezliklerimizi rahimler hususunda yaptığımızı, ne mâzeret beyan edersek edelim kendimizi temize çıkaramayacağımızı ve Allah’tan dâimâ sakınmamız gerektiğini anlıyoruz.
Bir yandan sperm bankalarından alınan “haram” spermler, çocuk sahibi olmak aşkıyla yanan kadınların rahimlerini zillete boyarken, bir yandan kürtajlarla telef edilen bebekler!.. Nasıl da ifrat ve tefrit uçları arasında gidip geliyoruz.
* * *
İstanbul’da vazife yaptığım dönemde Dâru’l-Aceze Kurumu’nu ziyarete gitmiş, âileleri tarafından terk edilen bebeklerin bulunduğu bölüme de uğramıştık. Cami avlusunda bulunup, kuruma yeni getirilen bir bebeği görünce, bebek sahibi olmak için her şeyi deneyen, ama bir türlü nasip olmayan arkadaşımız gözyaşları içinde:
“-Kimisi arar bulamaz, kimisi bulur, cami avlusuna bırakır!” demişti.
* * *
“Plânlama yapmak”, eldeki verilere, geçmişte edinilen tecrübelere ve geleceğe dair tahminlere dayalı olarak; belli gâye veya maksatlar doğrultusunda çeşitli kısıtlamalara da uymak sûretiyle geleceğe dair karar verme olarak tarif ediliyor.
“Âile plânlaması” ise, özel bir planlama türü olup, doğumun kontrol altına alınması, nüfusun çoğalmasının sınırlandırılması, istenmeyen gebeliğin önlenmesi maksadıyla uygulanıyor. Gerek genel, gerekse özel olan âile plânlaması tarifine bakınca, akla hemen bir soru geliyor:
“-Bilinmeze mâlik miyiz ki, planlamasını yapalım?”
Âile plânlamasında istediğimiz zamanda, istediğimiz sayıda çocuk sahibi olmak esası üzerinde duruluyor. Sahiden, bu, ne kadar mümkün?
Yeni evli çiftlerin birbirini doyasıya tanımak ve bu evliliği yürütüp yürütemeyeceklerine karar verdikten sonra çocuk sahibi olmak gibi akla ziyan düşünceleri var. Bir kere bu şekilde şartlar üzerine bina edilen bir nikâh, dinen câiz değildir.
Evlilik evliliktir, bir deneyelim; olmazsa “Eyvallah!” deriz gibi bir anlayış ile evliliğe başlanmaz. Hadi diyelim ki çiftler:
“-Tamam biz bu işi götürebileceğiz, şimdi sıra çocuk sahibi olmaya geldi!” desinler ve istedikleri zamanı plânlayarak çocuk sahibi olsunlar. Bu mümkün mü? İhtimal dâhilinde, lâkin olup olmayacağı Cenâb-ı Hakk’a kalmış. Kim garantilemiş ki, bunlar garantilesin… Her şeyi kendisinin idâre ettiğini zanneden, tevekkül özürlü bu kişilerin çocuğu olsa dahî, böylesi bir haddini bilmezlik, imtihan edilmez mi?
Âileyi plânlama mevzuu, on dokuzuncu yüzyılda Batı Avrupa’da doktrin olarak ortaya atılmış ve hızla bütün dünyaya yayılmış… Tarih boyunca hangi millet veya dinden olursa olsun insanlar, “hâmileliği önleme metotları” üzerinde durmuşlar. Ancak yirminci yüzyılda dînî ve ahlâkî bakış açılarının değişmesi ve teknolojinin ilerlemesi sayesinde, doğum kontrol metotları ve araçlarının kullanılması ile gayr-i meşrû ilişkilerde büyük bir patlama yaşanmış:
“-Çocuk olma tehlikesi yoksa, istediğin kişi ile beraber ol. Özgürce cinselliğini yaşa!” denilmiş.
Âilelerini plânlamayı kendine mârifet edinen batı, bugün kazdığı kuyuya düşmüş, genç nüfus gittikçe azalıp, yaşlı nüfus arttıkça doğurganlığı teşvik etmiş; ancak Allâh’ın mülkü olan rahimleri kendisinin tekelinde zannettiğinden, büyük bir imtihan ile karşı karşıya kalmıştır. Batıda kadınlar, çocuk doğurmak istememektedir. Kullandığı doğum kontrol metotları ile kendilerine yabancılaşan ve bu süreçte rahata alışan bir kadın için çocuk, ayak bağından başka bir şey değildir.
Akla gelen bir diğer soru da şu:
“-Takdir tamamen Allâh’ın elinde olduğu hâlde, rahimler Allâh’ın emrinde olduğu hâlde, neden geçmişte dahî insanlar, hamileliği önlemeye çalışmışlar?”
Biliniyor ki; “hâmileliği önlemeye çalışmak” sadece bir tedbirdir. Oysa bütün tedbirler, Allâh’ın takdiri dâhilindedir. Alınan her tedbir, Allâh’ın irâdesine göre başarılı olur veya olmaz; buna Allah karar verir.
“-Nerede bizim irâdemiz? Nerede kulun seçme hakkı?” dersek şayet; ruhlar âleminde var olan bir varlığın dünyada ete kemiğe bürünmesi kulların irâdesine bırakılacak kadar basit bir mevzu değildir.
Evlât sahibi olmak veya olmamak; kader-i mutlak dâhlindedir ve Cenâb-ı Hakk’ın “el-Azîz” ve “el-Hakîm” isimlerinin tecellîsi kendisini gösterir. Gerçekten rahimlerde Cenâb-ı Allah’ın takdirine teslim olmak ya da olmamak meselesi, imtihan meselesidir ve doğurmak ya da kürtajla bebeğin hayatına son vermek veya geriye dönüşü olmayan metotlarla kısırlaşmak yahut çocuk sahibi olamayınca isyan ederek Allah Teâlâ’ya küsmek gibi irâdî davranışlarımız, hesaba çekilecek mevzulardır.
“-Bu beden benim, istersem doğurur, istemezsem doğurmam!” diyen hanımlardan bazılarına hiç evlâdın nasip olmadığını da gördüm; olan evladın, annesinin kendisine büyük bir sevgi ile bağlanmasından sonra trafik kazasında hayatını kaybettiğini de gördüm.
“-Dünyaya ben istersem getiririm!” diyen, bir de bakıyor ki evlâdını dünyada tutamıyor. İnsanın çıkmazı tam da burada işte… Kul irâdesini “olandan sonra (kürtaj ile)” ya da “olmadan önce (geriye dönüşü olan ya da olmayan doğum kontrolü metotları ile)” kullanıyor, “olma noktasında” değil… Kul asla olduramıyor…
“Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz hiç bir şey dileyemezsiniz.” (et-Tekvîr, 29)
“De ki; Allâh’ın dilemesi dışında, ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim…” (Yûnus, 49) âyetlerinde buyrulduğu gibi…
Evlât sahibi olma mevzuu o kadar derin bir mevzu ki, kesinlikle her anne ve babanın evlât sahibi olmasında büyük hikmetler bulunuyor.
Annenin hayatı tehlikede ise, rahimlerdeki bebeğin hayatına son verilebilir. Annenin sağlığı daima öncelikler arasındadır. Anne sağlığı tehlikede ise, tedbire başvurmakta bir beis yoktur. Bu genel bir kâide olmakla birlikte İslâm Dîni, kürtajı, kesinlikle cinâyet olarak kabul etmiştir. Geriye dönüşü olmayan annenin hayatî tehlikesi hâriç, tüpleri bağlatmak, kadını kısırlaştırmak câiz görülmemiş, haram kabul edilmiştir. Diğer tekniklerin hepsi, “azl” (rahim dışına boşalma), “takvim” usulü, ağızdan alınan ilâçlar vb. sadece psikolojik olarak âileleri rahatlatmak, stresten uzaklaştırmak maksatlı olsa gerektir. Zira hangi tedbir alınırsa alınsın, tedbir takdirin önüne geçememektedir.
Ebû Said el-Hudrî -radıyallâhu anh-’tan rivayet edilen bir hadîs-i şerîfe göre, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bir şahıs gelip:
“-Ey Allâh’ın elçisi, benim bir câriyem var. Ben ondan azil yapıyorum, gebe kalmasını da istemiyorum. Erkeklerin hoşuna giden benim de hoşuma gidiyor. Yahudîler bunun «çocukları diri diri gömmenin küçüğü» olduğunu söylüyorlar!” deyince, Peygamber Efendimiz:
“-Yahudîler yalan söylüyor. Eğer Allah o çocuğu yaratmayı dilerse, sen onun dünyaya gelmesine engel olamazsın” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Nikâh, 46)
Câbir -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte ise, bir adam Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gelmiş ve:
“-Bize hizmet eden ve ağaçlarımızı sulayan bir câriyem var. Onunla birleşmek isterim, fakat hâmile kalmasını istemem.” demişti. Bunun üzerinde Peygamber Efendimiz:
“-Öyle istiyorsan azil yap, fakat onun için ne takdir edilmişse o olacaktır.” buyurmuşlardı.
Bir müddet sonra adam tekrar gelmiş ve câriyesinin hâmile kaldığını söylemişti. Allah Rasûlü ise:
“-Sana onun için ne takdir edildiyse, o olacaktır demiştim.” diyerek karşılık verdiler. (Müslim, Talâk, 25)
Allâh’ın Rasûlü, hiçbir eşine doğum kontrol metotlarından biri olan azil yapmamıştır. Buna rağmen, çocuk doğurabilecek genç yaşta olan eşlerinden Hazret-i Âişe, Hazret-i Hafsa, Hazret-i Zeynep, Hazret-i Cüveyriye, Hazret-i Ümmü Seleme ve Hazret-i Safiye’den çocuğu olmamıştır. Bütün bu eşleri ile birlikte yaşadığı Medîne döneminde yalnız Mâriye’den bir çocuğu olmuştur.
Peygamber Efendimiz’in: “Cenâb-ı Allâh’ın dilediği her canlının kıyamete kadar dünyaya geleceğini” bildirmesi[1] ile şu soruyu sormak akıllıca olur:
“-Bilinmezin plânlaması nasıl yapılır?”
Ne acıdır ki, bizim Peygamberimiz sevdiklerine “mal ve evlât bolluğu” için duâ ederken, O’nun bu çağdaki ümmeti, temelde ekonomik sıkıntı çekmemek, rahat bir hayat yaşamak arzusu ile kendilerinin ve her şeyin gerçek sahibini ve rızık vereni unutuyorlar!.. Kendi karınlarını doyuranın kendileri olduğunu düşünüyorlar. Hâlbuki Rezzâku’l-Âlemîn, bütün canlıların rızkını üzerine almış ve kefîl olmuş.
Yine bazı kimseler, “Bu bozuk toplumda dînî ahlâk üzere çocuk yetiştiremem.” korkusu ile yine Allâh’ın kudretini, takdir ve hikmetini hatırlarından çıkararak, koruyucu tedbirlere başvuruyorlar ve mânen aslında ne kadar çok hasta olduklarını ortaya koyuyorlar.
Rabbimiz, takdîrine boyun eğen, maddî-mânevî her türlü rızkına tevekkül edip teslimiyet gösteren, bahtiyar ve muhlis mü’minlerden kılsın bizleri de… Ümmetinin çokluğu ile iftihar eden Peygamber Efendimiz’e, elinden geldiği kadar güzel ümmetin fertlerini yetiştirmeyi vazife kabul eden anne-baba, öğretmen ve eğitimcilere ne mutlu!..
[1] Buhârî, Nikâh, 42; Müslîm, Nikâh, 1438; Nesâî, Nikâh 107/6; Ebû Dâvud, Azil, 2170-2173; Tirmizî, Bâbu Kerâhiyeti’l-Azli, 1138.
YORUMLAR