Rabiatül Adeviyye -1
“Kadından evliyâ olur mu?” sorusuna verilecek en güzel cevaplardan birisidir, İslâm Tasavvufu’nun ilk zâhidelerinden Râbia. Öyle ki, devrinde ve sonrasında her ehl-i vicdan, “İkinci Lekesiz Meryem” sıfatı ile yâd etmiş, Râbia’yı... En büyük husûsiyeti ise kabul görmüş bir zâhide hanım olmanın yanında “Ben”liğin yok olduğu fevkalâde bir “aşk anlayışı” getirmesidir tasavvuf literatürüne…
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ölüm tarihi ise, pek çok eski meşhurlarımız gibi hiç olmazsa, yıl olarak tespit edilmiştir. Mîlâdî 752 (Hicrî 135) yılında, Kudüs civârında vefat etmiştir.
Babası İsmâil’in 3 kızı vardı. Bir tane daha olunca, ona “Dördüncü” anlamında “Râbia” ismini koydu. Fakir bir âile olduğu için, Râbia’nın doğduğu gece, evde, doğum esnâsında ve akabinde elzem olan ihtiyaçlardan neredeyse hiçbirisi yoktu. Bu duruma pek mahzûn olan annesi, üzüntüyle kocasına, hiç olmazsa komşularından bir miktar kandil yağı olsun alıp gelmesini ve doğan yavrucuğunun yüzünü olsun rahat görmek arzusunu belirtti.
Râbia’nın pederi, Allah’tan başka hiç kimseden bir şey istemeyeceğine dâir söz vermişti kendi kendisine... Fakat buna rağmen muhterem zevcesini birazcık tesellî sadedinde, “Peki!” diyerek dışarıya çıktı. Yavaş adımlarla komşu kapıya vardı. Yine aynı sessizlikle kapıya elini sürüp serî bir şekilde oradan uzaklaşarak eve geldi. Hanımına, komşunun kapısının açılmadığını söyledi.
Kundaktaki bebeğe bakan anne, üzülerek ağlamaya başladı. Râbia’nın babası, tam yokluğun boğucu sıkıntısı altında ıztırapla kıvranırken hafifçe uyku bastırdı. Bu uyku diğerlerinden farklı bir güzellikteydi. Nasıl güzel olmasın ki, rüyâsında âlemlerin fahri olan İki Cihan Serveri Muhammed Mustafâ’yı görmüştü. Hazret-i Peygamber, Râbia’nın babası İsmâil’e:
“-Hiç üzülme, ey İsmâil! Senin bu kızın ümmetimden pek çok kişiye şefaat edecek inşâallah. Yarın Basra vâlisi İsâ Zâdân’a git ve de ki: «Ey vâli! Sen, her gece Hazret-i Peygambere yüz salevât getirirdin. Cumâ geceleri ise bu salavâtı dört yüze çıkarırdın. Bu Cumâ salevât getirmeyi unuttun da Hazret-i Peygamber bana rüyamda göründü. Dedi ki, her salevâta mukâbil bir altın veresin bana kendi helal parandan…»
İsmâil, neşe ile gözlerini açtı. Yüzünde Sevgili Peygamberini (s.a.v.) rüyâda olsun görmenin mânevî lezzeti ile hanımına müjdeyi verdi.
Ertesi gün vâlinin huzuruna çıktı, durumu anlattı. Vâli, Hazret-i Peygamberin kendisini yâd etmesine pek sevindi de İsmâil’i ihsanlara garketti. Ve onunla beraber daha pek çok fakire de cömertçe sadaka dağıtarak, bu müjdeli rüyâya lâyık olduğunu ispat etti.
* * *
Râbia, işte böyle bir âile içerisinde dünyaya gözlerini açtı.
Fakat, çile bitmiş değildi. Daha uzun zaman geçmemişti ki, çocuk denecek yaşta, hem annesini, hem babasını ölümün kollarına verdi. Dört kız farklı farklı âilelerin evlerine dağıldılar. Râbia’yı, kötü ve zâlim bir kimse aldı.
İşte bu kimsesizlik içerisinde, Râbia’yı alan kişi, onu bir köle gibi bir başkasına sattı. Bundan sonra bir köleydi artık Râbia!..
Yeni efendisi, yaşlı ve huzur vermez birisi idi. O da dirlik vermedi Râbia’ya. Küçüklüğüne, nârinliğine, zayıflığına bakmadan, zor ve katlanılması güç işlere koşuyordu Râbia’yı... Fakat o, sızlanmadan kendisine emredilen her işi yapıyor, geceleri de Rabbisine ibâdet ederek babasının gördüğü rüyaya muvâfık bir hayat sürmeye gayret ediyordu.
Bir gece efendisi âdeti olmadığı bir saatte uyandı. Gördü ki, Râbia’nın penceresinden bir ışık sızıyor. Gecenin bu vakti ayakta ne yapıyor, diye meraklandı. Bir taraftan da içinden kızıyordu. Bir köle kız, kandili boşu boşuna yakıyor diye…
Râbia’nın odasına vardığında bir de ne görsün: Râbia’nın başı üstünde bir kandil, boşlukta asılı duruyor ve hafif hafif bir ışık yayıyor etrafa… Râbia da huşû içerisinde, Rabbine duâ ve niyaz ile yalvarmada:
“-Ey Rabbim! Bilirsin ki, her dakikamı Sana ibâdete hasretmek istiyorum. Fakat efendim yaşlı ve benim hizmetime ihtiyaç duyuyor. Ben de ona hizmet etmek zorundayım. Sana gerektiği gibi ibadet edemiyorum, beni bağışla ey Rabbim!..”
Efendisi, Râbia’nın bu içten yakarışını duyup kandilin hiçbir destek olmadan havada asılı duruşunu görünce, Râbia’ya yaptıklarına pişman oldu.
Sabah olur olmaz Râbia’ya:
“-Ey Râbia! Artık hürsün. İstediğin yere gidebilirsin. Fakat burada kalırsan çok sevinirim. Şu yaşlı hâlimle sana hizmet ederim!..” dedi.
Râbia, gitmeyi tercih etti ve küçük bir kulübeye yerleşti. Bütün zamanını çok sevdiği Rabbine ibadet ve niyaz içerisinde geçirmeye başladı.
Bundan sonra ölümüne kadar bu hâl üzre devam etti ve pek çok insan kendisinden ibret aldı, tasavvuf yolunun güzelliklerini öğrendi.
HÂTIRALAR
Zenginlerden bir şey istemek
Mâlik bin Dinar anlatıyor:
“Bir gün Râbia’nın yanına gittim. İbadet için abdestini almıştı. Abdest aldığı testiden susuzluğumu gidermek için su içtim. Gördüm ki, testinin bir tarafı kırık. Kulübesine baktım ve gördüm ki, namaz kıldığı ve üzerinde yattığı kerpiçten bir tuğlanın yastıklık ettiği eski mi eski bir hasırdan başka bir şeyi yok. Dedim ki:
“-Ey Râbia! Tanıdığım zengin arkadaşlarım var. Eğer kabul edersen, senin için onlardan bir şeyler isteyeyim.”
Râbia:
“-Yâ Mâlik! Bana da, onlara da rızkı veren Allah’tır. O Allah ki, ne fakiri malının kıtlığından dolayı unutup duâsını kabul etmemezlik yapar, ne de zengini, malının çokluğundan dolayı daima hatırlar. Madem ki, Rabbim benim hâlimi biliyor; O’na arz etmeye gerek yok. Madem ki, benim bu hâlde olmamı murâd etmiş, O’nun murâdının hilâfına davranamam!..” dedi.
Evlenmek…
Râbia’ya sordular:
“-Neden evlenmiyorsun?”
Dedi ki:
“-Benim üç büyük derdim var. O büyük dertlerin yanında ben evliliği nasıl düşünebilirim!”
“-Nedir o üç büyük derdin?” dediklerinde de şu cevabı verdi:
“-Birincisi, son nefesimde îmanımı kurtarıp kurtaramayacağım.
İkincisi, amel defterimin sağ tarafımdan mı, sol tarafımdan mı verileceğini bilmemem.
Üçüncüsü de, bir grup cennete giderken, diğer bir grup da cehenneme gidecek. Acaba ben hangi grupta olacağım, onu bilmiyorum!..”
Betül Demir
YORUMLAR