Bazı kitaplar vardır, “muhalled: ölümsüz, klasik” ismiyle anılmayı hak eder. Yazıldığı andan itibaren geçen yıllar, yüzyıllar onları eskitemez. Muhtevâsındaki bilgiler, insan fıtratının tercümanı olması ve üslubundaki güzellik gibi sebeplerle, her devrin insanı onda kendisinden bir şeyler bulur. Böyle kitaplar, kendi devirlerinden öncesiyle sonrası arasında hem bir çizgi ve başlangıç oluşturur, hem de köprü olurlar. Bütün bu söylenenleri, hatta daha fazlasını hak edecek bir kitabı size takdim etmek istiyorum: “İhyâ-i Ulûmuddîn: Din İlimlerinin İhyâsı”
Bu kitap, İmâm-ı Gazalî tarafından kaleme alınmış çok değerli bir eserdir. İmâm-ı Gazâlî, hicrî 450/mîlâdî 1058 tarihinde Horasan’ın Tûs şehrinde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Muhammed ibn Muhammed el-Gazâlî’dir.
Kendisine neden “Gazalî” denildiği ile ilgili iki rivâyet vardır. Birincisi, Tûs Şehri’nde “Gazâle” adında bir mahalle veya köyde dünyaya gelmiştir. Diğer rivâyet de babasının yün eğiren birisi (Gazzâl) olması yüzünden ona nisbetle “el-Gazzâlî” ismi verilmiştir.
Babası fakir ve tahsilsiz bir zât olmakla beraber ilim ve sohbet meclislerine devam eder ve oradakilerin hâline gıbta ederdi. Sık sık Allah Teâlâ’dan kendi evlatlarının da böyle hayırlı hizmetlerde bulunmasını niyaz ederdi. Ancak kendi ömrü vefâ etmemiş ve çocukları daha ergenlik yaşına gelmeden vefat etmişti.
Ancak bu baba duâsının bereketiyle olsa gerek ki, İmâm-ı Gazâlî ve kardeşi Şihâbüddin Ahmed, ilimde zirveleşmiş, pek çok değerli eser vererek, talebe yetiştirmişlerdir.
İmâm-ı Gazâlî, çalkantılı siyâsî gelişmelerin olduğu bir devirde yaşamış, Cürcan, Nisabur gibi şehirlerde ilim tahsil etmiş ve daha 28 yaşında, zâhir ilmin en yüksek mevkiine erişerek ilim muhitlerinde adından söz ettirmeye başlamıştı. Tam bu dönemde, Selçuklu veziri Nizâmülmülk ile görüşmüş, o da kendisini Nizâmiye Medresesine tayin etmiştir.
Orada ilmî faaliyet ve münâzaralarla şöhreti daha da yayılmış olan İmâm-ı Gazâlî, aynı nispette çeşitli haset ve komploların hedefi olmaya başladı. Nizamiye Medresesi’nde 4 yıllık ders, sohbet ve vaazlarla dolu irşad dönemini takiben, büyük bir iç buhranı geçirerek ilimden ve insanlardan uzaklaşmış, Şam’da 11 yıl süren bir inzivâ hayatına başlamıştı. Burada Emeviye Câmii’nin içinde, minârelerinde kıt kanaat bir hayat geçirerek büyük bir tefekkür deryasına daldı. Ve bu inziva ve uzlet hayatının ardından, kendisini kurtaracak en emin yol olarak “tasavvuf”u seçti. Birçok şehri dolaştıktan sonra, Nizamülmülk’ün oğlu Fahrülmülk’ün daveti üzerine tekrar eğitim-öğretim (tedrîs) hayatına döndü. (h. 499/m.1105-6)
Bu ikinci tedris döneminde ve sonrasında çok kıymetli eserler yazmış ve hicrî takvimle elli beş yaşında vefat etmiştir. Ancak İslâm Dünyasına kazandırdığı eserler ve yapmış olduğu hizmetler, bu kısacık ömre sığacak gibi değildir. O, devrindeki bâtıl felsefî düşüncelerle, bâtınî akımlarla kıyasıya mücadele etmiş, İslâm ilimlerini, sadece zâhir/kabukta kalmadan, derûnî/mânevî cephesiyle birlikte ele almış ve büyük bir çığır açmıştır. 75 kadar eser verdiği, hattâ risâle şeklindeki küçük kitapçıklarla bunun bine kadar yükseldiği rivâyet edilmiştir. Ancak en kıymetli eseri, İhyâu Ulûmuddin’dir. Bu eser, adından da anlaşılacağı üzere, Kelam, Fıkıh, Tasavvuf gibi temel İslâm ilimlerinin her dalında, pek çok konunun sistematik bir şekilde ele alındığı, işlendiği sahasında en gözde eserlerden birisidir.
Kıymetli okuyucularımıza, Ahmed Serdaroğlu’nun tercümesi ile Bedir Yayınları’nda neşredilmiş bu kitabı tavsiye ederiz. Ayrıca bu kitabın çok kısa bir zaman içinde Erkam Yayınları titizliğiyle tekrar yayına hazırlanmakta olduğunu da haber vermek isteriz.
YORUMLAR