İhlâs: Arı-Duru gönül huzuru

Rûhâniyet taşan sîmâlar vardır; görmek için sabırsızlandığımız, her yerde aradığımız... Etraftaki gözlerden âzâde, her türlü endişe ve kaygıdan uzak, rûşen sîmalardır onlar...

Huzuru doyumsuz, hoşgüvâr (tatlı) sözler vardır, can damarından yakalayıp ruh-nevâz olan (ruhu okşayan)…

Bizi çarpan bir çift göz vardır; nazarından nûr taşıran ruh-efzâ (can katan) olan.

Tebessümler vardır, yüzde belirdi mi dünyanın kederini unutturan... Sîmada, dilde, tebessümde zuhûr eden bir cevher vardır. İsmi, ihlâstır. Semâdan yeryüzüne indirilen, sabah nûrânîliği gibi arı-duru, apaydınlık bir gönül huzurudur.

 Duruşu haşmetli, lâkin başı secdede; mütevazı, içimizde yaşayan bir derviş gibidir ihlâs... Bir o kadar da münzevîdir. Yanında dünya metaının basit bir hurda kaldığı eşsiz harikalarını gizleyen bir münzevî... Bunları yalnız biricik mahbûbuna arz etmeyi sever ve bekler. Yalnız O görsün ve yalnız O beğensin ister. Bu murâdı taşıyanların gönlünde yaşayan bir derviş gibidir ihlâs…

 Bol yemişli bir bahçeye benzer ihlâs. Ona sahip olanlar, her şeyin zenginidir. Kanaatin, muhabbetin, cömertliğin zengini... Hiçbir şeye boyun eğmeden, Allâh’a kul olmanın saltanatını yaşarlar, ona sahip olanlar... “Îman”ın lezzetinden “ihsân”a varırlar. Dünya içre, dünyadan azâde yaşayan ruhların cenneti, “ihsan”da olurlar.

 Sadaka ve secdelerle dolu bir defter getirilir mahşer yerine. Amel sahibi bakıp durmaktadır mizana konan amellerine. Tartıda kifâyetsiz kalınca ameller, suâl edip durur, gözleri korkudan büyümüş hâlde:

“-Gece gündüz işlediğim ibadetlerim nerede?”

Hemen cevap gelir:

“-İhlassız amellerin yoktur tartıda yeri!.. İçinde riyâ varsa boşaltır haseneleri!..”

Kimi gönüllerde uyuyan bir derviş gibidir ihlâs. Uyanmayı bekler, samimi bir tevbeyle. İçki küfelerinde sabahlayıp, tevbenin hayat ırmağında arınan Bişr-i Hafî gibi.

 Yalnızca Allah’tan sakınanlara verilen bir hediyedir ihlâs... Geceleyin uykunun derinliğinden sıyırıp alır, Rabbinin huzurunda boyun büktürüp yalnızca O’na el açtırır. Riyâ tuzağından uzak, şeytanın tasallutundan emin kimselerdir ihlâsa sahip olanlar… Hani İblis demiş ya:

“Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde «ihlâsa erdirilmiş kulların» hariç, onların hepsini azdıracağım” (el-Hicr, 39-40)

İşte ihlâslılar, şeytanın vesvese ve iğvâsından selâmete erenlerdir. Onlar, korunmuş kullardır.

İhlâsa sahip olan, dünyaya meydan okuyacak kuvveti bulur içinde. Bu, o kimseye Rabbi’nin ilhamıdır, ikramıdır, ihsanıdır.

Bedir’de mümtaz kahramanların kılıcı oldu ihlâs…

Uhud Dağını titreten Hazret-i Hamza’nın cesareti,

Çanakkale’de yiğitlik destanı oldu. Mahşer gibi kaynayan o meydanda gövdesinden ayrılan başların sürûru oldu ihlâs.

Hazret-i Ali’nin o unutulmaz îsârında tanıdık ihlâsı. Kendisi ve âile efrâdı açlıktan kavrulurken kapısına gelen yolcu, yetim ve esîre gizlice verdiği ekmek oldu.

İhlâs, öfke ateşine karşı serinlik oldu Câfer-i Sâdık’ın kalbinde. Kölesi, sahibinin kıymetli eşyasını kırıp, elbisesini kirlettiğinde şu âyetle emân dilemişti: “Allah’tan korkan kimseler, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler.” (Âl-i İmrân, 134) Câfer-i Sâdık, bu âyeti hatırlatan kölesini affedip azad etti, âyetin nasıl yaşanacağını bize gösterdi.

Hazret-i Hacer’in tevekkülünde tanıdık onu. Uçsuz bucaksız çölde bir yıldızlar, bir Hacer, bir de çocuk. Bu hiçlik ânında, elindeki tek sermayeydi, Hazret-i Hacer’in Rabbi’ne samimiyetle açılan kalbi... Yakarışından sonra Hazret-i İsmail’in topuklarından kaynayan zemzemin bereketinde tanıdık onu.

Hazret-i İbrahim’in, ateşi söndüren teslimiyeti oldu ihlâs. Sebeplerin değil, müsebbibin peşine düşmek olduğunu öğrendik İbrahim -aleyhisselâm-’ın “Ateşi yandıran söndürür!..” deyişinde…

“-Beni yaratana, niçin ibadet etmeyecekmişim?!” diyerek taşlanırken Rabbine koşan Habîb-i Neccar’a açılan cennet kapısı oldu, ihlâs... Kavmini uyarmak için Allâh’ın elçileri geldiğinde onların yanında yer aldı ve onlarla beraber taşlanarak şehid oldu. Tam gözlerini son defa kapatırken Rabbinin mükâfâtlarına şâhid oldu:

“-Keşke kavmim de bilseydi!..” diyerek iç çekti.

Hulûs-i kalp ver Allâh’ım, ihlâsa erdirdiklerin gibi... Arı-duru, huzur dolu...

Samimiyetimiz, gönül safâmız, en büyük ziynetimiz olsun...

 

Ayşegül Zobi BALTA

 

Ek-

Âyet-i kerimeler:

 

ÂYET-İ KERİMELER

 

Kul­la­rın amel­le­rin­den Al­lâh Te­âlâ’nın asıl mu­râ­dı, on­la­rın an­cak ken­di rı­za­sı­na uy­gun ola­rak ih­lâs­la îfâ edil­me­si­dir. Âyet-i ke­rî­me­ler­de bu­yu­ru­lur:

(Ey Ra­sû­lüm!) Şüp­he­siz ki Ki­tâb’ı sa­na hak ola­rak in­dir­dik. O hâl­de sen de dî­ni, sa­de­ce Al­lâh’a has kı­la­rak (ih­lâs ile) kul­luk et!..” (ez-Zü­mer, 2)

“De ki: Ben, dî­ni Al­lâh’a has kı­la­rak (ih­lâs­lı bir şe­kil­de) O’na kul­luk et­mek­le emro­lun­dum.” (ez-Zü­mer, 11)

“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (el-En’âm, 162)

Şeytanın fitne, vesvese ve düşmanlığından korunacak olan kimseler, ancak ihlas sahibleridir. Hicr Sûresi’nde bu durum şöyle haber verilmiştir:

(Şeytan) De­di ki: Ey Rab­bim! An­dol­sun ki, be­ni az­dır­ma­na kar­şı­lık ben de yeryü­zün­de on­la­ra (gü­nah­la­rı) süs­le­ye­ce­ğim ve on­la­rın hep­si­ni mut­la­ka az­dı­ra­ca­ğım. Ancak on­lar­dan ih­lâs­lı kul­la­rın müs­tes­nâ!..” (el-Hicr, 39-40)

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle