Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:
“Ey diliyle müslüman olup da, kalbine îman nüfuz etmemiş münâfıklar! Müslümanlara eziyet etmeyin, onları kınamayın, kusurlarını araştırmayın. Zira kim müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah da kendisinin kusurlarını açığa çıkarır. Allah, evinin içinde dahî olsa, böylesini rezil rüsvay eder.” (Ebû Dâvud, Edeb, 35)
Toplumun huzurunu bozan, sükûn hâlini ihlâl eden, insanların arasında fesat çıkmasına sebep olan ve nefret tohumlarının yeşermesine sebebiyet veren fiillerden birisi de başkalarının kusurlarını araştırma ve onları etrafa yayma dediğimiz, “tecessüs”tür.
Tecessüs, “haber araştırmak, göz dikmek, yoklamak, bir şeyin iç yüzünü araştırıp sırrını çözmeye çalışmak” gibi mânâlara gelen “cess” kökünden türemiştir. Kelime olarak, “herhangi bir şey hakkında bilgi toplama, yitik arama, bir şeyi gözetleme” mânâlarında kullanılmaktadır. Tecessüs, daha hususî bir mânâda, “kötü bir maksada yönelik gizli hususları araştırma” demektir. Nitekim câsus kelimesi de aynı kökten türemiş bir kelimedir. (Bkz: Büyük Türkçe Sözlük, Mehmet Doğan, s: 1594)
Farkına varmadan işlediğimiz günahlar o kadar fazla ki, ancak iç muhâsebe yaptığımızda bunların farkına varabiliyoruz. İçine düştüğümüz pek çok hata, özellikle gaflet ânımızda gerçekleşiyor. Oysa mü’min, şeytanın aldatmasına, nefsin bin türlü desiselerine karşı hem kalben, hem zihnen, hem de fikren dâimâ uyanık olmalı…
Müslümanlık, ilâhi prensipler çerçevesinde şekillenen, emek verilip titizlikle yaşanılması gereken bir hayat disiplinidir. Müslümanlık, gelişigüzel, anlık ve günlük heyecanlarla değil, bir istikrar ve istikâmet içerisinde yaşanması gereken bir hayat tarzıdır. Dolayısıyla bu hayat tarzının en büyük düşmanı da gaflet hâlidir. Ufak bir dikkatsizlik, umursamazlık veya hakka riâyetsizlik, bazen hayatımızı değiştirip bozacak bir tahribâta sebep olabilir.
İslâm, insanın iç âlemini îmar ederken, ferdî hayatını, o hayatta yaptığı fiilleri de düzeltmeyi hedefler. “Kalbî hastalıklar” denilen birtakım menfî duygulardan ve o duyguların getirdiği amellerden insanı men eder.
Rabbimiz, insanların gizli hâllerini araştırmayı, mahrem sayılabilecek hayatlarına müdâhil olmayı şiddetle yasaklamıştır. Zira tecessüs, hem Kur’ân ve hem de Peygamber Efendimiz’in hadîs-i şerîflerinde çirkin bir fiil olarak vasıflandırılmıştır.
Toplumun en küçük birimi olan âileden başlayıp en büyük parçalarına kadar mahrem olan gizli hâllerin merak edilmesi, araştırılması, ferdi ve toplumu uçuruma sürükleyen, felaket derecesinde bir menfîliktir. Hucurât Sûresi’nin 12. âyet-i kerîmesinde şöyle buyrulur:
“Ey îman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı?! İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allâh’ın azâbından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvâbdır, rahîmdir (tevbeleri çokça kabul eder, merhamet ve ihsânı boldur).” (el-Hucurât, 12)
Âyet-i kerîmede bir değil, zan, tecessüs, gıybet vb. birkaç kalbî marazın men edildiğini ve bu hastalıkların bir kısmının da “ölmüş kardeşinin etini yemeye benzetildiğini” görmekteyiz. Demek ki kalbin hastalanması, sadece o şahsa zarar vermiyor. İnsanın iç âlemini bozan bu virüs, başkalarına da sirâyet ediyor ve toplumu bozuyor. Birbirinin arkasından konuşan, birbiri hakkında zanda bulunan ve birbirinin gizli hâllerini araştıran insanların bulunduğu bir ortamda, huzurdan, selâmetten bahsetmek mümkün değildir. Bu, mü’min bir kulun, etrafına güven veren bir insan oluşuna tamamen zıt bir hâldir.
Tecessüste insanın gözü, kulağı, hattâ kalbi ayrı ayrı sorumluluk sahibidir. Zira başkasına ait bir gizliliği dinlemede veya başkasına ait özel bir konuşma ya da telefona kulak kesilmede kulak aracı olduğu gibi, başkasının görülmesini istemediği bir gizliliğine şâhit olmada da göz devreye girmektedir. Yani tecessüsün çıkış noktası kalp olmakla birlikte birinci derecede kullandığı vâsıtalar; göz ve kulaktır. Bunun için de Yüce Allah:
“Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp gibi âzâların hepsi de ondan sorguya çekilecektir.” (el-İsrâ, 36) beyânıyla, insanların bu organlarına sıkı sıkıya sahip çıkmalarını tembihlemiştir.
Peygamber Efendimiz’in şu hadîs-i şerîfi ne kadar ibret vericidir:
“Kişi, iki dudağının arasını ve nâmusunu korursa, cennete gireceğine kefil olurum.” (Buhârî, Rikâk, 23)
İnsanın dilini tutması, sözlerini terbiye etme hassasiyeti içerisinde olması, insanı pek çok felâketten kurtaran bir sigorta gibidir.
Tecessüs, özellikle toplu yaşanılan yerlerde; ev, okul, yurt, kurs vs. gibi yerlerde daha sık bir şekilde yaşanabilir. Buralarda insan münâsebetleri daha yakın ve daha sıkı olması hasebiyle herkes herkes hakkında mâlûmat sahibidir. Birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulur, özel hâllerinden haberdar olur.
Toplum hayatında da gazete, televizyon araçları ya da sosyal paylaşım araçları ile derin bir tecessüs, gıybet ve iftira ortamı içine girilebilir. Hakkında kesin bir bilgimiz olmayan şeyleri, sadece duyduğumuz için paylaşmak da o günahın yayılmasına, zihinleri bulandırmasına, gıybet veya iftira günahlarının gerçekleşmesine aracı olmaktır ki, her hâlükârda büyük bir vebâldir.
Mü’minler, ağzından yanlış bir söz çıkmaması gerektiği gibi, kaleminden, klavyesinden, paylaşım sitesinden, twitterinden, facebookundan da yanlış bir söz ve yazı çıkmaması gereken kimselerdir.
Tecessüsün veya bir insanın iç yüzünü araştırmanın câiz ve gerekli olduğu yerler de vardır. Meselâ evlenecek kimsenin veya ticârî bir ortaklık kuracak kimsenin muhâtabı hakkında araştırma yapması gibi… Ama bunlar da mevziî, yani sadece o şahısla ilgilidir.
Velhâsıl, toplumun huzuru, mutlu ve huzurlu fertlerin çokluğu ile mümkündür. Birçok kalbî marazın her tarafı sardığı toplumlarda, huzursuz, kanaatsiz ve huysuz insanların varlığı, umumî mânevî rahatsızlıklara sürükler.
Mü’min, zikri ile, fikri ile Rabbine yakın olmaya çalışmalı, kalbinin diriliğine, gönlünün nezâfetine her zaman hassasiyet göstermelidir.
YORUMLAR