İffetli Peygamberim

Edep, hayâ, iffet, utanma duygusu gibi kavramlar, insanın şahsiyetinin temelini oluşturan hayâtî değerlerdir. “Hayâ”, hayat demektir. Ya da hayâ’da hayat vardır. Gerek ferdî, gerekse toplumsal karakterin olgunlaşması, sağlam bir hayâ ve edeb anlayışı ile yakından ilgilidir. Hayâ değerleri, toplumun kendi özgünlüğü ile ayakta kalabilmesine yardımcı olan değerlerdir. O yüzden her türlü değer anlayışından uzak olan toplumlar, dikkat edilirse ar ve hayâ duygularını hiçe sayan ve fıtratın zıddına ahlâkî anlayışa sahip olan toplumlardır.

Bizim için en büyük iffet âbidesi, Hazret-i Muhammed Mustafâ’dır. O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, iffeti ile edepten yoksun insanları bile hizaya getirecek kadar zirve bir şahsiyetti.

 Kur’ân-ı Kerîm’e baktığımız zaman, toplumun ahlâkî kemâle ermesinin ancak tek tek bütün fertlerin ahlâkî kemâliyle yakından ilgili olduğu esasını görmekteyiz. Bu yüzden her şahsın ayrı ayrı Kur’ân-ı Kerîm’in belirlediği edeb ve hayâ ölçeğinden geçmesi gerekir.

Yüce Rabbimiz:

“Yürüyüşünde tabiî ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini merkeplerin sesidir.” (Lokman, 19) buyurmaktadır.

Bu âyet-i kerime ile mü’minin yürümesinin ve konuşmasının belli bir edep çerçevesi içerisinde olması gerektiği ifade edilmektedir.

 Müminin kendi evinden başka evlere girerken yahut kendisini ilgilendirmeyen bir yere girmesi gerektiğinde gözeteceği belli edeb kurallarının olduğunu hatırlatarak şöyle buyuruyor:

“Ey îmân edenler! Kendi evinizden başka evlere, geldiğinizi fark ettirip (izin alıp) ev halkına selâm vermedikçe girmeyin. Bu sizin için daha iyidir; herhalde (bunu) düşünüp anlarsınız.” (en-Nûr, 27)

Mü’minlerin birbirleriyle karşılaştıklarında veya bir eve girdiklerinde “selâm”ı ihmal etmeme noktasında da Yüce Rabbimizin beyânı dikkat çekicidir:

Evlere girdiğiniz zaman birbirinize selâm verin.” (en-Nûr, 61)

Bir diğer ayet-i kerimede ise, mü’minin bir toplulukta, bir mecliste oturma âdâbını dikkat çekilmektedir:

“Ey îmân edenler! Size «Meclislerde yer açın!» denilince yer açın ki, Allah da size genişlik versin. Size «Kalkın.» denilince de kalkın ki, Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücâdele, 11)

* * *

“Hayâ îmândandır.” buyuran Peygamber Efendimiz’in altmış üç yıllık ömrü, bir edep ve hayâ zemini üzerine kurulu idi. Yüzü, genç bir kızın yüzü gibi kızarırdı edebinden... O, hayâ ederdi; Rabbinden, eşinden, dostundan, arkadaşından… Hayâ, en belirgin özelliğiydi O’nun… Çünkü “Beni Rabbim terbiye etti. Ve ne güzel terbiye etti.” buyurmuştu. Mürebbîsi Allah olan insanın edepte ulaştığı zirveyi hayal etmek mümkün mü?

Hayânın temeli, Allah’tan utanmakla başlar.

Allah’tan utanmayı, edepli olma hassasiyetinin ilk sırasına koyan insanın hayatı da, bir edep ve hayâ zemininde devam eder.

İffet âbidesi Peygamberimiz’den nakledilen ve bizim için örnek olması gereken şu hâdisede iffetin geniş mânâsını daha veciz şekilde görüyoruz:

Ashab-ı Kirâm’dan bir zât, Peygamber Efendimiz’e gelerek O’ndan bir şeyler istemişti. Efendimiz, o fevkalade cömertliğiyle ona bütün istediklerini vermişti. Sonra yine istemiş, yine vermişti. Elinde verecek bir şey kalmayınca da şöyle buyurmuştu:

“Yanımda bir mal olsa, bunu sizden ayrı olarak kendim için biriktirecek değilim. Kim iffetli davranır, istemezse, Allah onu iffetli kılar. Kim istiğnâ gösterirse, Allah da onu ganî kılar. Kim sabırlı davranırsa, Allah ona sabır verir. Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamıştır.” (Buharî, Zekât, 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124)

Bu beyânlarında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in, hem cömertliği, hem de elindekiyle kanaat edip başkasından istememe ahlâkını tavsiye ettiğini müşâhede ediyoruz. O, günahların çokça işlendiği câhiliye döneminde bile fevkalade hassas yaşamış ve bu yönüyle herkesin güvenini kazanmıştı. Kendi el emeğiyle geçinmiş, hayatının her karesini bir iffet âbidesi olarak yaşamıştı.

Mü’minin iffetinin en bâriz bir şekilde ortaya çıkacağı yer, onun sosyal hayatta etrafındaki insanlarla ilişkileridir.

* * *

Yukarıda naklettiğimiz hadîs-i şerîfte;

Bir başkasından bir şeyler isteme noktasındaki iffetli olmayı,

Parasını harcarken israf etmeme iffetini,

Bir başkası ile konuşurken edep sınırları içerisinde konuşma iffetini,

İnfak ederken malını en doğru yere, en cömert şekilde ve karşısındakini kırmadan infak etme iffetini,

Sevgi ve muhabbetini, insanlar arasında, bir diğerini incitmeden gösterme iffetini,

İnsanların hukuku konusunda hassas olma iffetini,

Eşyanın hakkını vererek, istifade edilen her şeyin Rabbimizin bir nimeti olduğunu idrâk etme iffetini.

Ve hepsine şâmil olabilecek, insanı merkeze alarak, insana ait her meselenin ehemmiyetli olduğu şuurunda, insanı sevme iffetini görmekteyiz.

* * *

Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’i edeb dâiresinde yetiştirip terbiye ettiği gibi, O’nun eşlerini de takvâ ve edeb ölçüleriyle ikaz etmiştir:

“Ey Peygamber hanımları! Siz, herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Takvâ sizin sıfatınız olduğuna göre, nâmahrem erkeklere hitab ederken tatlı ve cilveli bir edâ ile konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan bir şahıs, şeytanî bir ümide kapılmasın. Ciddi, ölçülü konuşun!” (el-Ahzab, 32)

* * *

Abdullah bin Mes’ud -radıyallâhu anh-, rivâyet ettiğine göre:

Peygamber Efendimiz:

“Allah’tan gerektiği gibi hayâ edin.” buyurmuştu.

Biz de:

“-Ey Allâh’ın Nebîsi! Elhamdülillah, hayâ ediyoruz.” dedik.

Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

“Anladığınız gibi değil!.. Bilakis Allah’tan hakkıyla hayâ, gözünü, kulağını, dilini ve zihnini meşrû olmayan şeylerden koruman, haram yemekten ve zinadan sakınman, ölümü ve her şeyin fânî olduğunu hatırlamandır. Âhiret saadetini isteyen, dünya ziynetine önem vermez. İşte böyle yapan kimse, Allah’tan hakkıyla utanmış olur.” (Tirmîzî)

İffet âbidesi Peygamber Efendimizin sünnetine imtisâl eden afîf (iffetli) bir mü’minde bulunması gereken husûsiyetleri şöyle sıralayabiliriz:

Îmanları yüksek ve kavî olur. Amelleri zarîf ve huşulu olur. Sözleri tatlı ve derin olur. Davranışları yumuşak ve hikmetli olur. Üstüne, başına ve hareketlerine çok dikkat ederler. Sürekli ve düzenli Kur’ân okurlar. Allâh’ı ve dinini her şeyden çok severler. Hazret-i Peygamberi ve Ehli beytini canından çok severler. Utanma duyguları çok yüksektir. Az ve öz konuşurlar. Kahkahayla gülmezler. Nefislerini aslâ şımartmazlar. Fazla yemez, fazla konuşmaz ve fazla uyumazlar. Okumaya ve düşünmeye düşkündürler. Ashâb-ı Kirâm gibi olmaya gayret ederler. Âhireti tefekkür ederek yaşarlar. İnfaka çok düşkündürler. Yardımlaşmayı çok severler. İnsanları kırmazlar. Hayvanlara eziyet etmezler. Sahip olduğu hiçbir şeye gerçekte kendi malı gibi bakmazlar. Onları, Allâh’ın emâneti olarak görürler. İyiliği ve güzelliği severler. Çirkinlikten ve utanmazlıktan uzak dururlar.

* * *

Son olarak Peygamber Efendimiz’in ve O’nun yetiştirdiği ashâbın hayâ ve edeb ölçülerine canlı bir missal vererek yazımızı tamamlayalım:

 Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ-’nın rivâyet ettiğine göre:

Allah Rasûlü, evinde, diz kapakları açık bir vaziyette uzanıyordu. Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- geldi, izin isteyip içeri girdi. Daha sonra Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- geldi, izin isteyip o da içeri girdi. Fakat Peygamber Efendimiz durumunu değiştirmemişti. Sonra Hazret-i Osman -radıyallâhu anh- içeri girmek istedi. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hemen ayaklarını örttü, sonra girmesi için izin verdi. Bir müddet oturduktan sonra dağıldılar. Hepsi dağıldıktan sonra ben:

“-Yâ Rasûlallah! Niye böyle yaptın?” diye sordum.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdi:

“-Ey Âişe, meleklerin bile hayâ ettikleri bir kimseden, ben niye haya etmeyeyim?!”

Bir başka rivâyette ise şöyle buyurmuştur:

“-Osman, son derece hayâ sahibi bir insandır. Eğer o vaziyette kendisini içeri alsaydım, söyleyeceğini hayasından dolayı söyleyemeden geri dönerdi.” (Müslim)

* * *

Şâirin vecîz ifadesi ile:

“Edep bir tâc imiş nûr-i Hüdâ’dan

Giy o tâcı, emîn ol her belâdan”

Edep, her türlü fenalıktan emîn olunabilecek bir liman, insanı eşref-i mahlûkât makamına çıkaracak ve nübüvvet nûruyla aydınlanan bir hayata götürecek en büyük sermâye... Cenâb-ı Hak, cümlemizi bu tâcı giyip edible ziynetlenen kullarından eylesin.

PAYLAŞ:                

Şefika Meriç

Şefika Meriç

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle