Gözlerimi rahmet damlalarında kırpıştırarak uyanmaya çalışıyordum. Güneşin ışıkları sanki kalbimi deliyor, katılaşmış ne varsa çözülmeye ikna ediyordu. Dönmeye başlıyordum gelincik tarlasında, biraz da papatya, hediye gibiydi onca karanlıktan sonra bana… Ve bir melodi yakışıyordu bu hâlime… Yeniden dirilişin marşı…
Ölüydüm bir zamanlar. Yaşayan bir kadavra... Rengim yerindeydi, hatta biraz da fazlaca boyalı… Ama kalbim, vazifesinden çok uzakta, yalnızca taklit ediyordu. Kurallar vardı, biliyordum. Duyuyordum, not alıyordum. Kâinâtın bir düzeni vardı, ayak uyduruyordum. Yaratan’ın bir vaadi vardı, düşünüyordum. Peki, ya ötesi… Bir musibet gelmeden düzene girmeyen yüreğim, yeniden dağılıyor, kuralları unutuyor ve düşündüğü ne varsa erteliyor, diğer eliyle siliyordu.
Müslümanlığın gereğini yapar gibi gözüküyor, bununla gurur duyuyor, fakat maket ibadetleri canlandıramıyordum. Yaptığım çoğu güzelliğin son kullanma tarihi, hep bu dünyaya aitti. Ve ben üretime geçemiyor, yeni azıklar hazırlayamıyordum bir sonraki sonsuz cihana...
Sevgime güveniyordum, biraz da temiz sandığım kalbime... Görüntüdeki îmanıma sığınıp “bunu yapamayanlar da var; herhalde ben merhameti hak ederim!..” tesellîlerinin, şeytanın fısıldaşmalarından ibaret olduğunu anlayamıyordum. Zaten bu fısıltılar, hiç bitmiyordu ki… Nefs, şeytan ve ben bir türlü ayrılamıyor; gün geçtikçe daha da birbirimize karışıyorduk. Biz karıştıkça güzellikler kire boyanıyor, belki de çıkmayan lekelere dokunuyordu.
Bir sabaha uyanmak ve ölmediğimi hatırlamak için bütün iyiliklerimi seferber etmek istiyordum. Açıp lekeli ellerimle duâmı etsem, avuçlarıma dolan huzur, parmaklarımın arasından süzülmeden içime çeksem ve ferahlayan nefesimle “Âmin” desem… Mentollü birkaç damla gözyaşıyla, iç dünyamın bütün hücrelerini açsam, havalandırsam... Ne çok istiyordum bunu…
Bahar temizliği için baharı beklemek bu kadar zor mu olmalıydı… Kışın, karın beyazından değil de çamurundan nasiplenen rûhuma, erken temizlik müjdesi için ne yapmalıydı?! Arınmayı, aşerircesine arzuluyor; yalvaran gözlerle Yaratan’ıma bakıyordum.
Malzeme gerekir ya, böyle güzel kokulu işlere… Ben de öyle toplamaya çalışıyordum etrafımdan, temizliğime destek olabilecek her işareti… Bir tebessümse payıma düşen, yerine getiriyordum; abdestimi alıyor, su topluyordum ve huşû dolu namazlarımla rûhumu doyuruyor; Rabbimi anlatan satırlarla yorgunluğum için mola veriyordum. Bu, temizlik telâşesinden değildi hâlsizliğim.. Baharın yaklaşması için heyecanlanan kalbim, hamlığını atıyordu, hepsi bu… Biraz da sancı beklenen bir şeydi, ne de olsa… Bedel ödemek gerekirse cimrilik edilmeyecekti. Yavaş yavaş karanlıklar loş ışıklara uyanır; temiz kokular, kalbimin mutfağından gelir oldu. O, artık çok yakındı… Gözlerimi açmak, kapıları aralamaktı; baharın gelişine kalan zaman yalnızca bir ramaktı.
Ve gözlerimi rahmet damlalarında kırpıştırarak uyanmaya çalışıyordum. Gelincik tarlasında, biraz da papatya, hediye gibiydi onca karanlıktan sonra bana… Bütün kapılar açık, içime esiyordu bahar…
YORUMLAR