Huzuru Kemiren Fare

Buram buram huzur kokan evlerin hasretindeyiz…

Teknolojinin yaşantımıza kazandırdığı ne kadar çok şey varsa, bir o kadar da kaybettirdikleri var. Makineler elbette hayatımızı kolaylaştırıyor, ama bir o kadar da zorlaştırıyor. İyi düşününce görüyoruz ki, bir insanın sağlığını, huzurunu, iletişimini, sevgi ve saygısını kaybettiren her şey, esasında hayat biçimini kolaylaştırmak yerine güçleştiriyor.

Günümüzde elektriklerin kesildiği bir akşamı hayal edelim. Her şeyimiz elektriğe bağlı, her yanımız elektronik eşya, ne yapacağımızı bilemiyor, şaşırıp kalıyoruz. Çoluk çocuk nasıl vakit geçireceğimizi bir türlü kestiremiyoruz. O kadar alışmışız ki bu makinelere; onların yokluğundaki alternatifleri bile düşünemiyoruz.

Maalesef hemen hemen her evde durum bundan ibaret... İşte günümüzdeki teknolojik nimetlerin (!) başında “televizyon” ve “internet” geliyor. Bu ikisi, her şeyden önce evdeki iletişimi zedeleyerek, âilevî huzurun bozulmasını sebep oluyor. Kaç âile, televizyon izlemekten birbirinin hâlini-hatırını bile soramıyor akşamları… Âileler, birbirinden uzak yaşayan fertlerden bir araya geliyor. Herkes, yanındaki âile ferdini, dizideki bir oyuncudan daha az tanıyor. Bu nasıl bir âile? Nasıl bir “mutlu” yuva?

Bir toplumun âile yapısını dumûra uğratmak; o toplumun helâkine sebeptir. Eskiden âile yuvalarının en büyük düşmanı, sahte hayatların, sahte gülücüklerin yansıtıldığı televizyon ekranlarıydı. Şimdi buna bir kardeş daha eklendi: İnternet…

İnternet, iki uçlu bıçak gibi... Çok kontrollü kullanılmadığı takdirde; Allah korusun, insanın felâketine sebep olabiliyor. Bence bunun ölçüsü; interneti sadece lâzım olduğunda açıp, iş bitince hiç oyalanmadan kapatmaktır. Aksi takdirde internet, bulunduğu her yerde, vakti ve huzuru kemiren fareye dönüşüyor.

Öncelikle kendi âilemden yola çıkarak, çocukluğumdaki âile yaşantılarına bakıyorum. Evimizde telefon, televizyon, internet yoktu. Âile fertlerimiz ve sevdiklerimiz bizim için çok kıymetli idi. Özlemenin tadına varıyor, emek çekmenin lezzetini alıyorduk. Yüzyüze görüşemediğimiz zamanlarda mektupla haberleşiyorduk. Sevdiklerimizden gelen bir mektup kadar bizi hiçbir şey sevindiremezdi. Yakınlarımıza mektup yazmak kadar da hiçbir iş mutlu edemezdi. Vuslatın değerinin farkındaydık. Kime nasıl hitap edileceğini biliyor; seviyor, sayıyor ve seviliyorduk. Âdeta bir sevgi yumağı gibiydik.

Annem çayı koyup, babamın işten gelmesini beklerdi. Babam geldiğinde hem muhabbet eder, hem de çaylarını içerlerdi. Sırf o muhabbete dâhil olabilmek için annemlerle beraber çay içerdim. Sevgiyle bakan gözler, huzur kokan yuva… Sevinçlerimizi, sıkıntılarımızı birbirimizle paylaşır; problemlerimize en doğru çözümü birlikte bulmaya çalışırdık. Kalan vakitlerde de annemlerle bizi geliştirebilecek, isim-şehir, haritadan yer bulmaca, kitap okuma yarışı gibi farklı oyunlar oynardık. Bir insanı veya çocuğu, âilesiyle birlikte yapılan faaliyetlerden, onlarla güzel ve kaliteli zaman geçirmekten daha fazla ne mutlu edebilir ki…

O dönemlerde çevremdeki hemen hemen her ev, bu şekilde idi. Bir odanın içinde kuru ekmeği paylaşıp kendilerine ait evleri ve eşyaları olmadığı hâlde yüzleri gülen insanlar kalmış hatırımda çocukluğumdan… Aslında her şeyin; yani en büyük zenginlik demek olan kanaatin sahibi nasipli kişilerdi onlar…

Günümüzdeki âile hayatlarına bir bakalım: Sanki en ufak sallantıda kopmaya hazır, âdeta pamuk ipliğine bağlı... Gençlerin evleri, eşyaları eksiksiz; hayata başlarken maddî olarak her şey dört dörtlük hazırlanır, öyle evlenirler. Mücadele edecekleri bir şey yok!.. Evdeki işleri, teknoloji harikası makineler yaptığından evde fazla bir meşguliyetleri de yok.

Herkes, her şeyi çok kolay elde ettiği için, kimse değerini bilmiyor. Kalan boş vakitler, televizyon ve internet başında âdeta öldürülüyor. Sanki bir virüs gibi câzip kampanyalar eşliğinde cebimizdeki telefonlara kadar girdi internet…

Âile arası iletişim, yok denecek kadar az... Hanımın beyinden; beyin de hanımından haberi yok!.. Konuşma, ilgi ve sevgi ihtiyaçlarını sosyal paylaşım sitelerinden gidermeye çalışan; âile içi iletişimi sıfırlanmış, madden her şeyi olup, mânevî olarak derin boşluklar yaşayanların buluşma adresi, internet... Birkaç gün önce espri konusu olmuş bir paylaşımda; çocuk okuldan gelince babası soruyor:

“-Oğlum, günün nasıl geçti?”

Cevap:

“-Face’de paylaştım ya baba…”

Ne acı değil mi?! Çocuk, âilesinden önce tanıdığı, tanımadığı birçok kişi ile paylaşıyor duygu ve düşüncelerini… Ağlanacak hâlimize gülüyoruz işte. Bir âilenin temelinin sağlam olması, sevgi, saygı, muhabbet ve sağlıklı iletişime bağlıdır. Evde âilenin her ferdi ayrı ayrı odalarda, kendi hâlinde, sessiz sedasız, tadı-tuzu olmayan bir yaşantı…

Kalp su gibidir; bulunduğu kabın şeklini alır. Ne ile meşgul olursan, o hâle bürünürsün. Bütün gün sanal âlemde sahte sohbetlerle kalplerimizdeki sevgi ve merhamet zedelendiğinden, âdeta makineleşip duyarsız hâle geliyoruz. Büyüklerimiz, gürültü olan yerde hayat var, der hep… Ufak tefek tartışmalar, hayatın tadı-tuzu.

İnternette tamamen yabancı kimselerle yapılan konuşmalar, artık normal görülüyor. Bu konuşma ve görüşmeler, bazen evimizin fertlerinin yerine geçmeye başlıyor ve derken yuvalar sarsılıyor.

Her sallanan âile, deprem yaşayan küçük bir toplum parçası… Bu parçalar yan yana geldiğinde toplum, topyekûn çalkantı yaşıyor. Küçük küçük sallantılar, bütün toplumu tehdit eden bir büyük depremi haber veriyor.

* * *

Evlilik, her şeyden önce sadakat, saygı, sevgi ve fedakârlık ister. Kısaca insanın “ben” iken “biz” diyebilmesidir evlilik... Sanal âlem ise, bütün gücü ile kişinin egosunu besleyerek insanı, duyarsız ve bencil bir varlık olmaya dönüştürüyor.

Günümüz insanı, sadece maddenin esiri olarak kalmadı. Bu esâreti, onun rûhunda büyük bir boşluk ve doyumsuzluk meydana getirdi. Nefisler azdıkça azdı. Erkeğin kendisine emanet edilen göz nûru hanımına karşı sadâkatsizliği, huzuru dışarıda aramasına sebep oldu. Hanım, beyinden; bey hanımından uzaklaştı. Ve nihayet ikisi de birbirini kaybetti. Asıl kaybeden ise, âile oldu, toplum oldu.

Teknolojinin bütün hayatımızı hızla kuşattığı günümüzde “kesinlikle bilgisayar ve internet kullanmayın!” demek abes olur belki… Ama en azından “bütün hayatınızı, ekranlarla kuşatıp sanal bir âlemde yaşamayın!” diyebiliriz. Ya da “insan olduğunuzu, çevrenizde sizin gibi insanlar bulunduğunu unutmayın!”

Hayat, kısa… Vakit, değerli… Her birimizin, televizyon ve internet başında tüketeceği kadar bol zamanı yok, olmamalı… Sahip olduğumuz her nimetten hesaba çekileceğimiz gibi, vakit nimetinden de hesaba çekileceğiz. Neticede ömür dediğimiz şey de, geçip giden “an”ların toplamı…

Rabbimiz, bir “ân”ımızı bile, rızâsına muhâlif işlerle zâyî ettirmesin. Bize, râzı olduğu işleri kolaylaştırsın. Her ânımızı, O’na biraz daha yaklaşmak için fırsata dönüştürsün. Âmin.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle