Meçhullerin içinde kaybolup gidiyoruz sadece… Yeter ki, izlerin olsun bir yerlerde... Hatıraları süsleyen bir güzel edâ… Çoğu yerde yapıp gönderdiklerinden mesûldür ya insan… Bir tuhaf tedirginlik sarar her yanınızı… İçiniz üşür ayazda kalmışçasına… Neler bıraktım dimağlarda ve neler getirdim ardım sıra…
Kabirden kalkmışçasına zor bir hesaplaşmadır bu… Yürek burkulur!.. Ufku dolduran yaşlar sizdendir. Yağan yağmurlar bir müddet sizden bilinir. Bahçeden çağrılır evlerine bir bir çocuklar… Salıncaklar boşalır… Sokaklar tenhalaşıverir... Yol boyu uzanır gidersiniz. Eylül sizinle daha bir erken başlamıştır bu yıl… “Yapraklar bari benimle sararmasın!..” derken… Ayağınızın altından gelen bir çıtırtı:
“–Artık her şey için çok geç!..” diyecektir…
Güz yangını bir yürek yangınına denk düşer hep, nedense? Nedense yollar o an tıkanır gibi olur hep… Boğazınıza düğümlenen ne varsa, hep bir hıçkırığı büyütür koynunda… Ve ardından düşer sağanak halinde gelen yağmurlar toprağa... Issızlaşsa da yüreğiniz… Sonbahardır bu!...
Delicedir çoğu zaman… Kimi yağacak, kimi esip gürleyecek... Kimi ışıl ışıl bir güneş pencerenize tebessüm edecek!.. Rüzgar oturduğunuz banka uğrarken, altın rengi yapraklarını hediye edecek avuçlarınıza...Ve her şeye rağmen sevecek… Tıpkı sizin gibi… Tıpkı hepimiz gibi...
Sonbahar biz gibi, sonbahar yine bizim gibi… Her yıl daha bir yıpransa da solgun çehresi... Aldırmaz… Tebessümünü hiç eksiltmez… Bu yüzden âşinâdır. Hüznü ve sürûru hiç bu kadar ince motiflerde seyretmemişsinizdir. Bakın işte!.. Daima yepyeni taptaze… Rengarenk değilse de yalın... Sapsarı şımarık bir kız çocuğu işte…Tam sevecekken nazlı bir bakışla süzülüp gidecek yanıbaşınızdan…
Dokunmakla dokunmamak, sevmekle sevmemek, kalmakla kaçıp gitmek arasında a’rafta, bir de bakmışsınız hüznün kıyısında bırakıvermiştir sizi... Hüznün kıyısında, kendinize uzanan yolun devâsâ kordonunda…
Diğer adıyla hazandır o... Harflerin coğrafyasında hüzünle en ziyâde buluşandır. Hasret ateşine taşınan sulara, sûretimizi en güzel düşüren bir billur kâse... Kızıllaşan göklerinde kavurup, karın sâfiyetine en samimi niyazlarla ulaştırandır o… Bir arınma, paslanan sûret aynamızı tekrar elimize emânet eden bir tanınma, yüzleşme ânıdır sonbahar...
Ne diyelim… Hüzün, hazana gâlip... Hazan, hüzün dergâhına her dem tâlip… Yunusca bir boyun eğişin fısıltılarını taşır, dallara ulaşan rüzgar... Hazan bir deli çocuk değil midir zaten?! Ondan âlâ derviş mi olur?!
Ve nihayet...
Bir beyaz rahmet gelir, sarıp sarmalar kâinâtı.. Bir bebek mâsumiyetiyle bulut bulut bakar semâ... Hazan, “Hu”ya kavuşur, hüznün kucağında...
* * *
Sonbahar, hüzün yanımız… Sonbaharla hüzün dolu her yanımız...
Sonbahar yağan yağmurlara karışık duâmız...
Sonbahar, seferdir; çoğu kez adını arayan yüreklere…
Arnavut kaldırımlarında çoğalan adımlarımıza yoldaş… Sessizce kulağımıza sırlar fısıldayan İstanbul’un diğer adıdır… Sonbahar!..
Hayatta her şey aynadır, ya yüreğimize... Hiçbir şey içimizin yankısı değildir, sonbahar kadar…
Kızkulesi seslenir sahil boylarında buldukça yüreğinizi!..
“–Kendini nerede bulacaksın?” diye sorunca… Sil gözlerini ve tebessüm et!..
Nebevî rüzgar, sonbaharın hüznündedir… Ben sonbaharım, ben sonbahardayım!..” de!..
Ve martı sesleri çoğaldıkça ardından, sessizce yürüyüp geç adımlarını dinleyen kaldırımlardan….
Sonbahar... Hüzün yanımız… Sonbaharla hüzün dolu her yanımız…
YORUMLAR