Kelime olarak “güzel son” anlamına gelen “hüsn-i hâtime”, ıstılah mânâsıyla, son nefeste rûhunu Allâh’a îman etmiş bir kul olarak teslim etmek demektir.
Cenâb-ı Hak, Âl-i İmrân Sûresi’nin 102. âyet-i kerîmesinde şöyle buyuruyor:
“Ey îman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin.”
Güzel bir ölüm, geride kalanlar için güzel bir teselli, tatlı bir ümittir… Meselâ Mekke’de, Allâh’ın evinde, Medîne’de huzur-i Nebî’de, namazda, oruçlu iken, hasta yatağında lafza-i celâli tekrar ederken, vatanı ve namusu uğruna çarpışırken, son anlarını kelime-i tevhid, kelime-i şehadet getirerek âhirete intikal edenler için geride kalanların o kişinin âhiret hayatına dair hüsn-i zanları olmaktadır. Îman ile göçüp göçmediklerini ise yalnızca Hak Teâlâ bilmektedir.
Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, hüsn-i hâtimenin nasıl olacağına işaret edercesine şöyle buyurmuştur:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz!..” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, V, 663)
Allah dostları bu minvalde en güzel örnek olarak karşımızda durmaktadır.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin son anları şöyle geçmiştir:
“Tâkatinin tükendiği son günlerde bile cemaatsiz namaz kılmadı. Dâimâ duâ ve zikirle meşgul oldu, murâkabeye hiç ara vermedi. Şerîat ve tarîkatin emir ve prensiplerinden bir an bile gâfil kalmadı. Son gecesine kadar teheccüde devam etti.
Etrâfındakilere sünnete bağlılığı, bid’atlerden sakınmayı, zikir ve murâkabeye devam etmeyi tavsiye ediyor ve şöyle buyuruyordu:
“-Bu şerîatin sahibi olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; «Din nasihattir.» buyruğuna uygun olarak ümmetinin hayrına çalışmaktan ve onların ıslâhına gayret etmekten bir an bile geri durmamıştır. Mûteber din kitaplarına tam uymalı ve ona göre amel etmelidir. Benim techiz ve tekfin işlerimde tamamen sünnete göre hareket ediniz. Hiçbir sünneti terk etmeyiniz!”
Zevcesine de:
“-Benim âhirete irtihâlim senden önce olacak gibi! Techiz ve tekfin işlerini kendi mihrinden yaptırıver!” ricâsında bulundu. Zira en helâl mallardan biri, kadının mihridir.
Abdestli olarak vefât edebilmek için dâimâ abdestli duruyordu. Son anlarında yatağına yatırılınca sünnete uygun olarak sağ yanağının altına sağ elini koyup zikirle meşgul oldu. Oğulları hızlı nefes alışını görünce:
“-Nasılsınız?” diye sordular. Hazret:
“-Biz iyiyiz.” buyurdu. Bundan sonra Lâfza-i Celâl’i (Allah ismini) zikretmekten başka hiçbir şey söylemedi. Bir müddet sonra da canını Cânân’ına teslîm eyledi.
İmâm-ı Rabbânî -kuddise sirruh- 28 Safer 1034 (10 Aralık 1624) tarihinde 63 yaşında fânî hayata vedâ etti.
Mübârek naaşı yıkanmaya getirilince insanlar İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin ellerini namazdaki gibi bağladığını gördüler. Ellerini çözüp düzelttiler; fakat yıkadıktan sonra ellerinin tekrar bağlandığını gördüler. Kefenlendikten sonra yine ellerinin sünnete uygun olarak bağlandığı görüldü. Evlâtları:
“-Mâdem ki İmâm Hazretleri böyle istiyor, böyle bırakalım!” dediler.
İnsanlar ağlıyor; Hazret-i İmâm’ın mübârek yüzü ise târifsiz bir tebessümle aydınlanıyordu…” (Osman Nûri Topbaş, Altın Silsile, sh: 404-405)
* * *
Ebu’l-Hüseyn-i Mâlikî şöyle demiştir:
“-Senelerce Hayr Nessâc’ın sohbetinde bulundum. Bana vefatından sekiz gün önce şöyle dedi:
«-Ben Perşembe günü akşam vefat edeceğim. Cuma günü namazdan önce toprağa verileceğim. Sen bunu unutacaksın, dikkat et unutma!» dedi.
Gerçekten de Cuma gününe kadar onu unutmuştum. Cuma günü hazretin vefatını haber veren biriyle karşılaştım. Cenazesinde hazır bulunmak için hemen yola çıktım. Bulunduğu yere gelince insanların geri geldiğini gördüm. Durumu sordum, namazdan sonra toprağa verilecekmiş dediler. Ben geri dönmedim, evine vardım; baktım ki söylediği gibi cenazesi namazdan önce dışarı çıkarılmıştı.
Vefatı sırasında yanında bulunan birine vefat anındaki durumunu sordum, şunları söyledi:
«-Kendisine baygınlık geldi, sonra ayıldı. Kendine geldiğinde evin bir köşesine doğru baktı ve (ölüm meleğine):
«-Allah sana âfiyet versin; biraz bekle! Sen ancak (can almakla) bir görevli kulsun; ben de (ibadetle) görevli bir kulum. Sana emredilen iş kaçmaz, fakat bana emredilen ibadet kaçar!» dedi.
Sonra su istedi, abdest aldı, namaz kıldı, peşinden yere uzandı ve gözlerini yumdu, rûhunu teslim etti.” (Bkz: Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, Terc: Dilaver Selvi, sh: 575)
* * *
Hüccetü’l-İslâm diye de anılan İmâm Gazâlî Hazretleri’nin vefatı ve sonrasında yaşananlar ise şöyledir:
“505 yılı Cemaziyelevvel ayının 14’ü, pazartesi günü, büyük kısmını zikir, taat, ibadet ve tilâvetle geçirdiği gecenin fecrinde abdest tazeleyip sabah namazını kıldı. Sonra kefen istedi. Kefeni öpüp başına koydu, yüzüne sürdü.
«-Ey benim Rabbim, Mâlik’im!.. Emrin başım gözüm üzere olsun…» dedi.
Bu sözleri söyledikten sonra yüzünü kıbleye döndürdü, uzandı. Baktılar ki, Hakk’ın:
«-İrciî… Rabbine dön!» emri erişmiş ve ecel şerbetini içip canını teslim etmiş…”
Şeyh Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed el-Celâlî en-Nesâî der ki:
«-İmâm Gazâlî Hazretleri, kendisini mezarın içine şeyh Ebû Bekr en-Nessâc koysun diye vasiyet etmişti. Bu vasiyet mucibince şeyh, İmâm Gazâlî Hazretleri’nin mübarek bedenini kabre indirip çıktığında benzi kül rengine dönmüş, hâli değişmişti.
«-Size ne oldu, niçin böyle değişip sarardınız soldunuz efendim?» dediler.
Bir şey demedi. Sonunda ısrar edip yemin verdiler, muhakkak bildiriniz dediler. O da mecbur kalıp anlattı:
«-Ne zaman ki, imâmın nâşını kabre indirdim, kıble tarafından bir sağ elin çıktığını gördüm. Gizliden bir ses bana şöyle seslendi:
«-Muhammed Gazâlî’nin elini Seyyidü’l-Mürselîn Muhammed Mustafâ -sallallahu aleyhi ve sellem-’in eline koy!...»
Ben de denileni yaptım. İşte mezardan çıktığımda benzimin solup sararmış olmasının sebebi budur.» (Bkz: İmâm Gazâlî, İhyâu ‘Ulûmi’d-Dîn Tercümesi, c:I, Terc: Ahmed Serdaroğlu, Bedir, sh: 41-43)
* * *
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan hocanın dediği gibi:
“-Bilenler için hüsn-i hâtime, mutlu bir doğum kadar sevinç vesilesidir. Çünkü önüne geçilmesi mümkün olmayan ölümü, âhiret hayatı için uygun bir hâlde, arzu edilen bir şekilde karşılamış olmak, ötesi için âdeta bir iyilik müjdesi niteliğindedir.”
Güzel bir son ile Rabbimize kavuşmak ve o şekilde diriltilmek; istisnâsız her mü’minin istediği bir şeydir. Peygamberân-ı İzamdan Hazret-i Yusuf -aleyhisselâm- da Cenâb-ı Hakk’a şöyle niyazda bulunmuştur:
“…Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada da âhirette de sâhibim Sensin! Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!” (Yûsuf, 101)
Merve GÜLEÇ
YORUMLAR