Hoton (Hatun) Türkleri

“Orada bir halk var uzakta

Gitmesek de gelmesek de

O halk bizim halkımızdır.”

İlkokuldan kalma alışkanlıkla “uzakta bir köy var” şarkısını dinleyip, o köyün bizim olduğunu söylediğimiz hâlde oraya gidip de içinde kim var, kim yok hiç bakmadık. Ümmetin içinde, “Uzaktaki köyler bizimdir!” diyen hizmet erleri, tarihten bu güne oldu ve olacak. Bu hizmet erlerinden birisi, vatanımıza binlerce kilometre uzakta, Moğolistan’da karşımıza çıktı.

Moğolistan’ın kuş uçmaz kervan geçmez yerlerine yeni kervan yolları çizen kardeşlerimiz, uzaklarda yaşayan Türk halklarından Hoton Türklerine ulaşmayı başarmışlardır.

Moğolistan’da başkentin dışındaki yerlerde asfalt yol olmadığı için herkes kendine bir yol çizer. Bu sebeple, “Her Moğol’un bir yolu vardır.” sözü doğrudur.

Moğolistan’ın Bayan Ülgey şehrinde Şefkat Yolu Derneği temsilcisi Münevver Bey ve Hüdayi mezunu genç kızlarımız, ataları müslüman olduğu hâlde Budizm dininin âdetlerini benimsemiş Hoton Türkleri’ne ulaşmayı başardılar. Kış şartlarının çok çetin geçmesi sebebiyle sadece yazları, birkaç ay gidip hizmet ederek Hoton’ları eski dinleri olan İslâm’la tanıştırdılar.

Moğolistan’a yaptığım yolculukta, Bayan Ülgey şehrinde Hüdayi mezunu Gülcaynar Hocahanımla tanıştım. Hoton’lar hakkında ilginç şeyler anlattı. Allâh’ın kitabını ve Rasûl’ün sünnetini, yüzlerce kilometre uzaklıkta yaşayan Hoton Türklerine öğretmek için büyük fedakârlıklar yapan, onların yaşadığı şehre giderek gönüllü olarak hizmet eden Gülcaynar Hocahanımla yaptığım röportajın hepimize mesajlar vereceğini düşünüyorum. Rabbimiz hidâyete ve hayırlara vesîle kılsın.

 

Kendinizi tanıtır mısınız?

Gülcaynar Adınyet. 26 yaşındayım. Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur’da dünyaya geldim. Şu an Kazakların çoğunluğunu oluşturduğu Bayan Ülgey şehrinde yaşıyorum. Altı çocuklu âilenin en küçüğüyüm. Liseyi bitirince İstanbul’a, Aziz Mahmud Hüdayî Kız Kur’ân Kursu’na okumaya gittim. Bayan Ülgey’de Rûhâniyet İmam Hatip Lisesi’nde bir yıl hizmette bulundum. Şefkat Yolu Derneği’nin açmış olduğu Ruhânî Nur Kız Kur’ân Kursu’nda dört yıldır hocalık yapıyorum. Üç yıldır her yaz, Bayan Ülgey’e yedi yüz km uzaklıkta bulunan Hoton Türklerine İslâm’ı öğretmek için gidiyorum.

 

Üç yıldır her yaz Hoton Türkleri’ne hizmet için onların yaşadığı şehre gittiğinizi söylüyorsunuz. Hoton Türkleri kimlerdir?

Hoton kelimesi, Türkçe’de olduğu gibi Moğolca’da da nikâhlanmış kadın (hatun) anlamına gelir. Hotonlar, Türkistan’ın Hoter şehrinde yaşayan Uygur kökenli halklarından biridir. 17. yüzyılda Cungar Hanı Boşgot tarafından ekim dikim için zorla Moğolistan’a göç ettirilmiştir. Batı Moğolistan’daki Uz vilayetinin Talenan ilçesine yerleştirilmiştir. Uygur kökenli Müslüman olduklarını biliyorlar. Hoton Türkleri’nin % 90’ı müslümandır.

Dejenerasyona uğradıkları için dillerini ve dinlerini unutmak üzeredirler. Din adamlarına “Molla” adı verilir. Cenazeler bu mollalar tarafından defnedilir. Mollaların ezberledikleri birtakım duâlar vardır, onları okurlar.[1] Şamanizm ve Budizm’in tesirinde kalıp kendi dinlerini unutmuşlar. Meselâ biz ilk gittiğimiz yaz, hiç et yiyemedik. Sadece makarnayla bir ayımızı geçirdik. Çünkü koyunları, Budist Moğollar gibi boğazlamadan direk kalbine bıçak saplayarak öldürüp kesiyorlardı.

 

Hoton ismi nereden gelmiş?

Çok savaşçı olan Hotonlar, Moğolları çok korkutuyorlarmış. Moğollar, birtakım tedbirler uygulamaya başlamışlar. Bin erkeği geçen Hotonlar, Moğol Hanlığı tarafından kılıçtan geçiriliyormuş. Kılıçtan geçirilmemek için erkekler, kadın elbisesi giymeye başlamışlar. Bu hareket, gelenek hâlinde yıllarca uygulanmış. Bu sebepten “hatun” mânâsında Hoton ismini almışlar.

 

Hoton Türklerine nasıl ulaştınız?

Ruhânî Nûr Kur’ân Kursu müdürünün vesîlesiyle ulaştık. Kendileri kurban bayramında onların yaşadığı yere gittiklerinde, dînî eğitime büyük bir ihtiyaç olduğunu görmüş. Nasıl hizmet veririz diye düşünmüşler. Yaz kursu eğitimi olarak bize teklifte bulundular. Moğolcam iyi olduğu için ben kabul ettim.

 

Peki, tanımadığınız bir yere gidip hizmet etmeye nasıl karar verdiniz?

Farklı bir bölge olduğu için âilem, biraz da haklı olarak:

“-Kız başınıza nasıl gideceksiniz?” diyerek oraya gitmemi istemedi.

Benimse kalbimde hiçbir korku, endişe yoktu. Tam aksine derin bir huzur hâli vardı. “Bismillah!” diyerek Hüdâyî mezunlarından Nazgül arkadaşımla yola çıktık.

Vakıf bize araba tahsis etti, bir hocamız oraya yerleştirmek için bize refakat etti. Zorlu süren yolculuktan sonra Hoton’ların yaşadığı yere ulaştık. Yanımızda gelen hoca, şehrin valisinden izin aldı. Biz arabada bekliyorduk. Başörtülerimizden dolayı yoldan geçenler bize çok değişik bakıyordu. İçimizi bir korku sardı. Nazgül:

“-Hadi geri gidelim. Buradakiler çok değişik insanlar… Ben korkmaya başladım.” dedi.

Ben de korktum, ama geri dönmek istemiyordum. Arkadaşıma cesaret vermek için:

“-Korkacak bir şey yok, inşâallah bize alışırlar.” dedim.

Kalacak bina olarak bize terk edilmiş, tek katlı, upuzun bir hastane binasını gösterdiler. Pencereleri kırık, izbe bir yer olduğu için korktuk ve:

“-Biz burada kalamayız!” dedik.

Binada elektrik bile yoktu. Bir eve gelip orada çay içince:

“-Bahçenizde ger (Moğol çadırı) kurup kiraya verir misiniz?” dedik.

Ev sahibi kabul etti. Kendisi çadır kurulurken etraftan komşular yardıma geldi. Yardımlaşarak insanların bizim için uğraşması, içimizdeki korkuyu giderdi. Bir evin bahçesinde olduğumuz için kendimizi güvende hissedip sevindik. Çadırı kurarken herkesle tanıştık. Çadır kurulduktan sonra onlara yemek ikram ettik. Kaynaşma oldu. Bismillah diyerek bir gün sonra her tarafa, “Türkçe, Arapça, ahlâk dersi kursumuz açılmıştır!.” diyerek yaz kursu îlanında bulunduk.

İlk anda Kur’ân kursu diyemedik. Desek gelmezlerdi. Asılları müslüman, ama Moğollaşmışlar, dinden uzaklaşmışlardı. Dil kursu olduğu için iki gün içinde 100 öğrenci oldu. İki sınıf oluşturduk. Çocuklar, derse ilk geldiklerinde bizi başı kapalı görünce çok değişik bakıyorlardı. Biz de korku ve endişe içindeydik. Ama belli etmemeye çalışıyorduk.

Nazgül Türkçe dersi verip, video izlettiriyordu. Ben Arapça adı altında Kur’ân harflerini öğretip, ahlâk dersinin içinde de Peygamber Efendimizden bahsediyordum. Yani dînî konuları, dersin içine serpiştirip serum gibi damla damla veriyorduk. Hattâ bazı âileler tesettürümüzü görünce kendi dînimizi anlatırız korkusuyla çocuklarını derse göndermiyorlardı.

“-Bu çocuklara Allah Teâlâ’yı nasıl anlatabilirim acaba?” diye düşünüyordum.

Bir taraftan da kaçarlar diye korkuyordum. Bir sabah derse girip Allah’tan bahsetmeye karar verdim. Bizi yaratan bir ilâhın olduğunu, her şeyi O’nun bize verdiğini, merhametinin büyük olduğundan bahsederken bir çocuk ayağa kalktı:

“-Bana Allâh’ını göster, ben O’nu görmek istiyorum. Görmediğim bir şeyden bahsediyorsun. Her öğretmen kendi inandığını bize kabul ettirmeye çalışıyor. Ben hıristiyanım senin tanrına inanmıyorum!” diyerek kızdı, kapıyı çarpıp dersi terk etti.

Misyonerlik faaliyetleri Moğolistan’da çok kuvvetliydi. Hıristiyanlar, dağlarda, çadırlarda yaşayan halka kadar ulaşıp hıristiyanlık propagandasında bulunuyorlardı.

Gözlerim doldu. O anda Peygamber Efendimizin İslâm’ı tebliğ ederken çektiği sıkıntılar aklıma gelince içimi bir ferahlık kapladı. Konuyu değiştirerek derse devam ettim. Ders bitince, yarın artık kimse gelmez diye düşündüm. Sabah sınıfa geldiğimizde herkes yerlerine geçmiş oturuyordu. Hattâ bana karşı çıkarak sınıfı terk eden çocuğu derste görünce çok mutlu oldum. Beni tarif edemeyeceğim bir heyecan sardı.

Ders anlatmaya başladığımda hıristiyan olan çocuk beni dinlemiyor, sınıfı karıştırıyordu. Ben dayanamayıp dışarı çıktım ve pencere kenarında ağlamaya başladım. Sınıf sessizliğe bürünmüştü. Gürültü çıkaran çocuk, gelip benim ağladığımı görünce benden özür diledi.

“-Bir daha dersinizde ses çıkarmayacağım!” dedi.

Ben tebessüm ettim. Baktım, arkasından sınıfın hepsi çıkmış, benden özür diliyorlardı. Sınıfa girince:

“-Biz sizinle tanışalım, yazın gülelim oynayalım, bir şeyler öğretelim diyerek sizin için buraya geldik.” dedim.

Hep birlikte sınıfa girdik. Birbirimize alışmamız kolay oldu. Bize gönüllerini açtılar, çok sevdiler.

 

İlk hizmete gittiğiniz zaman ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Biraz önce de anlattığım gibi, yabancı bir yer, farklı bir millet... İslâm’dan haberleri yok. Tesettürlü bir hanımı, o güne kadar hiç görmemişler. Büyüğünden küçüğüne herkesin sana bakışı farklı… Budist geleneklerine göre hayvan boğazlıyorlar. Et yiyemiyorsun. Moğolistan’da et yoksa, aç kaldın demektir.

En büyük zorlukları karanlık çökünce yaşardık. Çadırda kalıyorsun, kapısı kilitlenmez. Tuvalet dışarıda... İlk yıl geceleri Nazgül arkadaşımla neredeyse hiç uyumadık desem yeridir. Hoton’lar çok içki içip sarhoş olurlar. Sarhoşlar çadıra gelecek diye çok korkardık. Çadırın kapısını iple bağlardık. Ne kadar koruyacaksa?! Bir gece ben uykuya dalmışım. Nazgül bağırarak beni kaldırdı. Bir sarhoş gelmiş kapımızı zorluyor. Ben Moğolca bildiğim için sarhoşa bağırdım, gitti. Tek sığınağımız, Rabbimiz’di.

 

Kaç yıldır oralarda yaz kursu faaliyetinde bulunuyorsunuz?

2014 yılından bu yana her yaz bir arkadaşımla gidiyoruz. İlk yıl Nazgül, sonra Tuva, sonra da Gümüşgül arkadaşımla hizmette bulunduk. Hepimiz Hüdayî Kursu’ndan mezunuz. Her yıl Hoton’ların yanından ayrı bir huzur içerisinde ayrıldık. Bizi kabullenmekte ilk anda zorluk çekseler de şimdi birbirimizi çok seviyoruz.

 

Kendinizi kabul ettirebilmek için neler yaptınız?

Bizi tesettürlü görünce ilk anda korktular. Polisler sürekli gelip kontrol ediyorlardı.

“-Siz neler öğretiyorsunuz, sizi kim gönderdi?” diye sorular soruyorlardı.

Çocuklarla oyunlar oynayarak eğitici programlar düzenledik. Âileleri sürekli ziyaret edip onlarla sohbet ettik. Şefkat Yolu Derneği’nin yardımıyla sürekli hediyeler vererek ikramlarda bulunduk. Bizim samimiyetimizi gördükçe güvenleri arttı. Bizleri sevmeye başladılar. Kabul görüp sevilmek çok güzel bir duyguydu.

 

Üç yazdır gidip oralarda hizmet yapıyorsunuz. Halkın inançlarında, yaşantılarında bir değişiklik oldu mu?

İlk yıllarda netice alamasak da bu yaz netice almaya başladık. Elhamdülillah.

 

Emeğiniz ancak üçüncü yaz mahsul vermeye başladı, öyle mi?

Evet, bu da bizi çok sevindirdi. İnsan her şeyde olduğu gibi hizmette de verdiği emeğin neticesini görmekten çok mutlu oluyor. Artık herkes rahatça “Müslümanız!” diyebiliyor. İslâm onları korkutmuyor. Herkesle korkmadan dînî konularda sohbet etmeye başladık. Namaz kılmaya başlayanlar oldu. Bu yıl öğrencilerimizin sayısı üçe katlandı. Yetişmekte biraz zorlandık. Moğolcaya çevrilmiş dînî kitaplar dağıttık.

Bu yaz da Şefkat Yolu Derneği’nin yardımıyla ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunduk. Böylece aramızda samimiyet oluştu. Yardım yapılan âileler İslâm’a daha da yaklaştı. Bizlere:

“-Ne olur, her sene gelip çocuklarımıza bir şeyler öğretin. Siz gelince çocuklarımız boş kalmıyor!” diyorlar.

Böylece bir yaz kursumuz daha verimli bir şekilde son buldu. İnşâallâh gelecek yaz gittiğimizde güzelliklerle karşılaşacağımızı bildiğimiz için şimdiden onları özlemeye başladık.

 

Rabbim zorluklar içinde yaptığınız hizmetleri kabul eylesin. Duygularınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür ederiz.

Sesimizi Türkiye’deki kardeşlerimize duyurduğunuz için biz de size çok teşekkür ederiz.

 

[1] TRT Avaz’ın çekim yaptığı belgeselde, anne-babasından Fâtiha Sûresi’ni öğrenip okuyan mollanın okuyuşunu merak edenler: https://www.youtube.com/watch?v=ovzhX34p7-c linkine tıklayabilirler.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle