Bir hizmetin değeri, onun îfâsı için katlanılan fedâkârlığın büyüklüğüne ve bir de ihlâsına bağlıdır. Eğer bir hizmet, sırf Allah rızası için ve büyük bir ibâdet vecdiyle yapılmışsa, ondan bereket zuhur eder. Aksi hâlde neticesiz ve güdük kalır. Bu hâl, ambarda bekletilen veya toprağa ekildiğinde bir tarla faresine yem olan tohum gibidir. Aslında o tohum, münbit bir arazide ekilse, içinde kendi cinsinden binlercesini barındırdığı için, bire on, bire yüz vermektedir. Bir sezonda bu kadar mahsul veren tohum, daha sonraki yıllarda da yine kendi içinden meydana gelmiş tohumlarla varlığını ve faydasını devam ettirir. Hizmetler de böyledir. İhlâs ve istikamet üzere yapılan hizmetler, insanların gönüllerinde yer eder. Kalpten söylenen sözler, kulakta kalmaz, kalbi bulur. Böylece bir söz, muhatabına ve onun ulaştığı her yere katlanarak fayda verir. Peygamber Efendimiz, “Kim İslâm’da güzel bir yol açarsa, o güzel yolu tâkip edenlerin hepsinin sevabından, onlar kadar hissedar olur.” buyurmaktadır. O hâlde insanlara mânen rehberlik eden insanların güzel yollar açması, güzel hâller içinde olması ve her şeyden önce hizmetlerini, sırf Allah rızâsı için îfa etmesi gerekir. Yoksa o hizmet esnasındaki yorgunluklar beyhude olur. Tıpkı bir çuval tohumu sırtında taşıdığını düşünen bir insanın, çuvalın dibindeki delikten habersiz onu geçtiği yollara dökmesi gibi… Hayat tamamlanınca, riya için, gurur ve kibir için, benlik için, makam-mevki için yapılan bütün gayretlerin neticesinin koca bir hiçlik olduğunu görür ki, bu büyük bir yanılma ve geri dönüşü olmayan bir pişmanlıktır.
Hizmet, elbette bir fedakârlıktır. Fedakârlık neticesinde de ilâhî bereket, mükâfât ve bağışlanma vardır. Ancak hizmet ederken itidali kaçırmamalı, üzerimizdeki her hak sahibinin hakkını vermeye de azami gayret göstermelidir. Peygamber Efendimizin sünnet-i seniyyesinde ibâdet etmek için bile olsa, âilesini, çoluk-çocuğunu perişan bırakmak yoktur. O yüzden âhireti kazanmayı ümid ederken dünyamızı perişan etmemeli, başkalarının çocuklarını ihyâ ederken kendi çocuklarımızı ihmal etmemeliyiz. Bizim, ilk sorumluluğumuz, kendi yakın çevremiz ve âilemizdir. Eğer kendimiz ve âilemiz için yapmamız gerekenleri hakkıyla yerine getirdikten sonra vaktimizi, diğer insanların yüklerini hafifletmek, onlara maddeten ve mânen yardımcı olmak için tahsis edebiliyorsak ne mutlu bizlere…
Hizmet ehli kimseler, yapmış oldukları hizmetlerin, Allâh’ın bir lutfu ve ikramı olduğunu düşünmelidirler. Minnet içinde olmalıdırlar. İnsanları minnet ve mihnet altına sokmamalıdırlar. Tevâzu, en çok hizmet ehline yakışır. Merhamet, şefkat, hilm (yumuşak başlılık), affedici olmak, hizmeti taçlandırır, süsler. Bunun yolu da, insanın kendisini, herkesten daha aşağı mevkide görmesiyle mümkündür. Kibir, insanı helâke sürükler. Hele hizmet ehlindeki kibir, gurur ve benlik, hizmetin kanseridir.
Allah, bize nasıl bir imkân vermişse, elimizle, dilimizle, bedenimizle, ilmimizle, kesemizle, gençliğimizle insanlara ve İslâm’a faydalı olmaya çalışmalıyız. Allâh’a giden yollar, mahlûkâtın nefesleri adedincedir, buyrulmuş. Herkesin, Allah için yapabileceği bir şeyler vardır. Mühim olan insanlara en faydalı olacağımız hususta, en faydalı olacağımız yer ve zamanda en lüzumlu işleri yapmaktır. Tasavvuf ehli buna, “ibnü’l-vakt” olmak der. Yani o hâlin, o ânın gerektirdiği şey ne ise, o… Bunu görebilmek, anlayabilmek ve yapabilmek için de Rabbimize bol bol duâ etmeli, O’ndan bize basîret, istikamet, ihlâs, irade ve gayret ihsan eylemesini niyaz etmeliyiz.
Nefsâniyetten arınmış hakiki hizmetler, insanları, Allâh’a yaklaştırır, kullara sevdirir ve öldükten sonra da yaşamaya sebep olan “sadaka-i câriyeler”e dönüşür.
Cenâb-ı Hak, cümlemize hayırlı hizmetlerle dolu güzel bir ömür nasip eylesin. Bizi sevdiği, râzı olduğu ve kendisinden râzı kıldığı kulları arasına dâhil eylesin. Âmin.
YORUMLAR