“–Şeyhim!..” demiş; usulca, edeple; “himmet!”
“–Evlat…” buyurmuş; tebessümle duâyla, “gayret!”
Himmet, Arapça’nın çift taraflı kelimelerinden biri... Temel anlamı “gayret”. İkinci ve bizde yaygın olan anlamı ise “yardım”. Ben, işte bu ikinci ve meşhur mânânın ufuklarından birine doğru kanat açıyorum.
Himmet, pozitif enerjidir.
Böylece en kâmil mürşidden en zayıf müride kadar herkesin bir himmeti vardır.
Dikkat edilecek nokta burada:
Herkesin himmeti, gayreti kadar...
Herkesin himmeti, gayreti gibi...
Esnek veya kavî, metin; sönük ya da parlak; zayıf yahut güçlü… Himmetin oranı da, vasfı da kişinin gayreti oranında, gayreti vasfında...
Dervişin biri, teheccüd namazlarına kalkamamaktan muzdaripmiş. En yakın yol arkadaşı duruma vâkıf olunca:
“–Sen merak etme, bu geceden itibaren kalkacaksın, inşâallah.” demiş.
Derviş şaşkınlık ve mutlulukla dolmuş. Gece, kurduğu saat çalmış; bizimki uyku hâliyle her zamanki gibi saati kapatmış. Uyumaya devam etmek için başını yastığa koyarken suratında çakan şiddetli bir tokatla yatak-yorgan yerlere yuvarlanmış. O haftaki buluşmada kardeşini görünce:
“–Abi, biraz sert olmadı mı?” demiş.
El-cevap:
“–Kalkacaksın dedik değil mi, güzellikle kalkmayan tokatla kalkmayı hak eder.”
Gayretimiz kadar ve gayretimiz gibi yardım alıyoruz ve yardım ediyoruz. Evet, bizim de himmet ettiğimiz birileri vardır mutlaka… Gıyâbında ettiğimiz duâlar, telepatimiz, râbıtamız, yâdımız, hâtıramız hep bir enerji taşır bizden başkalarına... Oranı ve vasfı değişen…
Eskiden hocalar talebelerine:
“–Cenâb-ı Hak, himmetini âlî eylesin!..” diyerek icâzet verirlermiş. Yani öyle bir ışık ol ki, pervânen bol olsun. Öyle bir ışık ol ki, yanmayan pervânen kalmasın. Mum gibi, kandil gibi, sahrâda yanan ateş gibi, güneş gibi… Himmetin âlî olsun, evlâdım.
Mesnevî hikâyesidir. Mum ile pervâne âşıklık yarışına girmişler.
Pervane âh etmiş:
“–Ben, senin ateşinden etrafında döne döne ne hâle geldim!”
“–O da bir şey mi?!” diye gülmüş mum; “Sen, kanatların yanmasın diye ateşin etrafında çekinerek, sakınarak uçarken ben o ateşi başımda taşıyorum.”
Başında taşıyor, eriyor, tükeniyor. Aydınlık oluyor “karanlık geceliler”e.
Himmeti âlî olsun mumların!
Amellerimiz, düşüncelerimiz ve sözlerimizle oluşturduğumuz manyetik bir etki alanı var. “Allâh’ın öyle kulları var ki, üstleri başları yırtık, saçları dağınık, yüzleri sarıdır, ama bir şey isteseler, Allah onları geri çevirmez.” buyuruluyor hadîs-i şerîfte…
Herkes gayretince muâmele görüyor, Hak cânibinden…
Gıybet, hased ve kıskançlığın, nazarın zıddı oluyor himmet. Orada etkili olan negatif enerji, burada etkili olan pozitif...
Yani “fenâ fi’l-ihvân”ın bir boyutu da himmettir ki, kardeşler birbirine fiilen, kavlen ve gıyâben ve dahî hâlen himmet ederler. Bu, öyle mühim ve öyle tatlı bir ilk adımdır ki, yolcuyu mürşidin himmetine alıştırır ve ulaştırır. Öyle mühim ve öyle aktiftir ki, şeytan, onun üstünü kapatmaktan asla geri durmaz.
Yani gayretlerimiz, sadece kendimiz için değil, kardeşlerimiz için de hatta ümmet için insanlık için de faydalı, önemli ve mevzubahis.
Rahm-ı mâderdeki (anne rahmindeki) yavru gibi hareketli olursak mânevî mekânımızda, aydınlık yarınlara doğru el ele verirsek kardeşlerimizle; ikiz, üçüz, beşiz, sonsuz tevellütler (doğumlar) gerçekleşecektir. Tarihte olduğu gibi… Sâlih amelin nûrâniyeti var. Asırlar sonrasına yansıyor. Fısk, fücur ve gafletin zulmâniyeti var. Zaman-mekân tanımayan…
Muhabbet, en büyük himmettir..
Damarları çatlatırcasına coşkuyla akan bir enerji, yâre doğru akar. Yâr, dost demektir...
“Hemrâhım idin bu yolda ey mâh
Hemrâhı koyup da gider mi hemrâh”[1]
Leylâ dosttur. Mecnûn dilinden himmet dileriz dostlardan... Leylâ’yı annesi okuldan alır dedikodular üzerine. Mecnûn feryad eder, yârine: “Dost, dostunu bırakıp gider mi, ey benim yolumu aydınlatan, ay gibi olan dostum?”
Himmeti âlî olan dostlar, geceleri aydınlatan ay gibi aydınlatır dünyamızı. Kalbî bir bağ kurmak mümkün olmuşsa eğer... “Gönülden gönüle gider, yol gizli gizli…”
Bizden iki adım önde olanın elimizi tutması ne tatlıdır! Şeyhin eteklerine kadar uzanamayan zayıf ellerimiz, kollarımız dostların güçlü ellerini nasıl da can havli ile tutar sıkıca...
Muhabbet, en büyük himmettir. “Bir gönle gir.” buyrulmuş, “Allah baktığında seni orada görsün.” Gönlümüzden yansıyan enerji... Kimleri seviyoruz, kimler seviyor bizi? Kimlerin, hangi gönüllerin içinde görüyor bizi Hak Teâlâ?
Yavru deve, annesine sormuş:
“–Bizim ayaklarımız neden üç tırnaklı anneciğim?”
Anne deve cevap vermiş:
“–Çölde yürürken ayaklarımız kuma gömülmesin diye yavrum…”
Yavru deve:
“–Peki, kirpiklerimiz niçin bu kadar uzun?” diye sormuş.
Anne deve:
“–Çölde kum fırtınaları olduğunda gözlerimize kum taneleri dolmasın diye…” demiş.
Yavru deve:
“–Neden sırtımızda hörgüçlerimiz var, anne?” diye sormuş.
Annesi:
“–Çölde geçireceğimiz uzun günler için hörgüçlerimize su depolar ve o uzun günlerde bu suları kullanırız.” diye cevap vermiş.
Yavru deve, bu sefer en zor soruyu sormuş annesine:
“–Peki, bunca özelliğimizle bizim bu hayvanat bahçesinde ne işimiz var anne?”
Bizim zor sorumuz da budur dostlar..
Akıl ve gönül vermiş bizi yaratan... Daha ötede “sır” vermiş. Temelde “halîfelik” vermiş. Ruh vermiş... Zaman ve mekân kaydı olmayan, zamanlar ve mekânlar arasında gidip gelebilen… İlim sahibi; herhangi bir tedrisat görmeden ilim sahibi... Mekânların olumsuz tesirlerinden etkilenmeyen... Beş duyu organı ile algıları sınırlanmamış; dolayısıyla her yönden gören, her mesafeden duyan, dokunmadan da bilen, her mesafeden koku alan... Ve “Zâtını (c.c.) severse, bu özellikleri, zâtına da geçiriveren” bir ruh vermiş, bizi yaratan Allâh’ımız... Bunca özellikle bizim bu kesret âleminde ne işimiz var, dostlarım?
“Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsâit lâzım”
Bir himmet etseniz, bir gayrete gelsek de kurtulsak bu mahpushâneden!
Hani bir kuğu sürüsü, süzülüp indikleri gölde ağlara yakalanmışlar. Herkes çırpınmış, ama kimse çıkamamış tuzağın içinden… Başlarındaki bey kuğu:
“–Durun, çırpınmayın böyle tek tek, hep beraber kanat açalım ve yükselelim, ağ da bizimle yükselir, altından çıkar gideriz biz de!”
Öyle yapmışlar, kurtulmuşlar...
Himmeti âlî olan dostlar, haydi kanatlanalım da kurtulalım bu dünya tuzağından, nefis batağından… Herkesin yarası birbirine ne kadar da benziyor! Haydi, yaralarımızı saralım bir bir... Hatta bırakalım öyle kalsın yaralar da, sızılar da; kervan yolda düzülür diyelim, çıkalım bir an önce yola… Haydi, herkes yakınındakini uyandırsın, seherde dostlarım, seherde!
[1] Hemrâh: Yoldaş. Mâh: Ay.
YORUMLAR