Şeyh Sâdî başlattı konuyu... Gecenin nûrunda:
Digerân râ gam-ı cân dâred u mâ câme-derân
Ki befermâyî tâ ez ser-i cân berhîzîm
“Birilerinde can derdi var, ama biz gömleği yırtıp atarız. Sen emredersin de canın başından kalkıp gideriz.” deyiverdi. (Sâdî-i Şirâzî, Mevâiz kitabı, 49. Gazel)
* * *
Himmet-i bulend dar ki ân aşk-ı himmetî
Şahan ber güzîde vu ahrâr mîkoşed
“Himmetin âlî olsun. Çünkü o himmetli aşk, ancak sultanları seçer; yalnız hürleri öldürür.” (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, 872. Gazel)
* * *
Geceydi… “Kur’ân okuyalım dostum!” dedim Mesnevî’ye…
“-Darvanlılar…”[1] dedi, Kalem Sûresi’nde[2] anlatılan “bahçe sahipleri” hani…
“Tesbih” dedi Kur’ân-ı Kerîm oradan, “rağbet” dedi. “Hasenât ile sınanmak mı?” dersin, “Âfetle te’dip edilmek mi?” dersin; zor gelir bana bu hikâye hep. Keremsizlik ve tesbihsizlik yüzünden gece inen bir salgın ile nîmeti kaybetmek... Âdilâne olsa da ağır geliyordu kalbe…
Hayır, Şeyh Sâdî’nin tonunda konuştu, dostum Mesnevî de:
“Ölenlerin hasreti, ölüm yüzünden değildir, «Sûretlere takılıp kaldık!» diyedir,
«-Neden her ikbal ve nimetin hazinesi olan ölümü, kıble edinmedim?»
Şaşılık yüzünden… «Ecelle birlikte kaybolan hayalleri kıble edindim, ömrüm boyunca?» der, onlar…”[3]
Kitap elimde bakakaldım. Tam bir ders vermek üzere gelmişti mânâ, hepsini bir bir dizdi kalbe…
Mevt’e (ölüme) değil, fevte (vakti kaçırdığına) yan!.. Ömür nimeti gibi her nimetin ölümü de; boşa geçen her dakika, biten her gün, elden çıkan her nimet, içinde bir “yanış” taşıyor. Kaybettikten sonra açılıyor göz… Göz ki, bu dünyayı gördüğü gibi o dünyayı görsün, hattâ Hakk’ın cemâline nazar etsin diye yaratılmıştı.
Darvanlılar kıssası ile Mesnevî’nin ölümden bahseden bu bölümünü yanyana koyuyorum. İçiçe giriyor ânında… Nimetler hep o bahçe, kerem bir imtihan… Kerem, Mevlânâ’nın târifiyle kendi arzularını terk edip başkalarının arzularını yerine getirmek... Tenin arzusu köpük, aslolan deniz; rüzgâr estiği zaman deniz köpükleniyor. Rüzgâr imtihan…
Şimdi benimle birlikte yürü derviş…
“Kerem”i, Hazret-i Ali gayretli olmanın neticesi bilmiş; “el-Keremu netîcetü uluvvi’l-himmeh: Cömertlik, yüksek himmetli olmanın neticesidir.” buyurmuş.
“Himmet” ise dostum, Arapça bir kelime… Kast etmek, istemek, irâde, sa’y, gayret, azim ve kararlılık, yüksek bakış, çok çalışmak, cesaret, şecâat, fütüvvet; hattâ âhenk demek… pek güzel, pek kıymetli bir kelime.
Nâsır Hüsrev’in şu beytindeki mânâsı, “istek, niyet, kasıt, niyet, azim…”
“Allâh’ı bilmek himmetinde isen, o Muhammed Muhtâr’ın, o seçkin ve övülmüş Peygamber’in Sünnet’ine muhalif olma!”[4]
Firdevsî, Şehnâme’de himmeti, “himmet hem ziyafet sofrasıdır, hem savaş meydanı; hem nimettir, hem zevk…”[5] diye târif ediyor.
Hâfız-ı Şirâzî’miz:
“Ben, şu gök kubbenin altında hiçbir rengi kabul etmeyen, bütün ilgi ve alâkalardan âzâd olan kişinin himmetinin kölesiyim.”[6] diyerek altın yaldızlı şiirini serpiyor gönlümüze…
“Menâzilü’s-Sâirîn” müellifi Hâce Abdullah el-Ensârî’nin tarifi ise, dillere pelesenk olacak cinsten:
“Gençlikte gaflet, yaşlılıkta acziyet içindesin; peki ne zaman Allâh’a kulluk edeceksin?”[7]
* * *
Himmet-i bulend dar ki bâ himmet-i hasis
Çâvuş-i pâdişah berâned to râ ki berd
“Himmeti âlî ol ki, hasis himmetle padişahın çavuşu kapıdan geri çevirir seni.” (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, 869. Gazel)
* * *
“-Evet, ne zaman ve nasıl?” dedim ben de dostum Mesnevî’ye:
“-Yolu gör!” dedi, “Korkma, nasıl göreyim diye… Sen gözden ibaretsin. Ustaların ustası Samed olan Allah seni böyle yarattı. Sen yola bak!.. Sen yolu gör!..”
Nûr olmayınca nasıl görsün göz karanlıkta? Gönül gözü, nefsin karanlıklarında ise yani? Kandil gerek göze… Fakr gözlerin nûrudur. İhtiyaçsızlık hissidir fakr, sahip olmakla olmamak arasında bir fark görmemektir kalben…
Karanlıkta kala kala zayıflar göz, ışığa yabancılaşır. Tiryak gerek göze... Tiryak, yani “sürme” çek gözlerine ki, bakışın güçlensin. Yola dikkatle bak böylece…
Nedir sürme? Kerem, gönül gözünün sürmesidir. Tenin rahatının peşinde koşmaktan vazgeçmek yani... Çünkü bu dilencilik ettiriyor. Sen kanaat ehli ol, şikâyeti bırak. Şikâyet perdedir göze, gönle… Şikâyet, kendi ihtiyacını görmekten doğar.
“Ehadiyet” bundan sonrasını kişiye özel kılıyor. Sana ne gerekliyse yolda keşfedeceksin, sadece sana has olan yolda…
Yol sıkıntısızca akıp gitsin diye: Düşün, tefekkür et. Tefekkürden dikkat ve ihtimam doğar.
Düşünce donar bazen, zikre bürün o demlerde… Zikir, gün ışığı gibidir; tefekkürü harekete geçirir, besler büyütür, donmuş düşüncenin de buzlarını eritir.
Cezbe tatlı olsa da edep yakışır dosta… Esasen Cenâb-ı Hak çeker kişiyi, ama yolun âdâbı çalışmaktır. Cezbe naz ettirir. Ama dosta yakışan, kendine değil, Hakk’a lâyık davranmaktır. Naz değil, gayret ehli olmak… Canla oynamak, candan vazgeçmek; emir ve nehiylere uymakla olur. Zerremiz güneşi, katremiz denizi taşır içinde…
Yolda ol ve yürümeye devam et. Yolda olursan, yol seni gün ışığı isen güneşe, damla isen denize ulaştırır.
* * *
Himmet-i bulend dâr eger şahzâdeî
Kâni’ meşov zi şâh ki tâc u kemer dehed
“Padişah soylu isen himmetin yüce olsun, taç ve kemer verdi diye padişahın nimet ve yakınlığına doyma.” (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, 878. Gazel)
* * *
“Umulur ki, Rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Çünkü bizim artık rağbetimiz Rabbimizedir.” (el-Kalem, 32)
* * *
“Gönlüm dün senin yurdunun girişinde ağlayıp inleyerek yorulup uyumuştu. Hayalin geçti, gönlümü o şekilde gördü.
«-Nasılsın bu ağır dertle söyle bakalım, öyle boşalmışsın ki tenin gözlerden gizlenip gitmiş.» dedi.
Dedi, geçti gitti benden. Fakat bu sözün tadından şifâ buldu benim gönlüm; yâ Rab, onun mükâfâtını Sen ver şimdi…” (Mevlânâ, Dîvân-ı Kebîr, 47. Gazel)
Ey bize gecenin nûrunda, uğruna çaba sarf edilecek nice nîmetler olduğunu hissettiren, uykulardan kaldırıp seccâdelerimize kavuşturan, erenlerin kalbî hayatlarından hisseler bağışlayan Rabbimiz, Sana hamd ü senâlar ederiz. Bizi her dâim âriflerin gönül meclislerinde bulundur, kendi nefsimizle ve başkalarının nefisleriyle baş başa bırakma… Âmin.
[1] Mevlânâ, Mesnevî, 5/1472 vd.
[2] Kalem Sûresi, 17. âyetten îtibaren.
[3] “Ölenlerde ölüm derdi yoktur.” hadîs-i şerîfinin îzahı için bkz: Mesnevî, 6/1450 vd.
[4] “To râ ki himmet-i dânisten-i Huday buved / Meşov muhâlif-i kavl-i Muhammed Muhtâr”
[5] “Himmet bezm u rezmest u hem ni’âm u bûs”
[6] Dîvân-ı Hâfız, 37. Gazel
[7] “Der cevânî mestî, der pîrî sustî, pes Hudârâ key perestî”
YORUMLAR