Birisi Mecnûn’a dedi ki:
“−Ey yolcu, akıllı, irfanlı Mecnûn! Ne oldu ki, artık Leylâ’nın obasına gitmiyorsun? Yoksa başından Leylâ’nın aşkı uçtu mu, hayalin değişti mi, Leylâ’ya meylin kalmadı mı?”
Zavallı Mecnûn bu sözleri işitince içli içli ağladı:
“−Efendi, benden elini çek bana ilişme!” dedi. “Benim gönlüm zaten dertlidir, yaralıdır. Sen de yarama tuz ekme. Ayrılığa katlanmak aşkın azlığına, gönül geçmesine delâlet etmez. Ayrılıkların çokları zarurî olur.”
Adam, bu defa:
“−Ey sefâlı, güzel huylu Mecnûn! Ben Leylâ’nın kabilesine gidiyorum. Leylâ’ya söyleyecek bir sözün varsa söyle, ulaştırayım.” dedi.
O zaman Mecnûn:
“−Sakın, Leylâ’nın yanında benim adımı anma!” dedi. “Çünkü onun bulunduğu yerde benim adımın anılması mânâsızdır. Ben onun varlığıyla varım; ayrıca varlığım yoktur.”
***
Bağlarda, bahçelerde, dağlarda geceleyin bir böceğin çıra gibi parladığını görürsün. Birisi ona:
“–Ey gece parlayan böcek!” dedi, “Niçin gündüz çıkmıyorsun, saklanıyorsun?”
Yer mahlûkatından olan ateş böceği, bu suâle ne ârifâne cevap verdi:
“–Ben gece gündüz sahrâdayım, meydandayım. Bir yere saklanmıyorum. Fakat güneşin ziyâsı yanında görünmez oluyorum.”
Hakiki âşıklar cânân sevdâsıyla candan; dost yâdıyla cihândan vazgeçmişlerdir.
Mecnûn, uyuduğu zaman hep onun hayaliyle uğraşıyor. Onun ayağına öyle samimiyetle baş koyuyor ki, dünyada ancak onu görüyor. Koca cihan gözüne girmiyor. Cihâna varlık vermiyor. Ondan başkasıyla görüşmez oluyor. Çünkü gönlünde yalnız o bulunduğu için, başkasına yer kalmıyor. Gözü açık iken, gözünde yer tutuyor; gözünü kapasa mekânı gönlü oluyor.
Eğer sevdiği, canını isteyecek olsa, canını dudağına getirerek:
“−Buyur!” diyor. Eğer kılıçla başını kesmek istese, kes diye başını uzatıyor.
HAKK’A YAKINLIK İSTERSEN!
Birisi:
“−Acayip şey…” dedi. “Ayaz’ın güzelliği yok, Sultan Mahmud bunun nesini beğeniyor?!. Bir gülün rengi, kokusu olmazsa onun sevdasından çırpınan bülbüle şaşılır!”
Birisi bu sözü Sultan Mahmud’a nakletti. Buna canı pek sıkılan Sultan Mahmud:
“−Ben Ayazın boynunu posunu değil; ahlâkını beğeniyorum…” dedi.
Birgün dar bir geçitte bir deve yıkılmış, üzerindeki inci dolu sandık kırılmış. Sultan Mahmud, bu hâli görünce:
“−Yağmadır, alan alsın!” demiş ve kendisi atını sürmüş gitmiş.
Sultan Mahmud’un, “Yağmadır!” demesi üzerine maiyetindeki atlılar yağmaya koşarak padişahtan ayrılmışlar. Padişahın arkası sıra giden atlılardan yalnız Ayaz kalmış. Mahmud Ayaz’ı görünce:
“−Yağmadan sen ne getirdin bakalım?” demiş.
Ayaz cevap vermiş:
“−Padişahım, hiçbir şey almadım. O nimet beni sizin hizmetinizden alıkoyamadı.”
***
Cenâb-ı Hakk’ın dergâhında yakınlık istersen, ihtiyaç peşinde koşup da Hak’tan gâfil olma!.. Evliyâ, Allâh’ta ancak Allâh’ı ister. Başka bir şey istemeleri tarikat usûlüne muhâliftir. Eğer dosttan ihsân bekliyorsan, sen kendini düşünme!.. Ağzın hırs ile açık ise, kulağına gâipten sır gelmez, girmez.
Hakîkatler, ilâhî sırlarla bezenmiş bir saraya, hevâ ve heves ise göklere çıkan tozla dumana benzer. Toz kalkarsa göz görmez olur.
YORUMLAR