Bir dönem özel bir irşat ekibi ile gittiğimiz doğu illerinden birinde, vaaz sonrası genç bir hanım oldukça cesur bir soru sormuştu:
“-Kişi evli olduğu halde bir başkasını sevebilir mi?”
Cemaat sorudan hoşlanmasa da cevap verdim:
“-Kalplerdeki olmaz; yaşanması dinen haram olan sevgiler, sadece gönülde kalır da izhar olmaz, açığa çıkmazsa, kişi telefonla aramak, buluşmak, gizli birliktelik yaşamak şekline dönüştürmezse kalbindeki duygularından mesûl değildir. Nasıl ki kişi, bir kötülük düşünür, ama yapmazsa düşüncesinden dolayı günaha girmediği gibi…”
Sorunun sorulma sebebi ise epey üzücü idi; bir genç delikanlıyı çok sevdiği hâlde âilesi, ilçede zengin olan bir ağaya, üçüncü eş olarak vermişlerdi, on altı yaşındaki genç kızı… Genç hanımın çektiği gönül derdini anlayabilmek mümkün olmadığından olsa gerek, hanım cemaat sorudan rahatsız olmuştu.
Üniversitede yurt arkadaşım vardı, onun babaannesi gençken bir başkasını severmiş, annesinden başka kimse de bilmezmiş. Fakat işin garip tarafına bakın ki; aynı kızı bir başkası da severmiş ve âile, tercihini o gençten yana kullanmış. O zamanki aşklar şimdiki gibi değil, ayda yılda bir, belki köşe başında karşılaşabilirsin; o karşılaşma ve bakışma, yıllarca ümit olur… İşte tam da bu cinsten, ne bir söz söylemişler, ne sözleşmişler, ama birbirlerini gönüllerine yazmışlar. Olmamış. “Râmuzu’l-Ehâdîs”te geçen bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisine bir kızı beğendiğini ve o kızla evlenmek için duâ etmesini rica eden gence:
“-Sadece ben değil, Cebrail, İsrafil, Mikail, arşı taşıyan meleklerde duâ etse o kızı alman için, Allâh’ın sana takdir ettiğinden başkası ile evlenemezsin.” buyurmuşlardır.
Evlilik, kader-i mutlaklardan olduğu için kul kalem oynatamıyor. İş kula bırakılmıyor. Nitekim Allâh’ın takdir ettiği ile evlenilir. Kızın sevdiği delikanlı da evlenir, sevdiği hanımı devamlı görebilmek için onun evinin tam karşısındaki bir eve, eşi ile birlikte yerleşir. Arkadaşımın babaannesi, kocasına karşı hiçbir vazifesini ihmal etmez, ama kocasına bir kez bile onu sevdiğini söylemez. Bir sürü çocukları da olur bu arada… Babaannesi, karşı komşusu hanımla da çok iyi geçinir, eski sevdiğinin eşi olduğu hâlde... Babaanne, bir gün bile başını kaldırıp sevdiğine bakmaz, tek kelime konuşmaz.
Böyle hikâyeler hiç az değil; evli olduğu hâlde gönlünde bir başkası olanlar… Ahlâkî midir, değil midir sorulabilir. Fakültede Tefsir hocamız, vakti zamanında âlimlerin, heves eder de kocalarını aldatırlar diye Yusuf Sûresi’ni kadınların okumasını yasakladıklarını anlatmıştı. Yasaklamakla ellerine hiçbir şeyin geçmediği muhakkak… Nisâ Sûresi 25. ayeti kerimede:
“İçinizden, îmanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimse, ellerinizin altında bulunan îmanlı genç kızlarınız (sayılan) câriyelerinizden alsın. Allah sizin îmanınızı daha iyi bilmektedir. Hep aynı köktensiniz (insanlık bakımından aranızda fark yoktur). Öyle ise iffetli yaşamaları, zina etmemeleri ve gizli dost da tutmamaları şartı ve sahiplerinin izni ile onları (câriyeleri) nikâhlayıp alın, mehirlerini de normal miktarda verin. Evlendikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı (uygulanır). Bu (câriye ile evlenme izni), içinizden günaha düşmekten korkanlar içindir. Sabretmeniz ise, sizin için daha hayırlıdır. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”
Câriyelere -evlendikten sonra- gizli dost tutmamaları şartı getiren yüce Mevlâmız, hür kadınların “gizli dost” tutmalarına aslâ râzı olmaz.
Görev yaptığım illerden birinde, genç bir hanım, vaaz sonrası özel konuşma talep etti. Evli ve iki oğlu vardı. Eşinin kendisiyle, istemeden, anne-baba zoru ile evlendiğini sonradan öğrenmişti. Eşi, lisede iken arkadaşına âşık olmuş, evlenmelerine izin verilmediği için gönülsüz bir başkası ile evlenmiş, ama sevdiği kız da evlenip başka şehre gittiği hâlde irtibatı hiç kesmemişlerdi. Hâlâ telefonla görüşüyorlardı. Hanım, kocasının kendisine ilgisizliğinden, ufacık bir olay olunca:
“-İstediğin şeyi yapabilirsin, istersen ayrılabiliriz.” demesinden üzüntü duyuyor, geleceklerine dair ümitsizliğe kapılıyordu. Hanım, eşine nasıl davranırsa davransın, eşinin eski sevdiği ile görüşmesi sonlanmadı.
Çünkü ciddî mânâda seveceğimiz kişilerde Allah Teâlâ’nın tasarrufu vardır. Enfâl Sûresi, 63. âyet-i kerîmede: “Allah onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönlerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü o mutlak gâliptir, hikmet sahibidir.”
Hazret-i Mevlânâ Mesnevîsinde:
“Aşk, Allâh’ın sıfatlarındandır. Âşık olup da tevbe edebilmek, sabredebilmek imkânsız bir şeydir. Çünkü tevbe bir kurtcağızdır. Aşk ise bir ejderha gibidir. Tevbe halkın sıfatı olduğu için, aşkın karşısında çaresizdir. Âşık olana, tevbe de, sabretmek de imkânsız görünür. Allah’tan başkasına âşık olunur, lâkin bu geçici bir hevestir. Mecâzî aşk dıştan süslüdür. Dışı nûrlu, güzel görünür, içi dumanla doludur. Nûr gitti de duman meydana çıktı mı, mecâzî aşk solar, donuverir.”
Bu açıklamalar Mesnevî’de, Bilâl-i Habeşî Hazretlerinin Müslüman olduktan sonra ilâhî aşkın coşkusu ile:
“-Allah birdir.” diye feryat ederek ağlaması üzerine Yahudi sahibi tarafından dikenli teller ile dövülmesi hadisesi anlatılırken yapılmıştır. Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Bilâl’i tenhada gördükçe:
“-Allah gizli şeyleri bilir, itikadını gizle, kendi ellerinle kendini tehlikeye atma, tevbe et!” diye nasihat ederdi.
Hazret-i Bilâl de tevbe ederdi, ama aşkın coşkusu ile nasihati de, tövbeyi de unutur yine imanını haykırırdı. Nasihat kâr etmedi, ettiği tevbeleri de defaatle bozdu, tövbeden de usandı. Yahudi’nin elinde vücudu delik deşik olmuştu. Bilâl’e nasihat kâr etmediği için satın alıp, âzât etmekten başka kurtuluşu yoktu. Çünkü aşk, ejderha kadar büyük ve güçlü iken tevbe kurtçuk gibi idi. Ne tövbe, ne sabır, aşkın yanında neredeyse hükümsüzdü.
* * *
Aşk, Allâh’ın sıfatıdır, aslâ kulun sıfatı olamaz. O zaman bundan kaçış yok ve Allâh’ın takdir ettiği oluyorsa, kul çaresiz midir, âciz midir? Bütün bunlar çaresizliği anlatmak için değildir. Bilakis boş yere gözü harama düşürmemek, önceden kul aşkının sonunun nasıl bittiğini gösterip kula baştan mecâzî aşklar için tedbir aldırmak tavsiye edilir. O sebepledir ki, âşık olduktan sonrası ile değil, âşık olmadan öncesi ile ilgilenir, bizim dinimiz… Ateş bacayı sardı mı, zarar görmeden kurtulmak mümkün değildir çünkü... Kula buna inanmak, gönlünü onun ya da bunun sevgisi ile meşgul edip de suyu yokuş yukarı çekmeye çalışmamak düşer. Kişiler birbirlerine her ne kadar âşık olsalar dahî her aşk, evlilikle bitmez. O zaman gönlü temiz tutmak en güzeli… Kadınlı-erkekli oturmamak, gözleri haramdan korumak, çalıştığımız işyerlerinde bir hanımla ya da beyle odada tek başına kalmamak için gayret etmek, dikkat çekici şûh gülüşlerden uzak durmak, konuşurken sesi cilvelendirmek, aşk derdine düşmemek, gayr-ı meşrû ilişkilerden uzak durabilmek için alınması gerekli tedbirler dairesindendir. Bunlar öncelikle dikkat edilmesi gerekli hassasiyetlerdendir.
Evli ya da bekâr, dindar ya da değil, herkes temiz, mâsum aşk filmlerini sever ve gerçekmiş gibi gözyaşı döker. Çünkü Allah kullarının fıtratına aşka hayran olma, sevginin mübtelâsı olma özelliği yerleştirmiştir. Kul aşkının her türlüsü imtihandır. Eşlere duyulan bile… İnsanların eşlerine duydukları aşkı, Allah aşkına yönlendirilmesi gerekir, çünkü kişi en çok sevdiği ile imtihan olur. Çünkü aşk, Allâh’a tahsis edilmelidir.
Her türlü ihtimam gösterildiği hâlde kul, gayr-ı meşrû bir aşk ile imtihan olunacak olursa, aşkını izhar etmemelidir. Gerekirse böyle bir aşkı, kendinden bile saklar. Nasıl şeker hastası tatlı yiyemiyor, perhiz yapıyorsa, o da perhiz yapar; sevgisinin büyüklüğünden akıl almaz yanlışlara düşmemek için iradesini çelik gibi tutmaya çalışır. Bu mümkün müdür? Bu çok zor bir imtihandır, kalbe giren bir kişinin, o kalpten çıkması da kulun tasarrufunda değildir. Unuttum zanneder, ama yeniden depreşir ya da hiç göremese de aklından çıkaramaz. Akıldan çıkarmak için isterse yüz metot denesin, dili başka söylese de gönlü onu inkâr eder. Bundan şu anlaşılıyor: Cenâb-ı Hakk’ın yardımı olmadan, kişi, bu dertten kurtulamaz.
Mesnevî’de Hazret-i Mevlânâ, bir gencin gözyaşları ile inlemesini anlatır. Genç bir şeyhe gelmiş, ağlayıp sızlayıp medet istemektedir:
“-Görünmez zincirlerle sımsıkı bağlandım, çözemiyorum, bu esâretten kurtulamıyorum. Kurtulayım diyor, binlerce yemin ediyorum, ama olmuyor.”
Genç, olmaz bir aşkın içindedir;, olmazı olduramadığı hâlde kalbini bu dertten arındıramadığı, kurtaramadığı için perişandır. Ne bir başkasını sevebilmekte, ne de evlenebilmektedir. Doğrusu bu görünmez esâret, esâretlerin en büyüğü…
“-Bu zincirleri kırın ve beni kurtarın!” diye yalvarır.
Şeyh Gâlib’in Hüsn-i Aşk’ı, Fuzûlî’nin Leylâ vü Mecnûn’u çok dikkatli okunmalı... İki büyük sûfî şâir, kul aşkına kafa yorup, neler yazmışlar. Sâmiha Ayverdi’nin romanlarının çoğunda, olmaz bir aşkın âşığı düşürdüğü hâller, olması gerekenler ve yapılmaması gerekenler anlatılır. Faziletli bir aşkın, kulun nasıl mânevî kazancı olduğu anlatılmaktadır.
Demek ki, kişinin gönlünde nice olmazlara dair sevgi, aşk olabilir, kul bunu dillendirmedikçe, fiiliyata geçirmedikçe, kalbindeki duygulardan mesûl değildir. Kalplerin tasarrufu, Yüce Allâh’ın elindedir. Yani o genç hanımın sorduğu gibi Züleyhâ, Yûsuf -aleyhisselâm-’a âşık olabilir, ama evli olan Züleyhâ, Yusuf’a duyduğu aşkı izhar ettiği an günah başlar. Şeyh Efendi, o gence Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e sımsıkı sarılmasını, onun bu derdine sadece Peygamber Efendimizin derman olabileceğini söyler. Olmaz aşk çekenlerin salavatlara sığınması, gönle büyük tesellî verir.
Durum bu kadar tehlikeli ise, kullara kor ateşten daha tehlikeli olan mecâzî aşkı ,elle tutmamak için gayret etmek düşer. Çünkü kul aşkı, mutlaka eli yakar, kişi kendisini kurtaramaz. O sebepledir ki, Kur’ân aşktan önceki dönem ile ilgilenir, o kısma ehemmiyet verir ve:
“-Yaklaşmayın!” der. “Zinaya yaklaşmayın!” Çünkü ona yaklaşıp da yanmayan olmadı.
* * *
Evli insanların, evlendikten sonra bir başkasına âşık olması tasvip edilmez, ama aslâ o insanları kınamak da olmaz. Duâ edip, Allâh’ın yardımını dilemek, en doğrusudur. Kınayıp büyük söz söylemek, o imtihana müptelâ olmaktan başka sonuç doğurmaz.
Nasıl Ramazan ayında, sırf Allah rızası için imsâktan sahura kadar hiçbir şey yemeyerek büyük sevap alıyorsak, “büyük bir aşk derdine düşüp de âşık olunan kişiden uzak durmaya çalışma orucu tutan” da büyük sevap alır. Katlanılan bir aşk, ya da süflî fiile dökülmeyen bir aşk, kişiyi mânevî basamaklarda yükseltir.
Aşk, çok büyük bir olay, süflî olanı en tehlikelisi… İnternetle olsun, iş yerinde olsun, her nerede kişiyi bulursa bulsun, kişinin o mevkiyi, o mahalli terk etmesi, çokça duâ etmesi gerekir. Allah, hepimizi olmazlara sevdalanmaktan muhafaza eylesin. Bizleri kaldıramayacağımız aşklarla imtihan edip de günahın kucağına düşürmesin. Allah -celle celâlüh- elimizi bir an olsun bırakmasın. Gizli aşk derdi çekenlerin yardımcısı olsun, aşk batağına düşüp de günah işleyen kişilere bol bol tevbe edebilmeyi nasip etsin.
YORUMLAR