“Çocuğu olan, onunla çocuklaşsın.”
(Deylemî, III, 513)
Bu yazıyı çocukluğunda bol oyun oynamış, tâbiri câizse sokağın tozunu attırmış, hâlâ oynamaya devam eden bir kimse olarak yazıyorum… Size ince ve kaba motor becerilerinden, zihnî gelişimden, oyunun psiko-sosyal faydalarından bahsetmeyeceğim… Bizzat hayatın içinden nakledeceğim, hepimizin anlayacağı dilden…
Yapılan arkeolojik kazılarda eski medeniyetlerde çocukların oynadığı oyuncaklara rastlanmış olması, oyunun fıtrî olduğunun en büyük delilidir aslında... İnsanoğlu, bebeklikten başlayarak oyun oynamaya meyilli değil midir? Bir bebeğe ellerinizi yüzünüze kapatıp açarak “Ceee!” dediğinizi düşünün; nasıl güler ve neşelenir. Sonra onu kollarınıza alır, hoplatırsınız, önce korkar, sonra heyecan duyar, tekrarını ister. Büyüyüp oturmaya başlar, emekler, yürür hep bir oyun ve oyuncak ihtiyacı hisseder.
İhtiyaçtır oyun… Tıpkı yeme, içme, gülme, ağlama, nefes alma gibi bir ihtiyaçtır. Çocuk, gelişim gösterip dünyayı ve insanları keşfetmeye başladıkça bakış açısı gelişir, oyunları çeşitlenir, istekleri ve farkındalıkları artar. Çocuğun ihtiyacı deyince aklımıza ilk sıralarda neler gelir? Karnı doyuyor mu, sağlıklı besleniyor mu, mutlu mu, huzurlu mu, tedirgin mi, güvende mi, sıhhati yerinde mi, yüzü gülüyor mu?… Ebeveynlerin çocukları ile ilgili endişeleri, aşağı yukarı bu konular çerçevesinde yer bulur. Aslında çocuğun karnının doyması onun için nasıl bir ihtiyaç, ebeveyn için de endişe ise, “Bugün çocuğum yeterince ve sağlıklı oyun oynadı mı, çocuğum oyuna doydu mu?” sorusu da ebeveynler için o kadar endişe sebebi olmalıdır. Yani çocuğun eğlenmek, mutlu olmak, vaktini güzel geçirmek için yaptığı faaliyettir oyun...
Yalnız çocuğun değil, yetişkinlerin de rahatlamak, kafa dağıtmak, stres atmak, vakit geçirmek gibi sebepler öne sürerek yaptığı faaliyettir aynı zamanda... Uzun kış akşamları, âilece oynanan oyunlar, bazı kâğıt ve kutu oyunları, hem bir arada olmanın mutluluğunu hem de güzel ve kaliteli vakit geçirmenin huzurunu verir insana. Tasvip etmesek de kahvehânelerde sabahtan akşama oyun oynayan yetişkinleri de unutmayalım…
Oyuncak Seçimi
Çocuğun oynaması için illâ oyuncak mı alınmalıdır? Pahalı, lisanslı, marka oyuncaklar çocuğa ne kazandırır? Anne-babanın çocuğuyla oyun oynamaya yeteri kadar vakti var mıdır? Vakit buldu diyelim, peki tahammülü var mıdır? Şimdi bu sorulara cevap arayalım:
Anne-baba olmak, sadece çocuk sahibi olmak değildir. Ki, zaten çocuğun sahibi de anne-baba değildir. Anne-baba olmak, bir ömür, yavrusunu “gütmektir”. Evlâdının hayatındaki her aşamaya rehberlik etmek, onun sırtını sıvazlamak, ona arka çıkmak, yön vermektir.
Ebeveynler olarak çocuklarımıza ayırdığımız vakit, onların yaş ve eğitim seviyelerine göre değişiklik gösterecektir. Okul öncesi çocuk ile ortaokul çocuğu ebeveynden aynı ilgiyi beklemez. Çocuklar, kendileri ile 24 saat oyun oynansa, 1 saat oynamış gibi hissederler. Oyuna doymazlar. Çünkü oyun, çocuğun işidir. Zaman su gibi aksa da hissetmezler. Onların bu en temel ihtiyacını yaratılışına, mizacına uygun oyunlarla gidermek, “birlikte” ve “vasıflı” zaman geçirmek çok mühimdir.
Sosyal medyadaki anneleri takip ederek:
“-Ben çocuğuma yetemiyorum, oyun bilmiyorum, oynatamıyorum…” vesvesesine kapılan anneler, çevremizde ne kadar çok öyle değil mi? Oysa ki, çocuğumuzun yanına yaklaşıp gıdıklamak, ona yastık atmak, hafifçe dokunup onu ebeleyerek oyun başlatmak, onunla yağmurda yürümek, ıslanmak, kardan adam yapmak, ona kartopu atmak, bahçede çamur oynamak, hattâ Allah Rasûlü’nün -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sünneti üzere ağzına su alıp ona püskürtmek, hiç de zor değil…
İnsan isterse sırf el ve parmaklarla bile onlarca oyun üretebilir. Elim sende, ebelemece, taş-kâğıt-makas, parmak oyunları, ellerle gölge yapma oyunu, sayışmaca, ellerle ritm çalışmaları… Bunlar ilk akla gelenler… Biz yetişkinler, çocuğa bir adım yaklaşınca onlar tertemiz duygu, düşünce ve fikir dünyaları ile birçok oyun üretirler. Bize de yol gösterirler.
Deniz ya da göl kıyısından taş toplamak, parklardan at kestanesi, yaprak, kozalak toplamak, bunlar bizim için bedava şeyler... Ve inanın, çocuklar bunları lisanslı ürünlerden daha çok severler… Bunlarla bir süre oynarlar, sonra bunları boyar, kurutur, hattâ bunlardan süs eşyası bile yapabilirler. Yeter ki hayal dünyası sönmüş olmasın.
Ebeveynlere tavsiyem, bir oyun kutunuz olsun: Taşlar, ağaç dalları, yapraklar, kozalaklar… Tabiatta bulduğunuz her şey; boyamak, şekiller, resimler yapmak, oyun üretmek, dekoratif eşyalar hazırlamak için bulunmaz birer malzemedir. Aynı zamanda bu kutuda “artık” materyaller biriktirin. Hattâ çocuğunuza malzeme verin, kutuyu boyasın, süslesin, muhafaza etsin.
Kimi annelerin en zayıf noktası, “Ortalık dağılmasın!” düşüncesi ile çocukların üreticiliğine izin vermemek oluyor. Bunun yerine çocuklara alan açılmalı, masa, sehpa, ayaklı yer sofrası, sofra kâğıdı, gazete gibi seçenekler sunularak çocuğumuzun üretimine katkı sağlamalıyız. İşin püf noktası, çocuğumuza sınırsız bir hürriyet vermemek, yaptığı faaliyeti tamamlayınca ortalığı toplama sorumluluğunun kendisinde olduğunu ona bildirmek ve bunu yaptığında onu takdir/taltif edip yüreklendirmektir.
Çocuklara oyuncakların hepsini bir defada vermeyin. Çocuk, bazı oyuncaklarını özlesin. Onlarla şu an oynadıklarını zaman zaman yer değiştirin. Bu hem dikkat dağınıklığının önüne geçer, hem de çocuğunuz sürekli aynı şeylerle oynamaktan sıkılmaz.
Unutmayalım, çocuklara bol oyuncak almak, iyi ebeveyn olmak demek değildir. Çocuk oyuncağı değil, ebeveynle geçirilen vasıflı vakitleri ister. İhtiyacı doyurulmayan çocuk mutsuz olur, huzursuz olur, dikkat çekmek için çeşitli yaramazlıklar yapar. Fazla oyuncak almak, çocukları dikkat dağınıklığına, doyumsuzluğa, elindeki ile yetinmemeye ve aşırı tüketime götürür. Yoğun iş temposu altında ezilen ve evlâdına yeterli vakit ayıramayan ebeveynler, oyuncakları bir kurtarıcı olarak görür. Oysa ki onlara bir yarım saat bile ayırmak, bizim hem dinî, hem de âilevî mesûliyetimizdir.
Akşam anneler, sofrayı kurarken çocuklar babaları ile saklambaç, körebe, yerden yüksek, ebe tura gibi oyunlar oynayabilirler. Bu, çocuklar için bulunmaz neşe kaynağıdır. Tabiî bu noktada komşu hakkını da gözetmek gerekir. Gürültülü oyunlar, komşulara rahatsızlık verecekse kutu oyunları imdada yetişir. Son yıllarda revaçta olan akıl ve zeka oyunlarına yeni nesiller daha çok meyillidir. Hatta size oyun bile öğretebilirler. Pratik düşünme ve analiz becerileri, strateji belirleme yönünde bu oyunlardan bolca istifade edilebilir.
Çocuklarınız için evde alan açın: Büyükşehirlerde evlerin metrekaresi mâlum olsa da eşyalarımızı ve evimizin dekorunu çocuklarımıza göre düşünmeliyiz. Aldığım seminerde oyun tasarımı hocasına evimizde kaydırak, salıncak, tırmanma ağı, barfiks olduğundan bahsetmiştim. Hoca şaşırdı:
“-Hocam, siz nerede yaşıyorsunuz?” deyiverdi.
Evimize gelen çocuk misafirlerin evlerine dönmeye direnmeleri, misafirlikleri süresince annelerinin yanına fazla uğramamaları, hele ki ellerine telefon-tablet alıp oyuna dalıyor olmamaları, bizim şükür sebebimiz… Evlerimizde kırk yılın başı gelecek misafirlerimizi düşünürken çocuklarımıza ayırdığımız mekânlar, baza, ranza, dolap, kitaplık gibi mobilya takımından ibaret sayılır oldu. Çocuk babasıyla futbol oynamak isteyince evin hanımı çığlık çığlığa:
“-Cam kırılır, dantel bozulur, toz kalkar!” endişesi sürekli peşimizde…
Biz de kolayına kaçtık; çocukların ellerine tableti, telefonu, oyun konsolunu, çizgi film kanallarını verdik. Elektronik bakıcı çocuğa bakarken biz işimize baktık. Çocuğumuz uslu uslu bol internetli oyunları oynadı, âniden ekrana çıkan sapkın, bozuk reklamları izledi, telefonumuza akla hayale gelmeyecek uygulamalar yükledi, virüslerle dolup taştı bilgisayarlarımız…
Sonra yakınır olduk:
“-Bu çocuk lâftan anlamıyor, çok dikkatsiz, çok tembel, vurdumduymaz, duyarsız, ibadete meyilsiz, robot gibi…”
Ardı arkası kesilmeyen yakınmalar başladı. “Sebep ne ola ki?” diyerek psikologların kapısını çaldık. Acıkınca yavrusunu yiyip, sonra gözyaşı döken timsahın durumunu andırır oldu hâlimiz... Adına “Z Kuşağı” denilen nesil, oyun oynamayı, oyun kurmayı, akranlarıyla kaynaşmayı, ebeveynlerden ya da yetişkinlerden bekliyor. Kendisi bir oyun kurmuyor ya da kuramıyor yahut oyunu devam ettiremiyor.
Eskiden annesinin dizinin dibinde oturan, annesinin gözünden, bir bakışından anlayan çocuklar, yine annesinin dizinin dibinden ayrılmıyor. Ama telefonun hatırına. Anne telefonu verince çocuk diğer odaya geçip oyuna dalıyor. İngilizcede adına “game” denilen dijital oyunlara… Oysa bize game değil, play lâzım… Hareket lazım… Eğlence lazım.
Son yıllarda büyük revaç bulan stem, robotik tasarım, kodlama gibi uygulamalar tamamen çocukların üreticiliklerini ortaya çıkarıp geliştirme gayesini taşıyor. Bunlar dijital ortamda yer bulan uygulamalar olsa da evde de yapabileceğimiz onlarca faaliyet var. Çocuğumuz illâ ekran karşısına geçecekse, stem ve kodlama çalışmaları yapabilir.
Elektronik Bakıcılar
Bir akraba ziyaretinde okul öncesi ve ilkokul çocuklarından oluşan bir grupla beraberdik. Anneler istiyordu ki, hazır bir araya gelmişken rahat bir çay içeyim, iki lâfın belini kırayım, içimi döküp rahatlayayım… Çocuklar bir oraya bir buraya koşturuyor, hava soğuk, apartmanda dört duvar arasında dışarı çıkamıyorlar…
Ev sahibi belli etmese de tedirgin, alt katta oturan bir komşu var neticede… Çocukları toplayıp bir oyun kurdum, diğer odaya gönderdim. Bir süre sonra mızıkçılık yapanlar, oyunu bırakanlar oldu, yeni bir oyun daha kurdum, yine gönderdim. Bir süre idare ettiler. Çözülmeler başladı. Çözülenler annesine yaklaşıp telefonu kapıp bir kenarda sessizce ekrana daldı. Bu kez benim çocuklarım da benden aynı davranışı istediler, ben yapmadım, kıyasladılar:
“-Ama onların anneleri…” diye başlayan cümleler kurdular.
Çocuklarımı biraz oyalayıp onlara eve dönme zamanını bildirdim ve oradan ayrıldık. O günden sonra bu tabloyu çok gördüm. “Annem nasılsa misafirlerin yanında bana kızamaz, ısrarıma dayanamaz!” düşüncesi ile annelerin yanından ayrılmayan çocuklar ile, “Verip kurtulayım, yoksa bana eziyet edecek!” düşüncesindeki anneler… Bu tabloya ne kadar âşinâyız değil mi? Anneleri çay-pasta-sohbet peşindeyken, çocuklara dijital emzikler verilip susturuluyor. Telefonu ver, kurtul…
İşin ilginç tarafı, çocuklar fizikî oyunlara odaklanamıyor, birbiriyle anlaşmada, sıra beklemede, yenilgi yaşama konusunda problemleri var. Oysa ki, grup oyunları ve kurallı oyunlar, çocuğa özetle “hayatı” öğretir. Yenilgi karşısında sabredip azmetmeyi, başarı durumunda kendini kontrol etmeyi, oyunda huysuzluk yapan, problem çıkaran arkadaşını idare etmeyi, yönetmeyi, yönlendirmeyi, güzel vakit geçirmeyi, kurallara uymayı, saygıyı, grup ve takım çalışmasını çocuk oyunla öğrenir.
Günümüzde kentleşme ile çocukların oyun alanlarının daraldığı, dört duvar, apartman, taş yığınları arasında sıkıştıkları bir gerçektir. Fakat ona bisiklet ya da paten almak, bir topunun olması, bir atlama ipinin olması çocuğumuzu tabiata, açık alanlara çıkarmak, onun sosyalleşmesi için birer vesîledir.
Günümüzde oyuncak piyasası oluk gibi para yutmaktadır. El kadar oyuncak bebekler, yüzlerce liraya satılmakta, kadın figürü ile üretilmiş Barbi’ler neredeyse her kız çocuğunun vazgeçilmezleri olmakta, fast food zincirleri yemek menüsünde lisanslı oyuncak dağıtmakta, yavruların mideleri kadar beyin ve ruhları da zehirlenmektedir.
Bunun yanında zehir akıtan bir diğer sektör, dijital oyun piyasasıdır. Yalnız çocuklar değil; gençler, yetişkinler, hattâ anne-babalar bu dijital oyun çarkının içinde dönmektedir. Kendimize bir soralım: Telefonumda, tabletimde ya da bilgisayarımda dijital oyun var mı? Varsa bunu kim için yükledim? Çocuğum içinse, bir denetimden geçirdim mi, çocuğum bu oyunla ne kadar vakit harcıyor, oyun onun duygu ve düşünce dünyasına neler katıyor? Oyunun kontrolü kimde? Ebeveyn denetimi var mı?
Kendim için yüklediysem, oyunun bana faydası nedir, atladığım level’ler, kazandığım puanlar bana âhirette ne kadar yardımcı olabilir? Vakit nîmetinden sorulduğum zaman, cevabımı nasıl vereceğim? Oyuna dalıp ibadetimi ihmal ediyorsam huzursuzluğum daha da artacaktır, bunu bir düşünmeliyim.
İbadet ve Oyun
Unutmayalım, hepimiz birer çobanız ve güttüğümüz sürüden mes’ûlüz… Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- cemaate namaz kıldırırken yanına gelen, omzuna ve sırtına çıkan kız torununu aslâ incitmemiş, onu bir kenara indirip rükû-secde yapmış, sonra kucağına alıp namaza devam etmiştir. Selâm verince:
“-Âh be yavrum, izin ver de namazını bitirsin deden!” dememiş, kucaklayıp bağrına basmış, ashâbına mükemmel bir fiilî örneklik teşkil etmiştir.
Ya bizler? Ramazan ayında teravihte camiden kovulan o kadar çocuk var ki… Çocuğun orayı bir oyun ve eğlence mekânı olarak görmesi, o kadar normal ki… Camide koşması, minbere çıkması, saklambaç oynaması, merak etmesi, hattâ tesbihleri avizelere fırlatması… O kadar normal ki… Hattâ bunların olması o kadar sevindirici ki… Çünkü çocuk ibadeti oyun gibi görür. Bizim ibadet esnasında hareket etmememiz, sessiz olmamız onun ilgisini çeker. Bizi hareket ettirmeye çalışır.
Ramazan ayında teravihte 4 yaşındaki oğlum, namaz süresince hanımlar mahfilindeki lambaları yakıp söndürdü. Namaz sonunda selâm verdiğimde öfkeli bakışlarla “cık cık” çeken teyzelerle göz göze geldim. Bunu yapanın gündüz kendilerine mukâbele okuyan, sohbet eden, “Çocuklara kızmayın!” diye tembihlerde bulunan hocahanımın çocuğu olduğunu görüp sustular. Evet, ben de tedirgin oldum, çünkü toplum buna hazır değil. Çocukluysan namaza gelme, ya da çocuğunu câmiye getirme! Bakış açısı bu maalesef.
Çocuğumu kolundan tutup koridora çıkarmış olmamı da unutmuyorum. Ertesi gün mukâbelede, bu davranışımdan dolayı beni tebrik eden zihniyeti ve câmi ile çocuk arasına giren nice yetişkinleri Allah Rasûlü’nün çocuklarla oynadığı oyunları okumaya dâvet ediyorum. İşte o oyunlardan bazıları:
Binicilik: Efendimiz binek olur, torunları Hasan ve Hüseyin -radıyallâhu anhümâ- üzerine binerlerdi. Bazen de onları devesinin üzerine bindirirdi.
Güreşmek, atıcılık, koşma yarışı, ödüllü koşu, saklambaç, ağzına su alıp püskürtme, kovalamaca… Peygamber Efendimiz’in çocuklarla oynadığı oyunlarla alâkalı olarak daha geniş bilgi edinmek isteyenler Musa Mert’in kaleme aldığı “Peygamberimizin Çocuklarla Oynadığı Oyunlar”[1] kitabına bakabilirler.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- oyunlarıyla da bize hem kavlî, hem fiilî örnek olmuş zaten… Başka söze ne hâcet…
[1] Kayalıpark Çocuk Yayınları, 2017, Konya.
YORUMLAR