Şehri şöyle bir temâşâ edince, ışık yanan her evde ayrı bir hayatın olduğunu anlıyor insan... Her hayatta da farklı yüzler, acılar ve sevinçler...
İnsan yaşarken yalnızca kendisi varmış zannediyor bu koca dünyada. Yalnızca kendi yaşadıkları, kendi sevinçleri ve acıları... Oysa başını pencereden uzatıp baksa, ışık yanan her evde ayrı bir hayat senaryosu yaşandığını görüyor.
Kimi evden kahkahalar yükseliyor, kimi evden öfke çığlıkları... Kimi evinde huzur arıyor, kimi de bu huzurdan kaçıyor. Biri zenginlik peşindeyken diğeri servetinden kaçıyor. Musibet gelip dayanınca kimi kapılar acı acı çalar, öyle ki kara topraktan başka kucak açanı olmayan kimsenin umutsuzluğuna dert katarcasına! Bir zorluk arkasından başka bir zorluk başlar.
Oysa çok bilinmeyenli bir denklem gibi, hayatın ağlayan yüzünde nice hayırlar gizlidir. Kırmızı, sarı, yeşil; yanıp sönen ışıklar gibi değişen renkler vardır dünyada… Kahır sûretinde rahmet, hayır sûretinde zillet gizlidir. Görebilene, okuyabilene, hayat ilâhî bir dershanedir.
Bastığımız toprak, altına sığındığımız bir ağaç, bizi derinliklerinde saklayan gökyüzü, gurûba kayan Güneş, semâdan ışıyan her bir yıldız şâhit bu hayatlara... Birbirine geçmiş halkaların bir nizam üzere birleşip bir zinciri oluşturması gibi hayat... Yerin derinliklerindeki bir zerre, uzayın kuytularındaki bir yıldız da o zincirin birer halkası.
Herkes ve her şey birbirinden ayrı hayatlar yaşıyor. Toprağı yarıp çıkan bir filiz, ağaç olacak her tohum, kendi başına bir hayat yaşıyor. Fakat öyle bir nizam ki, hepsi aynı zincirin halkası… Her şey bütünün parçası, bir sonraki zinciri bütüne bağlayan vesîle oluyor. Kurtçuğu elmaya musallat eden Hâkim-i Mutlak, her insanın hayatına da farklı imtihan vesîleleri koyuyor. Bir kuluna güç verse, kul da bunu zulme sarf etse, kul için bu güç hem kendi imtihanı, hem de onun eliyle zulme uğrayan mazlûmun imtihan vesîlesi oluyor. Zincirin diğer halkası yani...
Herkes deneniyor dünya sathında... Ve ışık yanan her evde ya da ışığı olmayan bir kuytuda yaşayan her insan, Rabbinin huzurunda bir kul aslında…
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır...” (el-Mülk, 2)
Pazar tezgahından müşterisine seslenen esnaf, denize ağını atmış, nasibine düşecek balığı bekleyen balıkçı, yemek yetiştirme telâşıyla koşuşturan her anne, emekleme gayretiyle dünyaya tutunan her bebek, titreyen elleriyle bardağa uzanan yaşlı insan, o an ve zaman düzlemindeki bütün anlarda kendisine şah damarından daha yakın olan Rabbinin huzurunda aslında... Ve aldığı her nefeste kul olarak deneniyor, “hayat-ı müsteâr”ında, yani kendisine ödünç verilmiş dünya hayatında… Rabbimiz bu hakikati, bir âyet-i kerîmede şöyle beyân buyuruyor:
“Bizim sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin Bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115)
Hiç önemsemeden yanından geçtiğimiz her insan, Rabbinin huzurunda bir kul aslında… “O’na rûhumdan üflediğim zaman…” (el-Hicr, 29) sırrına mazhar bir kenz-i mahfî (gizli hazine)... Kendi sırrında bir âyet…
Firavun da bir mâsumiyetle açmıştı gözlerini bu dünyaya… O da ana kucağında sevimli bir bebekti. Kul olarak yaratılmıştı o da… Fakat Firavun kulluğunu zillet bildi. Kendisinden sonra gelecek her zâlime ilham olacak kanlı bir tarih yazdı. O ve onun gibi her bir zâlim, insanlığa öfke ve kahır kusarken de birer kuldu aslında... Hakikatin nurlu çehresi, işlediklerine karşılık kapalıydı onlara.
Âdem -aleyhisselâm- yasak elmaya uzanırken kıyâmete kadar yaşanacak her bir an, alınan her bir nefes Rabbu’l-Âlemîn’e mâlumdu. O, Âdem -aleyhisselâm- ve Havva Vâlidemizi görüp bildiği gibi zaman düzlemindeki geçmiş gelecek her ânı hakkıyla bilendir. Gafletle savrulduğumuz her anda, bize şah damarımızdan yakın olandır. “…Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir. Her şeyden haberdardır.” (el-En’âm, 73)
“Allâh’ın sırrını da, fısıltılarını da bildiğini ve gaybları çok iyi bilen olduğunu hâlâ anlamadılar mı?” (et-Tevbe, 78)
Alışveriş sarhoşluğuyla başı dönmüş, koşuşturan insanlar, o an Rabbinin huzurunda aslında...
Yaratılış gayesinin dışında her şey merak sahasına giren insan, aslında bir kul Rabbinin huzurunda… Ekranların meşhurlarına gönül kaptırmış, hayatlarını adım adım takip eden insan, unutup gittiği o kutlu, o en meşhur Peygamber’in ümmeti esasında...
Bâtıl dâvâsı uğruna dağa çıkmış, silah kuşanmış her bir genç, yazın sahillere dolup taşan, doyasıya bu dünyanın tadını çıkaran (!) her insan, Rabbinin huzurunda bir kul aslında... İçki şişesini, dünyanın çivisi zanneden, ağzı günah kokan her sarhoş, esasında bir kuldur Rabbinin huzurunda…
Sokakların lambaları uzanırken geceye, kimi evler de vardır ki, içinde zaman zincirini kıran kulluklar yaşanır. Sona doğru koşarcasına giden zamana inat, sonsuzu bulan dervişler vardır. Onların gönülleri, mazlumların sığındığı bir dergâh gibidir. Gözlerinden gümrah ırmaklar akar, ümit dağıtır yaslı yüreklere... Damarlarından akan kanları, bütün ümmetin bedeninde dolaşıyormuş gibi kardeşlik hisleriyle doludur. Kul makamında, Kâdir-i Mutlak olana tevâzuyla boyun eğerler. Dünyadan zincirlerini koparmış, dil-zinde (gönlü diri), ruhları şâha kalkmış bir hâlde, ellerini semâya açarlar. Dünya coğrafyasındaki her bir günaha ağlarlar.
Duâ, yakarış ve gözyaşları ile bir sarhoşun şişesi kırılır, gönlünde nedâmet çiçekleri açar.
Türlü vaatlerle kandırılarak terör örgütünün ağına düşmüş bir gencin fıtratındaki inanç tohumu yeşerir, silahı yere düşer.
Arakan’da yalınayak, karnı aç, yavrusunun gözlerine umutsuzca bakan bir babanın kapısı çalınır. Cömert bir yardım eli uzanır, derviş gönüllünün duâsıyla.
Tertemiz âilesini terk edip giden kocasının ardından, gözyaşını hasretini sakladığı geceler sabaha döner, evi şenlenir annenin... Mâsumların yüzü güler.
Bu dünyada ışık yanan her evde ayrı bir hayat yaşanır. Yalnızca yıldızların aydınlattığı kuytularda da ayrı bir hayat… Başı ve sonu olmayan bir âleme dönmeyi beklerken zaman, insan, Rabbinin huzurunda kul olarak imtihandadır.
YORUMLAR