Allah Teâlâ, insanı imtihan etmek için, yeryüzünde bazı şeyleri helâl, bazı şeyleri de haram kılmıştır. Bu sebeple insanoğlunun en başta gelen vazifelerinden biri de; helâl sınırlar içinde yaşamak, helâl kazanmak ve helâl yolda harcamaktır.
Rahmet sahibi olan Rabbimiz, helâl ve haramı bildirmekle kalmamış, helâl sınırlarını, harama göre daha geniş tutarak harama ihtiyaç duyma veya mecbur kalma gibi ihtimalleri de ortadan kaldırmıştır. Böylece insan, imtihan dünyasında emir ve yasaklara dikkat ederek, inşâallâh, dünya ve âhiret saâdetine kavuşacaktır.
İslâmiyet, insana helâl kazançla birlikte “helâl lokma”yı da tavsiye eder. Ancak helâl lokma kaygısı, günümüzde neredeyse önemini yitirmiş olup “Üzümünü ye, bağını sorma!..” ifadesi şimdilerde müslümanlar tarafından da kullanılır hâle gelmiştir. Oysa müslümanın bağını bilmediği üzümü yemek şöyle dursun, haram lokma korkusuyla şu zamanda bir şeyi ağzına atmadan iki, hatta üç kere düşünmesi gerekir. Bu hususta, Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şu hâli bize ne güzel bir örnektir:
Rivâyete göre bir şahıs, süt kabıyla Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna geldi ve şöyle arz etti:
“–Bu sütle orucunuzu açınız.”
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise şöyle buyurdu:
“–Bu süt, kimin tarafından verilmiştir?”
Bunun üzerine o kimse:
“–Bir kadın, bunu size hediye olarak göndermiştir.” cevabını verdi.
Peygamber Efendimiz, bu cevap üzerine:
“–Süt kabıyla geri dön ve ondan bu sütü nereden elde ettiğini sor.” buyurdu.
O şahıs, o kadının evine gitti ve Peygamber’in sorduğu soruyu ona sordu. Kadın:
“–Kendi koyunumdan...” cevabını verince; o şahıs, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna geri döndü ve olanları anlattı. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu sefer de:
“–Geri dön ve «O koyunu nereden elde ettin?» diye sor.” buyurdu.
O şahıs, geri dönüp kadına Peygamberimiz’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- sorduğu soruyu sordu. Bunun üzerine kadın:
“–Kendi emek ve zahmetim sâyesinde aldım.” diye cevap verdi.
Adam geri dönüp kadının sözlerini Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e arz edince O:
“–Şimdi bu sütle orucumu açabilirim.” buyurdu.
Ertesi gün süt kabının sahibi, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzuruna gelerek:
“–Geçen akşam ne olmuştu da bu süt kabını birkaç kez geri gönderdiniz?” diye sordu. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:
“–Allah Teâlâ, biz peygamberlere yalnızca helâl olanı yememizi emretmiştir.”
Açıkça görüldüğü üzere, insan nereden, kimden ve nasıl geldiğine bakmaksızın her önüne geleni alamaz, kullanamaz ve yiyemez. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Ey peygamberler!.. Helâl olan şeylerden yiyin ve sâlih ameller işleyin Çünkü Ben sizin yaptıklarınızı pekâlâ bilirim” (el-Mü’minûn, 51)
“Ey iman edenler!.. Size verdiğimiz rızıkların helâl ve hoş (tayyib) olanlarından yiyin” (el-Bakara,172)
Âyet-i kerîmeler, insanlara haramdan uzak durup, helâl lokma yemenin güzelliğini bildirmekle kalmıyor:
“Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı, Allâh’a ait olmasın”(Hud, 6)
“Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allâh’ın lütfundan isteyin” (Cum’a, 10)
“Yerde sizin için geçim vasıtaları yarattık” (Hicr, 20) buyrularak da, rızık verenin “er-Rezzak” yani Cenâb-ı Hak olduğu ve insanın “helâl rızık kazanmak” uğrunda gösterdiği gayret nisbetinde Allâh’ın lütfuna nâil olacağı ayrıca bildiriliyor.
İlâhî kelâma kulak tıkayan nice insanlar ise, sanki aç kalacaklarmış gibi, haram yollara meyletmeye devam ediyorlar.
Hadîs-i şerîflerde buyrulur:
“Helâli talep etmek, her müslüman erkek ve kadına farz kılınmıştır.” (Heysemî, Terğib vet-Terhib)
“Helâli talep etmek, bir çeşit cihaddır.” (Keşfü’l-Hafâ, 2/162)
“Kendi alın teri ve zahmetiyle elde ettiği helâl rızkı yiyen kimsenin üzerine, cennetin kapıları açılır ve istediği herhangi bir kapıdan içeri girer.”(Hakîm)
“Allah, kulunu, helâl rızkı talep etme yolunda zorluk çekerken görmeyi sever.” (Mîzânu’l-Hikmet, c. 4, s. 119 )
“Öyle bir zaman gelecektir ki, kişi, malını helâlden mi, haramdan mı elde ettiğini önemsemeyecektir.” (Buhârî)
“Besleneceğin şeyleri helâl ve temiz yap ki, duâların kabul olsun” (Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhib)
Bir gün Sa’d bin Ebî Vakkas Hazretleri:
“–Yâ Rasûlallâh, duâ buyur da, Allah Teâlâ, benim her duâmı kabul etsin!..” istirhamında bulununca, İnsanlığın İftihar Tablosu:
“–Duâlarınızın kabul olmasını istiyorsanız, helâl lokma ile besleniniz! Çok kimse vardır ki, haram yer, haram giyinir; sonra da ellerini kaldırıp duâ eder. Böyle birinin duâsı nasıl kabul olunur ki?” buyurmuştur.
Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu konuyla alâkalı daha pek çok hadîs-i şerîfi olmakla birlikte, her biri helâl lokmanın ehemmiyetinde ayrı bir noktaya değinmektedir. Ancak yerimiz sınırlı olduğundan, biz âyet ve hadîslerin yanında büyüklerin hayatlarından da birkaç örnek vermekle iktifâ edeceğiz:
Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh-, kölesinin getirdiği bir sütten içti ve hemen kölesine dönerek:
“–Bunu nereden aldın?” diye sordu. Köle:
“–Kehânette bulundum, (yani gaybdan bazı haberler verdim de) ücret olarak bu sütü aldım.” dedi.
Bunun üzerine Ebûbekir -radıyallâhu anh-, içtiği sütü midesinden çıkarmak için boğazına parmak soktu ve neredeyse boğulacak şekilde istifrâ ederek, sütün hepsini çıkarmaya çalıştı. Sonra da:
“Allah’ım, mîdemde kalıp damarlarıma karışan kısmından Sana sığınırım.” dedi. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 26 ; İmam-ı Gazâlî, İhya, 2/238-240)
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- da bir gün yanlışlıkla devlet hazînesine ait olan bir zekât devesinin sütünden içmiş; onun milletin malı olduğunu fark eder etmez de hemen parmağını gırtlağına kadar sokarak istifrâ etmiş; o haramın, kanına karışmasına ve bedeninin bir parçası hâline gelmesine mânî olmaya çalışmıştı.
Abdullah bin Ömer -radıyallâhu anhümâ- şöyle der:
“Namaz kılmaktan yay gibi, oruç tutmaktan çivi gibi olsanız bile haram ve şüpheli şeylerden kaçınmazsanız, Allah o ibadetleri kabul etmez.”
Hasan-ı Basrî Hazretleri de:
“Bir adamın servetinin nereden geldiğini öğrenmek istiyorsanız, nereye harcadığına bakınız. Çünkü kötü kazançlar, israfa harcanır.” demiştir. (Celal Yeniçeri, İslam İktisadının Esâsları, 205)
Süfyan-ı Sevrî ise:
“Kişinin dindarlığı, ekmeğinin helâlliği nisbetindedir.” buyurmuşlardır.
* * *
Peki, âyet ve hadîsler, İslâm büyükleri, acaba helâl lokma üzerinde neden bu kadar çok durmuşlardır?
Nasıl ki, insanın ruhu ve bedeni, yani maddî ve mânevî olarak iki hâli varsa, Allah Teâlâ’nın emrettiği ibâdetlerin de zâhiri ve bâtını (dış yüzü ve iç yüzü) olmak üzere iki yönü bulunmaktadır.
İbâdetlerin görünen şekillerine ilâve olarak dış yüzlerine birtakım yorumlar getirmek, yani ibâdetlerin mânevî cihetleri üzerinde durmak (hikmetlerini düşünmek), onlara daha bir canlılık ve derinlik kazandırır. Böylece sembolik ve şekilden ibâret gibi görünen bazı hareketler, insanın gönlünde ve zihninde yeni bir mânâ ve derinlik elde etmiş olur. Meselâ; ibâdetleri yapmamızın asıl gâyesi, Allâh’ın emirleri ve yasakları olması sebebiyledir. Yani namaz, oruç, zekât gibi ibâdetleri, Allah emrettiği için yaparız; hınzır (domuz) eti, içki gibi şeylerden de Allah yasakladığı için kaçınırız.
Ancak biz biliyoruz ki, bu ibadetlerin maddî açıdan olduğu kadar, mânevî açıdan da pek çok faydaları vardır. Yani, abdest sadece belli uzuvları yıkamaktan mı ibarettir? Ya da namaz; sadece kıyâm, rükû, secde gibi hareketlerle hakkıyla îfâ edilmiş olur mu? Oruçta önemli olan, sadece aç mı beklemektir veya tesettürün mânâsı saçı mı gizlemektir? İşte hepimizin bildiği gibi, ibâdetlerin gerek zâhir, gerek bâtın, bilebildiğimiz veya bilemediğimiz nice hikmetleri mevcuttur.
Bu sebeple diyebiliriz ki, nasıl ki ibâdetlerin maddî ve mânevî yönden insan bedenine ve rûhuna tesiri varsa, ağza giren lokmaların da insan vücûdunda maddî ve mânevî tesirleri vardır.
Zira insan, hayatta kalmak için maddî olarak yeme ve içmeye ihtiyaç duyar. Yiyip içtiği şeylerin haram veya helâl oluşu, onu hem maddî, hem de mânevî olarak etkiler. Ancak insan, çoğunlukla bu durumun boğazından geçen lokmalarla alâkalı olduğunu fark edemez.
Eğer insanın giyim tarzı, bulunduğu mekân vs. insanın karakterine farklı şekillerde te’sir edebiliyorsa, yediği yiyeceklerin de muhakkak ki, üzerinde ayrı bir tesiri mevcuttur.
Ayrıca Hak Teâlâ’nın haram kıldığı şeylerin, insan sağlığı açısından da ne kadar zararlı olduğunun ispatlandığı günümüzde, insan düşünmelidir ki; eğer beni Allah yarattı ise, benim için yararlı ve zararlı olan şeyleri, lâyıkıyla ancak O bilir. Tıpkı bir makine îcad eden mûcid gibi…
O zaman, kabul etmeliyiz ki, Allâh’ın helâl kıldığı nîmetlerde insanoğlu için birçok hayır gizliyken, haram kılınmış, yasaklanmış olan şeylerde de bizim bilemediğimiz şerler gizlidir. Yani içine haram karışmış bir gıdanın vücûda girmesi ile mükemmel bir organizma olan insanda maddî ve mânevî birtakım hasarlar meydana gelmekte ve başta kalp olmak üzere bütün vücut, hatta bazen, kişinin çocuk ve torunları genetik rahatsızlıklara mâruz kalmaktadır. İbrahim bin Edhem Hazretleri bu hususta:
“–Midelerine girenlerin helâl mi, haram mı olduğunu araştıranlar, îmân bakımından yükselirler. Kazançlarının helâlliğini düşünmeden dünyalık peşinde koşanlar ise, önce mide fesâdına uğrarlar; sonra da huzurları kaçar, mânen yükselemez, alçalırlar. Ne ibâdetlerinin, ne de yaptıkları iyiliklerin zevkine varabilirler.” buyurmuştur.
Sehl -radıyallâhu anh- da:
“Haram lokma, yiyenin âzâları -bilsin bilmesin, istesin istemesin- isyan eder. Yediği helâl olan kimsenin de âzâları, kendisine itaat eder ve hayırlı işleri yapmaya muvaffak olur.” demiştir.
Müfessir Merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır:
“–İsm-i A’zam duâsı, helâl lokmadır.” buyurarak; ibâdet ve duâların makbûliyetinin, yenilen lokmaların durumuyla alâkalı olduğuna dikkatleri çekmiştir.
Hatta haram lokma yiyen kimsenin duâsının kırk gün boyunca kabul olmayacağı, tevâtüren zamanımıza ulaşan bilgilerdendir. Bilimsel olarak da, vücuda giren lokmaların, ancak kırk gün içinde tamamen atıldığı tesbit edilmiştir.
İnsanların isyanının sebebini, haram lokmada aramak gerekir. Çünkü haram lokmayla beslenen bir vücûdun ibâdete meyilli olması mümkün değildir. Haramla beslenen bir vücut, ibâdetlere değil, şehvete, mala-mülke düşkün olur. Şeytan, böyle insanları gafletle günaha sevk eder ve onları ibâdetlerden uzaklaştırır. Hazret-i Mevlânâ buyuruyor:
“Bilgi de, hikmet de helâl lokmadan doğar; aşk da, merhamet de helâl lokmadan meydana gelir. Bir lokmadan haset, hîle doğarsa, bilgisizlik, gaflet meydana gelirse, sen o lokmanın haram olduğunu bil!.. Hiç buğdayını ektin de arpa çıktığını gördün mü?”
Netice olarak, insanoğlu, ibâdetler içine gizlenmiş olan faydaları ve hikmetleri çoğunlukla düşünmez; görmezlikten gelir veya bunun farkında bile olmaz. İbâdetlerin mânevî faydaları ile daha çok tasavvuf erbâbı ilgilenmişlerdir.
İbrahim bin Edhem Hazretleri:
“Kemâle erenler, ancak mîdelerine gireni kontrol etmekle kemâle erebilmişlerdir.” buyururlar.
İşte mânevî büyüklerimiz, lokmanın kalbe olan tesirlerini bildikleri için kazançlarına ve gıdalarına dikkat etmişler;
“–Yerken ağzınıza girene, konuşurken ağzınızdan çıkana dikkat edin!..” diye bizlere tavsiyelerde bulunmuşlardır.
Cenâb-ı Hak, cümlemize helâl lokma yemeyi lûtfeylesin. Âmin!..
YORUMLAR