Hediye Edilen Müjde

Bugün mâbedin duvarlarının ardındayız… Haydi gelin, şu gözünüze ilişen ağacın altında gölgelenelim biraz… Şimdi hiç konuşmayın!.. Sükûtun koynuna sessizce bırakın kendinizi… Dinleyin ve dinlenin. Tedirgin olmamak işten bile değil biliyorum. Herşey bir an duruluverince korkarız hep, bu hülyayı kim dağıtacak ve yine hangi gerçekle yüzleşeceğim diye... Alnınızdan akan teri silerken daha, dalıp gitti gözleriniz... Her yabancı yere giden gibi, siz de biraz garipsediniz.

Derken… Şu gelen de kim?! Dikkatli bakın. Tanıyacaksınız onu... Gözlerindeki mânâ, rûhunuza ne kadar âşinâ değil mi? Zorlanan adımlarını dinliyor toprak… Daha bir kolaylıkla seriliveriyor önüne... Yüzünde yapayalnız  bir yorgunluk… Sararmış sîmâsında biriken terler şakaklarından inci inci dökülüyor. Rûhullah’ın güzelliği, perişanlığına inat anneciğinin yüzünde öylece parlıyor... Bugün büyük gün… “Mesih güneşi”nin doğuşuna sadece dakikalar var.

“-Hadi artık, uzatma anlat!.. Neler oluyor?!” demeyin…

Bugün, sabrın günü… Meryem’in metânet dolu ömrünün en sancılı demleri... Onu biraz olsun duymak istiyorsak içimizde... Haydi biraz sabır... Bakın, gitgide uzaklaşıyor. Bir hurma ağacına doğru uzanıyor yolu… Yürüyüp öylece gidecek işte… Sâhi, biz buraya neden geldik?!. En son Mâbed’de bırakmamış mıydık Meryem’i?!.. Mesih’in doğacağına dair bir işaret de yoktu oysa...

Şimdi şu gölgelendiğimiz ağaç… Meryem’in ağır yüklere rağmen ışıldayan gözleri… Telaşlanmayın. Yolu şaşırmadık. Önce biraz Meryem’in derdiyle hemhâl olalım, olanları nasıl olsa anlatırız dedik.

Ne dersiniz?! Bilmem, ama galiba onu biraz özledik. Nasıl olur bilmem… Sevgi hasretle demlenince, yolunuzun nihayeti, hep yüreğinizdeki Meryem’edir.

* * *

Yol aydınlandı. Şafak sökmededir. Günün kızıllığına inat, birazdan tatlı bir meltem okşayacak, ufka dalan Meryem’in derin gözlerini… Garip bir ürperiş sarar yüreğini… Dağılır nâzenin yüzüne… Dalgalanır gözlerindeki ışık ışık yakamozlar… Bir an durur sonra… Yüreğinin sâhibine, şükre döner yüreği... Anlık bir ürperişe dahî dayanamaz burulur yüreği... Kulluğun teslimiyet sahiline doğru, şükrân dolu bir gönülle yönelir… Evet, evet… Şimdi daha iyidir. Tebessümüne, melekler bile imrenir.

Rivâyete göre Beyt-i Makdis’in doğu tarafında bir yere ibadet etmeye çekilir Meryem…

“Kitap’ta Meryem’i de an. Hani o âilesinden ayrılarak doğu yönünde bir yere çekilmişti.” (Meryem, 16)

Gönül kıblegâhı yine yönelmiştir Rahmân’a… Duânın ıtır ıtır kokan çiçekler açtırdığı tatlı bir serinlik… Çıt yok… Meryem yüce huzûrda… Âlemlerse, eteklerine serilmiş, Meryem’in huzurunda…

Meryem, onlarla kendi arasına bir perde çekmişti.

“Derken, Biz ona rûhumuzu gönderdik de O, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü.” (Meryem, 17)

Bir an derinleşiverir sessizlik... Kâinâtın sükûtu dahî silinir bu koyu sessizliğin yanında… Ve ardından gelen müthiş bir nur!.. Meryem’i zerrelerine kadar titreten dupduru bir aydınlık… Meryem nefes nefese… Gözlerini açmalı mı, yoksa hiç fark etmemiş gibi öylece kaçıp gitmeli mi? Yüreği heyecandan duracak gibi... Açılır gözleri dehşetle… Korkuyla savrulur. Bu aydınlığın derinliğinde beliren genç bir adam değil midir? Yalnızlığını nereye gizlesin şimdi Meryem… Boğazı kurur, bir tek kelime dahî söyleyemeyecek kadar âciz hisseder kendini… Haykırsa kim duyacak?!.. Yıllar önce kaybettiği anneciği mi? Hayali, bir anda canlanıverir gözünde…

Bir an toplar kendini… Sesinin titreyişinden berrak bir hayâ ırmağı akar âdeta…

“Meryem dedi ki: Senden, çok esirgeyici olan Allâh’a sığınırım! Eğer Allah’tan sakınan bir kimse isen (bana dokunma)!..” (Meryem, 18)       

Gelen Cibrîl -aleyhisselâm-’dır. İşte karşımızda muazzam bir tablo... Dondurun zihninizdeki kareyi ve seyre koyulun… Meryem’e Kur’ânî anlam kazandıracak çok mühim bir hâdisenin arefesi… Siz düşleyin... Vahyin emânetçisi melek, bu sefer Meryem’e ulaşacak büyük bir haberin emanetçisi..

Cibrîl konuşur bu kez… Dondurduğunuz karenin harekete geçmesiyle siz dahî  irkilirsiniz. Gayrı, Meryem neylesin?!

Melek:

“«-Ben, yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuğu bağışlamam için Rabbimin gönderdiği bir elçiyim!..» dedi.” (Meryem, 19)

Bir an, yer sarsılmıştır sanki… Ne yana dönse Cibrîl’in sesi yankılanır… Çepeçevre sarılmıştır her yanı… İçine bir dağ oturmuştur âdeta… Varlığını hissettirecek kadar ağır, bağrına çarpan çığlıklara sükûtu öğretecek kadar vakur…

Sorar, “Meryem: Bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım hâlde benim nasıl çocuğum olabilir?”

Melek:

“-Öyledir!” dedi. (Zira) Rabbin buyurdu ki: «Bu bana kolaydır. Çünkü Biz, onu insanlara bir delil ve kendimizden bir rahmet kılacağız. Bu, hüküm ve karara bağlanmış (ezelde olup bitmiş) bir iş idi.»” (Meryem, 20-21)

Yutkunur, ama yerli-yersiz söylenip isyan etmez. Zira yüce ruhlar, bizim basit ve alışıldık bulduklarımızı bile, kudret aynasının parlak çehresinde hayranlıkla seyrederler. Bu hârikulâde hâdise ise, yine aynı kudretin eliyledir. Ve Rahman kudretini bu kez Onun vesîlesiyle gösterecektir.

“Meryem, Ona (Îsâ’ya) hâmile kaldı. Bunun üzerine onunla (karnındaki çocukla) uzak bir yere çekildi.” (Meryem, 22)

* * *

Ve bugün... Derinliğinde, Meryem sâfiyeti taşıyan gençliğin sürüklendiği acı bir zaman dilimi... Bugün Meryemlerimiz, iffetlerini asrın hayâsızlık tuzaklarına fedâ ediyor. Meryemlerimiz, edeb mektebinin güzîdeliğinden aldıkları tâcı, bir cadılar bayramının köhne sûretlerine terk etmedeler yıllar yılı… Gözyaşlarının derinliğinden devşirdikleri inciler, şimdi gulyabanilerin elinde mahkum… Geriye kalan ise sadece isimden ibaret!..

Bir de her gün keyifle başına geçip pervasızca hiç düşünmeden izlediğimiz ekranlardaki görüntüler... Gazete ve dergilerin vazgeçilmez portreleri… Arabasından gözlüğüne varıncaya kadar, en alâkasız reklamların bile malzemesi hâline getirilen milyonlarca genç kız, milyonlarca kıymet ve israf edilen nice can, namus…

Evet… Oturup dertlenecek olsak, hepimiz bir şeyler söyler, ne lügatler dökeriz. Ancak her şey, dizi saatimiz gelene kadardır. Aslında buna “dizi saati” değil, “söylediğimizi yalanlama saati” desek, daha uygun olur diyorum. Daha az evvel, belki binbir kederle:

“-Âh ne olacak bu gençliğin hali!..” dediğimiz insanların savrulduğu boşluğu düşünmeden hayranlıkla seyretmenin vakti… Belki için için özenmişizdir, gösterilen o rengarenk (!) hayatlara… Işıldayan avizeler altında çılgınca kahkahalara boğulan -sözüm ona- o mutlu gençliğin hâli, ne büyük bir gafletle sarıvermiştir içimizin en zayıf noktasını...

Hiç olmadı, kapatırız televizyonlarımızı… Hiçbir şey düşünmemeyi yeğleyip penceremizin o kalın perdesini de kapatıveririz ardı sıra… Üstü örtülen görülmeyecektir nasılsa… Ve kapatırız içimizi, bütün Meryemlere ve Meryemlerin yaşayacağı o hazin sona...

Bir ara gazetenin birinde bir manken, erkek arkadaşlarından yediği dayakları itiraf ediyordu. Kimi, yüzünü anahtarla yırtmış, kimi parmağını arabanın kapısına sıkıştırmış, kimi attığı tokatla kulağının birini ağır işitir bir hâle getirmiş. Ve yakın olarak görüştüğü pek çok arkadaşının aynı dertten muzdarip olduğunu ifade ediyor.

Oysa ne kadar da zariftir bir kadının yüreği... Ne çılgınlık, ne de delice sürüklenip giden bir hayat, yüreğinin o nâzik dokusundan ne kadar da uzaktır. Şimdi tutup birimiz İslâm’ın kadına verdiği değerden bahsedecek olsak, ne bağnazlık kalır geriye, ne de tutuculuk… Halbuki İslâm’ın gelişiyle kadınlara yapılan câhiliye dönemi eziyetinin nasıl sona erdiği de hepimizin bildiği bir hakîkattir.         

İslâm’ın en ziyâde kadına tavsiye ettiği “edeb libâsı” da, fıtratındaki bu hassasiyet sebebiyledir. Bu hâliyle kadın, âdeta bir şifredir. Deşifre olduğu zaman ise, kolayca istismara uğrar. Halbuki iffet, kadını topluma karşı kapatmak değildir. Teşhir etmeyi medenîlik olarak kabul edenlerin tam aksine iffet, kadının sadece cismânî güzellikten ibaret olmadığını göstermek ve onun derinliğindeki zarâfetin her şeyden daha önemli olduğuna dikkat çekmek içindir. Zira temiz toplumlar, annelerin yüz ve endâmından değil, tertemiz yüreklerinden, ahlâk-ı hamîdelerinden beslenir.

Bilindiği üzere, İslâm dininde iffeti muhafaza; nefsin ve neslin muhafazası içindir. İffetin kaybolduğu yerde, ne nefsi, ne de nesli korumak kolay bir hâdise değildir. İffetin hakkıyla muhafaza edilemeyişi sebebiyledir ki, bugün bilhassa neslin muhafazası hususunda da birtakım problemler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Son zamanlarda “sperm bankaları” aracılığıyla evlat edinen âilelerin sayısı günden güne artıyor. Bilhassa Belçika’da yaygın bir biçimde devam eden bu durum, şu an Yunanistan, Hollanda ve Danimarka gibi Avrupa ülkelerinde de yaygın!..

Yetkililerin açıklamasına göre, KKTC’de kurulan bir merkeze, yılda bin âile geliyor ve bunun %70’ini Türkiye’den gelenler teşkil ediyormuş!.. ABD’de de durum aynı. Çocuk, 18 yaşına gelince, babasının kim olduğunu merkeze giderek öğrenebiliyormuş. Böylece çocuğa, baba üzerinde birtakım haklar verilmiş olmasına rağmen, bu durumun çocuğu nasıl bir bunalıma sokacağı ise hepimizce mâlum!..

Bu hâlin farklı bir tezahürü olan “taşıyıcı annelik” konusu ise, medyanın en büyük malzemesi... Dizilere dahî konu olan ve hatta âdeta fedakar bir kahraman gibi yansıtılan portrelerin, insanların bilinçaltına “âile” konusunda ne kadar yanlış telkinler verdiği ortada…

Nesi yanlış, demeyelim?!. Bir şeye kulak dolgunluğuyla da olsa alışmak, onu kabullenmenin yarısıdır. Ve unutmayalım ki, ruh sağlığı yerinde olan nesillerin yetişmesi, ancak huzurlu bir âile ortamına bağlıdır. Evlat edinmiş olmak için evlat edinmek, yani nesep sâfiyetini ihlâl etmek; hem topluma, hem de o mâsum yavruya karşı bencillikten başka bir şey değildir.

* * *

Kadının en büyük değeridir iffet… İslâm’ın kadına verdiği kıymetin en mühim nişânesi... Korunmuşluk, Hakk’a adanmışlığın başka bir ifadesi... Bedeni değil; sevgi, şefkat ve merhametle yoğrulmuş yüreği, nâzenin bir edâ ile mahlukâta deşifre etmenin yegâne adıdır iffet!.. Medenîliği; hayvânî hayatla paralel devam eden süflî nefeslerde değil, Hakk’ın ihsan ettiği kabiliyetlerin derinliğinden çıkarılan eserlerde bulmaktır. Ve iffet, toplumu yüceltecek Fâtihleri inşâ eden annelerin gönül kıvamıdır

* * *

İffetini koruyan Meryem’e, Îsâ -aleyhisselâm-’ı  hediye edecektir Rahman!.. Neden bu ağır yükün altına girecektir acaba? Böylesi bir korunmuşluğa ve bunca îtinasına rağmen, Rabbi, onu niçin iftiraya sebep olacak bir konuda sınamıştır?

Yol, bu kez hayli uzadı? Daha fazla yormadan müsâade isteyelim. Yine, tekrar bu ağacın altında buluşup söyleşmek, Meryem’e farklı gözlerle nazar etmek, onu anlamak dileğiyle… Haydi bize müsâade..

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle