İslâm’ın Güzîde Hanımları -1
HAZRET-İ ÜMÂME BİNTİ EBİ’L-ÂS
-radıyallâhu anhümâ-
Ümâme, Mekke’de dünyaya geldi. Annesi, nübüvvet bahçesinin ilk gülü Hazret-i Zeyneb -radıyallâhu anhâ-, babası Hazret-i Hatice’nin kız kardeşi Hâle’nin oğlu Ebu’l-Âs bin Rebî’dir. Hazret-i Fatıma’nın vefat etmeden evvel eşi Hazret-i Ali’ye kendisiyle evlenmesini vasiyet ettiği Peygamber torunudur.
Ümâme, İslâm’ın ilk yıllarında yaşadığı çocukluk hayatında çok çileler çekmiş, annesi ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kızı Hazret-i Zeyneb ile Mekke’de inançları uğruna nice mücadelelerde bulunmuştur.
Zeyneb, kocası Ebu’l-Âs’ın İslâm’a girmemesi yüzünden Medîne’ye hicret edemediği için Ümâme de Mekke’de kalmıştır. Bedir Savaşı’nda müşriklerin safında yer alan Ebu’l-Âs, müslümanlara esir düşünce Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisinden kızı Zeyneb’i bırakmasını ve Medîne’ye hicret etmesine engel olmamasını istemişti. Bunun üzerine Ümâme, annesiyle birlikte Medîne’ye hicret etmiştir.
Hazret-i Zeyneb ile Ümâme’nin hicreti de çok çileli olmuştu. Ümâme’nin babası Ebu’l-Âs, sözünün eri, mert bir adamdı. Peygamber Efendimiz’e eşi ve kızının hicreti konusunda verdiği sözü yerine getirmeye kararlıydı. Bu sebeple Mekke’ye döndüğünde çok sevdiği hanımı Zeyneb ile kızı Ümâme’yi, onları götürmeye gelen kafileye Mekke dışında teslim etmek üzere evinden uğurladı. Kendisi ayrılıklarına dayamayacağı için kardeşi Kinâne İbni Rebi‘ ile onları Mekke dışına gönderiyordu.
Ümâme ve annesi, Mekke dışına çıkarken gözü dönmüş müşriklerin saldırılarına maruz kaldılar. Bu mütevâzi kafilenin herkesin göreceği şekilde gündüz yola çıkmasını kabul edemediler. Onları durdurmakla kalmayıp kılıçlarıyla üzerlerine saldırdılar ve devenin üzerindeki hevdeci aşağıya düşürdüler. Hevdeçte bulunan Hazret-i Zeynep ve kızı Ümâme yere yığıldılar. Hazret-i Zeyneb hamile olduğu için yüksekten düşürülünce kan revan içinde kaldı. Ümâme ise henüz küçücük bir çocuktu. Elinden fazla bir şey gelmiyordu. Annesinin Mekke’ye getirilip birkaç gün tedavisinden sonra ancak Medîne’ye gidebilmişlerdi.
Medîne’ye geldiklerinde bir nebze olsun rahatlasalar da Hazret-i Zeyneb’in kalbi, kocasının da hidâyetle şereflenebilmesi iştiyâkıyla çarpıyordu. Gece-gündüz onun hakkındaki duâlarına devam etti. Nihayet Ebu’l-Âs da bir sene sonra müslüman olarak Medîne’ye geldi ve ailesine kavuştu.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ilk kız torunu olan Ümâme’yi çok sever, onu kucağına alıp ashâbının yanına gittiği olurdu. Bir defasında onu omuzuna alarak mescide gitmiş, Ümâme omzunda iken namaza başlamış, rükû ve secdeye varacağı zaman onu yere bırakmak sûretiyle namaz kıldırmış, her rekâtta bu durumu tekrar etmişti.[1]
Bir gün, âlemlere rahmet olarak gönderilen Fahr-i Kâinat Efendimiz’e hediye olarak birkaç parça altın gelmişti. Onların içinde güzel bir gerdanlık da vardı. Onu alıp birbirinden kıymetli zevcelerinin yanına gitti ve:
“-Bunu bana en sevimli olanınıza vereceğim!” buyurdu.
Annelerimiz, kendi aralarında:
“-O gerdanlığı Ebû Bekir’in kızına verir.” dediler.
Fakat Rasûl-i Ekrem Efendimiz, annelerimizin tahmin ettiği gibi Hazret-i Âişe Vâlidemiz’e değil, sevgili torunu Ümâme’ye hediye edeceğini söyledi ve torunu Ümâme’yi çağırarak kolyeyi onun boynuna taktı.[2]
Yine Habeşistan hükümdarı Necâşî’nin kendisine gönderdiği, içinde altın yüzük ve birtakım ziynet eşyalarının bulunduğu hediyeyi kabul eden Peygamber Efendimiz, bu hediyeleri sevgili torunu Ümâme’ye göndermişti.
Peygamber Efendimiz’in torununa, özellikle de kız torununa böylesine sevgi göstermesi, o günün şartlarında pek de normal değildi. Zira İslâmiyet gelmeden evvel kız çocukları “utanç kaynağı” görülerek diri diri toprağa gömülüyordu. Bu sebepledir ki, Peygamberimiz’in torunu ile bu şekilde ilgilenmesi, çevresindekilere ve kıyamete kadar gelecek olan bütün insanlığa çok önemli mesajlar vermektedir.
Hazret-i Ümâme, daha sonraki yıllarda iki evlilik yapmıştır. Bunlardan ilki, Hazret-i Ali -kerremallâhu vecheh- iledir.
Peygamber Efendimiz’in kızı ve teyzesi Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- vefatından evvel kocası Hazret-i Ali’ye şöyle bir vasiyette bulunmuştu:
“-Ey Ali! Ben vefat ettikten sonra sen evlenmelisin. Zira senin ve yavrularının perişan olmasını istemem. Ne var ki, yabancı bir üvey annenin eline de yavrularımı bırakmak istemiyorum. Bunun için ablam Zeyneb’in kızı Ümâme’yi kendine nikâhlamanı istiyorum!..”
Bu vasiyet neticesinde Hazret-i Ümâme’nin ilk evliliği, Hazret-i Ali Efendimiz ile olmuştur. Bu evlilikte Ümâme’nin velîsi Zübeyr bin Avvâm idi. Zira babası Ebu’l-Âs, vefat etmeden önce âilesini Zübeyr’e emanet etmişti. Ümâme ile Hazret-i Ali’nin evlilikleri, otuz yıl sürmüş ve rivayete göre, bu evlilikten Muhammed Evsat adında bir oğlu olmuştur.
Hazret-i Ali Efendimiz vefat etmeden önce, Ümâme’ye, Muâviye bin Ebû Süfyân’ın kendisine tâlip olabileceğini söyledi. Evlenmek istediği takdirde onunla değil, Rasûl-i Ekrem’in amcası Hâris’in torunu Mugîre bin Nevfel ile evlenmesini tavsiye etti.
Bir rivayete göre de Hazret-i Ali, vefatından önce Mugîre bin Nevfel’i çağırarak Muâviye’nin kendisinden sonra Ümâme ile evlenmesinden endişe duyduğunu belirtmiş ve ona Ümâme’yle evlenmesini vasiyet etmiştir.
Nitekim Hazret-i Ali’nin vefatının ardından Muâviye, Medîne Vâlisi Mervân bin Hakem aracılığıyla Ümâme’ye evlenme teklif etti ve mehir olarak 100.000 dinar vereceğini vaad etti. Ümâme, Mugîre bin Nevfel’e durumu bildirdikten sonra, kabul ettiği takdirde kendisiyle evlenmek istediğini belirtti. Bunun üzerine Mugîre, Ümâme’yi, Hazret-i Hasan’dan isteyerek onunla evlendi.[3]
Ümâme’nin Mugîre ile evliliğinden Yahyâ adında bir oğlu olmuş ve Mugîre, bu oğluna nisbetle “Ebû Yahyâ” künyesiyle anılmıştır.
Asr-ı saâdette çileli bir hayat süren, Peygamber Efendimiz’in göz bebeği torunlarından ve İslâm’ın güzîde hanımlarından Hazret-i Ümâme Vâlidemiz’in şefaatlerini niyaz ederiz. Cenâb-ı Hak, kendisiyle Cennet’te buluştursun. Âmîn.
Müracaat Edilen Kaynaklar: 1) Diyanet İslam Ansiklopedisi 2) Mustafa Eriş, Peygamberimizin Kızları ve Kız Torunları 3-) Nurgül Dere, Hz. Ümâme binti Ebi’l-Âs (r.anhâ), Yenidünya Dergisi Hanımefendi Eki.
Merve GÜLEÇ
[1] Bkz. Buhârî, Salât, 106; Müslim, Mesâcid, 41.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 101; 260.
[3] İbn-i Sa’d, X, 222.
YORUMLAR