DAHA SONRAKİ YILLAR
Peygamber Efendimiz hicretin 10. yılındaki ilk ve son hac vazifesinden (Veda Haccı) sonra Medine’ye dönmüştü. Kısa bir müddet sonra, yani hicretin 11. yılı Safer ayının son haftasında (Mayıs 632) rahatsızlanınca, diğer hanımlarının iznini alarak Hazret-i Âişe’nin odasına geçti. Bütün hanımları, gönül hoşluğu ile Rasûlullah’ın, hastalık günlerini istediği yerde geçirmesine rıza gösterdiler. Hepsi de günlerini Âişe’ye bağışladıklarını söylediler.
Bunun üzerine Hazret-i Âişe’nin odasına yerleşen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; onun odasında ve mübarek başı onun kucağında olduğu hâlde vefat etti. Sonra da onun odasına defnedildi.
Çok genç yaşlarında, Peygamber Efendimiz’in diğer hanımları ile birlikte dul kalan Hazret-i Âişe, Kur’ân hükmüne uyarak bir daha evlenmemiştir. Çünkü âyet-i kerîmelerde Peygamber hanımları, “mü’minlerin anneleri” (Bkz. El-Ahzâb, 6) olmakla şereflendirilmiş ve Peygamber Efendimiz’den sonra bir başkasıyla evlenmeleri yasaklanmıştı.
Hazret-i Âişe, Rasûlullah döneminde olduğu gibi ondan sonraki dönemlerde de son derece sâde bir hayat yaşadı. Hazret-i Peygamber, diğer hanımlarına olduğu gibi ona da Hayber gelirinden seksen vesk hurma ile yirmi vesk arpa (veya buğday) tahsis etmişti.
O, gerek Hazret-i Peygamber zamanında gerekse ondan sonra, zamanının büyük bir kısmını oruçlu geçiriyordu. O, babası Ebûbekir ile Ömer’in halifeliği dönemlerinde herhangi bir olaya karışmadı. Onlarla olan münasebetleri karşılıklı saygı ve anlayış içerisinde geçti.
Hazret-i Âişe, gelir itibarı ile Peygamberin diğer hanımlarından biraz daha üstün olmakla birlikte o, eline geçen para ve değerli eşyayı, sadaka olarak vermeyi çok severdi. Hatta oruçlu olduğu zamanlarda bile iftara kendisine bir şey bırakmayacak kadar cömertti. Halife Hazret-i Ömer, kadınlarla ilgili fıkhî meselelerde onun görüşlerine müracaat ederdi. Bir suikast sonucu ağır yaralanınca, Hazret-i Peygamber’in ayak ucuna defnedilmesi için, kızı Hafsa vasıtasıyla Hazret-i Âişe’den izin istedi. Hazret-i Âişe, kendisi için düşündüğü bu yere:
“– Ömer’i kendime tercih ederim.” diyerek onun defnedilmesine izin verdi
İnsanların en hayırlısı ile evlenen Hazret-i Âişe, zaman zaman Rasûlullah ile babası Ebû Bekir’in kabirlerini ziyaret ediyordu. Bu ziyaretler esnasında o, bambaşka âlemlere dalıp giderdi. Öyle ki, bu ziyaretler esnâsında tesettüre fazla riâyet etmezdi. Çünkü orada bulunanlardan biri hayat arkadaşı, diğeri de babası idi. Fakat Hazret-i Ömer’in de oraya defn edilmesi, onun bu özelliğini değiştirdi. Çünkü o:
“– Ben oraya örtüsüz girmekten hayâ ederim. Zira orada Ömer vardır.” diyordu.
Ahlâkı Kur’ân’dan ibaret olan bir kimse ile evlenen bu mübarek kadın, hayatının sonlarına doğru hastalandı. Hastalığı bir hayli şiddetliydi. Kendisini teselli edip Rasûlullah’a kavuşacağını söyleyenlere tebessümle bakıyordu. Vefat ettiği zaman altmış altı yaşında idi. Ramazan ayının 17 veya 19. Salı gününün gecesinde dünyaya gözlerini kapatan mübârek annemizin vefat yılı hakkında farklı görüşler bulunmaktadır. Bazıları hicretin 57, bazıları da 58. senesinde demektedir.
Gece Bakî mezarlığına defnedilen Hazret-i Âişe’nin cenaze namazını, vasiyetine uyularak Ebû Hureyre -radıyallâhu anh- kıldırmıştı. Yine kendi vasiyetine uyularak cenazesi, ucuna yağlı bezler bağlanmış ağaç dallarının ışığında gece yarısı Bakî mezarlığına taşındı. Medine’de eşine rastlanmayan bir kalabalığın takip ettiği cenaze, nihayet kabre konuldu. Kabri mü’minlerin diğer annelerinin kabirlerinin yanıbaşında idi.
HAZRET-İ ÂİŞE’NİN FAZÎLETLERİ
Hazret-i Âişe; zekâ, kuvvetli hâfıza, anlayış, güzel konuşma, Kur’ân-ı Kerim ve Hazret-i Peygamber’i en iyi şekilde anlamaya çalışması gibi özellikleri ile Allah elçisinin yanında müstesna bir mevki kazandı.
Hazret-i Peygamber, onun kabiliyetlerinin gelişmesine yardım edince baba evindeki eğitimi, vahyin aydınlattığı Peygamber evinde daha çok gelişip olgunlaştı. Aklına takılan hususları Peygamber Efendimiz’e sormaktan ve O’nunla müzâkere etmekten çekinmezdi. Bu sebeple onun ilimdeki mevkiini târif ederken Zührî:
“– Bütün kadınlar ile Peygamber hanımlarının tamamının ilmi bir araya gelse, Âişe’nin ilmi hepsinden daha üstün gelir.” demiştir.
Hazret-i Âişe, çok sâde bir hayat yaşamış, geceleri çokça nafile kılarak ibâdetle, gündüzlerini mümkün mertebe oruçlu olarak geçirmiştir. Kimsenin aleyhinde konuşmayı sevmeyen, kanaatkar ve mütevâzî olan Hazret-i Âişe, aynı zamanda çok cömertti. Öksüz ve fakir çocukları himayesine alır, onların terbiye ve yetiştirilmesine itina gösterirdi. Bir çok köle ve cariye azad ettiği, hatta bunların sayısının 62 olduğu bildirilmektedir.
Peygamber Efendimiz’in cennetteki hanımlarından biri olma müjdesine nâil olmuş, böylelikle cennetle müjdelenmiş güzide bir annemizdir. (İbn Sa’d, VII, 65.)
O, “Allah tarafından temize çıkarılmış, Allah sevgilisinin sevgilisi ve Sıddîk’ın kızı Sıddîka idi.”
Hazret-i Âişe’nin Medine’deki evi, bir ilim merkezi hâlinde idi. Birçok kimse, bilmediklerini ona sormak sûretiyle öğrenirdi. Urve b. Zübeyr, «Helâl-haram, şiir, tıb, tarih ve neseb ilmine Âişe kadar vâkıf olan bir başkasını daha görmediğini» belirtir. Ata b. Ebî Rebah da:
“– Âişe, insanların içinde fıkhı en iyi bilen ve anlayan bir kimse idi.” der.
Bununla beraber bütün bu ilim dalları arasında, bilhassa hadis sahasında kendisini göstermiştir. O, en çok hadis rivayet edenlerden biri idi. Bu bakımdan o “müksirûn” denilen zümre içinde zikredilir. Onun rivâyet ettiği hadislerin sayısı 2210 kadardır. Bunlardan 194’ü hem Buharî, hem de Müslim’de müşterek olarak bulunan “müttefekun aleyh” hadislerdendir. Ayrıca 54 hadis sadece Buhârî’nin, 68 hadis de sadece Müslim’in «Sahih»lerinde bulunmaktadır.
BU NEZİH ANNEMİZİN HAYATINDAN ÇIKARILACAK İBRETLER
1- Hazret-i Âişe vâlidemizin evi, son derece sâde ve mütevâzî bir hayat için hazırlanmış küçük bir odadan ibaretti. Bu küçük odanın duvarları kerpiç, tavanı ise hurma yaprakları ile kaplıydı. Yüksekliği pek fazla değildi. Ev eşyası da üstünde yatılacak bir örtü ve yemek yenilecek bir kaptan ibaretti. Ama içindeki şahsiyet, mü’minlerin annesi, Nûr âyetleriyle taçlanmış Hümeyra’ydı ve hayatıyla bize örnekti. Evimiz ve yaşantımız, Âişe annemizin evi gibi mütevazî ve israftan uzak olmalı; ama gönül âlemimizi de o mübarek şahsiyet gibi zenginleştirmeye çalışmalıyız. Neyle mi? Tabiî ki Allah ve Rasûlü’ne muhabbet ve sünnete ittibâ ile!..
2- Hazret-i Âişe vâlidemiz, bir imtihan icabı olarak Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine evlât vermediği hanımlara da nümûne-i imtisâldir. O, bu imtihana takılı kalmamış, enerjisini “âh ü vâh”la tüketmemiştir. Aksine zekâ, anlayış ve kabiliyetlerini, kısacası bütün hayatını öncelikle muhterem eşine tahsis etmiş, O’nun vefâtının ardından da, yaklaşık elli yıl boyunca, ilim meclislerinin en büyük muallimelerinden birisi olarak hizmet etmiştir. O, bir taraftan öğrendiği hadîs-i şerifleri nakletmiş, diğer taraftan bilhassa hanımlara âit fıkhî hükümler için en sağlam başvuru mercii olmuştur. Kendisine gidip gelen ilim tâliblerini, bir anne şefkatiyle bağrına basarak ilim ve hikmetle doyurmuştur.
3- Peygamber Efendimiz’in, kendisinden çok daha genç yaşta olan Hazret-i Âişe ile evlenmesi de ümmet-i Muhammed için büyük bir lütuf olmuştur. Çünkü Hazret-i Âişe, Peygamber Efendimiz’in hayatını en ince ve en mahrem teferruatına kadar gözlemlemiş, anlamadığı meseleleri hiç çekinmeden sorup öğrenmiş ve evlatları (Bkz. el-Ahzâb, 6) mesâbesinde olan ashâb-ı kirâm ve tâbiîne bütün samimiyeti ve teferruatıyla nakletmiştir. Bir çok sahabî ve bu arada Hazret-i Ömer bile, bilhassa hanımlarla ilgili meselelerde Hazret-i Âişe’ye müracaat etmek ihtiyacı hissetmiştir.
4- Hazret-i Ömer, vefât etmeden önce Hazret-i Âişe’den Peygamber Efendimiz’in ayak ucuna defnedilmek üzere izin istemişti. Hazret-i Âişe, kendisi için düşündüğü bu yerden:
“–Ömer’i kendime tercih ederim!..” sözüyle ferâgat etmiştir.
Böylece O, bu dünya hayatında en sevdiği insan olan Peygamber Efendimiz’e yakınlığı, O’nun sünnetine ittibâ etmek için terk etmiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz:
“–Kişi kendisi için istediğini mü’min kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş olmaz!..” buyurmuştu. Tek başına bu hâdise bile Hazret-i Âişe’nin Peygamber Efendimiz’in ahlâkıyla ne kadar ahlâklandığını göstermektedir.
5- Hazret-i Âişe, Peygamber Efendimiz’in diğer hanımlarına nazaran daha kıskanç bir hanımdı. Kıskançlık; hayra da, şerre de kullanılabilecek bir sermâyedir. O, gâyesiz, basîretsiz ve aşırı bir şekilde yapıldığında, kötü bir haslete dönüşür. Ama Peygamber Efendimiz’in hanımları arasında Hazret-i Âişe’yi haklı kılan bazı özellikleri vardı: O, yaşça en küçük ve tek bâkire hanımıydı. Peygamber Efendimiz’den bir çocuğu da olmamıştı. Dolayısıyla Peygamber Efendimiz’e olan sevgisi hiçbir şekilde bölünmemişti. Tâbiri câizse, Hazret-i Peygamber, Âişe vâlidemizin gönlüne giren ilk ve son erkekti. Ayrıca Peygamber Efendimiz’in üstün ahlâk ve meziyetlere sâhip olması da, Hazret-i Âişe’nin gönlünde ayrı bir yer tutmasının en büyük sebeplerindendir. O, bir peygamberle değil de, sıradan bir insanla evli olmuş olsaydı, her hâlde bu kadar kıskanmazdı. Nitekim zaman zaman Peygamber Efendimiz ile Hazret-i Âişe arasında şu minvâlde konuşmalar geçerdi:
“–Beni kıskandın mı?”
“–Benim gibi bir zevce, senin gibi bir zevci kıskanmaz mı?”
Hazret-i Âişe doğru söylüyordu. Hazret-i Âişe gibi bir zevce, Allâh’ın Rasûlü gibi bir zevci kıskanmayıp ne yapacaktı?!..
Peygamber Efendimiz’in diğer hanımları ise daha önce başkalarıyla evlenmişler ve hatta bazılarının bu eşlerinden çocukları bile olmuştu.
Hazret-i Âişe’yi, Peygamber Efendimiz’in diğer zevcelerinden farklı kılan bu özellik, O’nun şahsiyet ve hayatına ayrı bir renk ve güzellik katmaktadır.
Cenâb-ı Hak, Peygamber Efendimiz’e muhabbet ve O’nun sünnetine ittibâ husûsunda bu nezih annemizin gönül âleminden hisseler devşirip birer “Hümeyrâ” olmamızı, cümlemize nasib etsin. Âmin.
YORUMLAR