“Kim Allâh’tan korkarsa, Allâh ona bir çıkış yolu ihsân eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allâh’a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allâh emrini yerine getirendir. Allâh her şey için ölçü koymuştur.” (Talak, 2-3)
Fatma hanım, sırtına ekin destesini aldı ve düşünceyle ilerlemeye başladı. Birden kayınvâlidesinin sesiyle kendine geldi:
“–Kız Fatma çabuk buraya gel. Sarı inek doğuruyor, yardım et!..”
Can havliyle sırtındaki destesini indirdi ve ahıra koştu.
Aman Yâ Rabbi… Hayvan da olsa, ne kadar acı çekiyordu. Fatma hanım, kayınvâlidesiyle birlikte hayvanın doğum yapmasına yardım ediyordu. Kayınvâlidesi:
“–Bir hayli zor olacak galiba!..” dedi.
“–Evet zora benziyor. Dana toplu herhâlde.” diye mırıldandı Fatma hanım da…
Fatma, hayvan acı çekmesin diye şifâ âyetlerini, ardından bildiği bütün sûreleri okumaya başladı. Kayınvâlidesi:
“–Deli kız, ineğe de okunur mu?” dedi. Fatma ise:
“–Ana bak, çok acı çekiyor, yüreğim dayanmıyor.” diye cevap verdi, gözyaşlarıyla... Bir saat zorlu bir çabanın ardından, sarı kızın bir tosunu oldu. Sarı kız hemen şefkatle onu yalayıp kokladı.
Fatma’nın bütün merhameti, sanki gözlerinden yaşlarla ılık ılık akıyordu. Kayınvâlidesi:
“–Bak, ineğin bile yavrusu oldu. Dört senedir bu kapıdasın, bir torun veremedin kucağımıza!” dedi. Fatma ise:
“–Allâh hayırlı evlat versin, ana.” dedi. Kayınvâlidesi ise:
“–Hayırlı, hayırsız!.. Bir evlâdın olsun. Bizi ele güne dil ettin ya!..” dedi öfkeyle…
Fatma, ikindi namazından sonra duâ için secdeye vardı ve:
“Rabbim dört yıldır senden hayırlı evlâd istiyorum. Olmuyor Rabbim! Hep hayırlı istiyorum, ben âciz hâlimle nasıl hayırsız bir evlâtla baş edebilirim. Ben kendimi ıslâh edemezken onu nasıl ıslâh edeyim.” diye gözyaşlarıyla yıkanan, salavâtlarla taçlanan duâsını bitirdi.
* * *
Dört kez hâmile kalmış, ama hepsini kaybetmişti. Ve ısrarla “hayırlı evlat ver” diye duâ etti, etti. Birkaç ay sonra rüyasında bir ses:
“–Kızım, hayırlı bir kız evlâdın olacak, adını Hediye koy.” dedi. O, yine hep “hayırlısını” istedi. Nihâyet Allâh’ın lutf u keremiyle yavrucuğuna kavuştu. İsmini, Ayşe Hediye koydu.
Yalnız Ayşe durmadan hasta oluyor, her gece doktora götürüyorlardı. Fatma hanım, geceleri nefes alıyor mu diye sürekli onu dinliyordu. Uyku nedir bilmez oldu. Bir gece yine doktora götürdüler. Doktor:
“–Kızım, sen bu çocuğa köyün zor imkânlarında bakamazsın, bünyesi çok zayıf ve hassas, ölür! Benim de yıllardır çocuğum olmuyor onu bana ver!” dedi.
Fatma’yı bu teklif iyice bunalttı ve:
“–Aslâ!” dedi. Ve çocuğuyla birlikte eve döndüler. O gece, iki rekat hâcet namazı kıldıktan sonra Rabbine yalvardı, duâ etti:
“–Rabbim, bu evlât hayırlı olacaksa onu bana nasip edip sevindir. Bende büyüsün, bir yetimle evlendirip onu sevindireyim.” diye duâ etti. Seccâdesini toplarken:
“–Veren de O, alan da O, bize sadece duâ düşer.” dedi.
Ayşe, günden güne iyi oluyordu ve gün geçtikçe büyüdü, şirin bir kız oldu. Allah, Fatma hanıma ardı ardına dört evlat daha ihsân etti. O, hep:
“–Hayırlı olursa nasip et, hayırsızsa ben nasıl onu ıslâh ederim, ben kendimi bile ıslâh edememişken!..” diye duâ etmeye devam etti.
Ayşe, ilkokulu bitirince Kur’ân Kursuna verdiler. Orada çok başarılıydı. Edebiyle, ahlâkıyla, çalışkanlığıyla kendini sevdirmişti hocalarına. Hocaları hâfızlığa başlatmak için ısrar ediyorlardı. Çünkü hıfzı çok kuvvetliydi. Ayşe ise “ya onun hakkını veremezsem, Rabbimin huzûruna nasıl çıkarım” diye iç hesapları yapıyordu. Ve nasiptir, bu düşünce sebebiyle hıfzına başlamadı.
16 yaşındaydı, güzelliği ve edebi onu akranlarından ayırıyordu. Yaşı küçüktü, ama çok tâlibi vardı. Bir gün bir genç talip oldu, âilesi oldukça varlıklıydı. Diğer taraftan da fakir, anasız babasız bir genç tâlipti:
“–Öğretmenlik imtihanlarına girdim. Kazanırsam elimde tek hünerim o… Başkaca verecek hiçbir şeyim yok.” dedi.
İki taraf için de zaman istediler. Fatma hanım, kızına:
“–Ben çok yokluk gördüm, sen görme kızım. Fakir olan çocuk, kendine başkasını bulsun. Seni böyle göz göre göre yokluğa atamam.” dedi.
Karar verildi. Ertesi gün, zengin gencin âilesine haber verilecekti. Fatma hanım, o gece rüyâsında Kâbe’nin duvarlarını sıvıyordu. Fakir genç de sırtında harç taşıyıp, ona yardım ediyordu. Böylece Kâbe’yi sıvayıp bitirdiler. Uzaktan bir ses duydu:
“–Bir yetimi sevindirmek Kâbe’yi inşâ etmek gibidir. Kızım verdiğin sözü unutma, yetimi sevindir. Allâh onu mübârek kılsın.”
Bu sesi tanımıştı. 16 yıl önce yine rüyâda kendine çocuğunun olacağını müjdeleyen sesti. Uyandı ve rüyâsını kızına anlattı. Ayşe ise:
“–Anneciğim sen her zaman en hayırlısını istersin, Rabbimden. Bu apaçık bir rüya!.. Rabbim gönül evlerimizi lutfuyla zengin kılsın.” dedi.
Kur’ân sadâları içinde düğün yapıldı. Her şeyin en sâdesi seçilmişti evi için... Bir takısı yoktu Ayşe’nin, ama gönlü îmân dolu bir hazineye sahip olduğu için Allâh’a duâ ediyordu.
Unutmayalım biz insanoğlu çok âciziz. Neyin hayır, neyin şer olduğunu bilemiyoruz. Âyet-i kerimede buyurulduğu üzere, bazen: “Hayır ister gibi ısrarla şerri istiyoruz.” Onun için Rabbimizden, her zaman her şeyin en hayırlısını isteyelim.
“Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de Sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibâdet usûllerimizi göster, tevbemizi kabul et. Zîrâ, tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhametli olan ancak Sen’sin.” (Bakara, 128)
YORUMLAR