Duâsız faaliyet ve davranışlar eksiktir. Çünkü duâ, Allah ile kurulan irtibattır. Allâh’ın varlığını, birliğini, yaratıcılığını ve kudretini bilen, kendi âcizliğini kabûl eden bir insan duâ edebilir ancak… Bu bakımdan duâ, hem ibadettir, hem Allah ile kurulan bağdır. İnsanın kulluğu, Allâh’ın rahmetidir.
Biz gönlümüzden geçen istekleri, hem dünyaya ait muratlarımızı hem âhirete dönük isteklerimizi Rabbimiz’e sunarız. O’nunla konuşur, O’ndan niyaz ederiz. Aslında samimiyetle ve inanarak yapıldığında duâ bir terapi gibidir. İnsanın sonsuz ve sınırsız bir güce, merhametlilerin en merhametlisi Rabbine sığınmasından daha güven verici ne olabilir?!
Çocuklarımızı yetiştirirken en çok dikkat ve gayret etmemiz gereken hususlardan biri, onlar için okuduğumuz sûreler ve duâlar… Ağzı sürekli duâlı, her işini gayretle beraber Allâh’a havâle ederek yapan annelerden, her şeyi yönetmeye çalışan annelere mi dönüşüyoruz acaba? Elbette yavrularımız için her şeyin en iyisini istiyoruz, bunun için araştırıp öğrenmeye çalışıyoruz. Ama bunlara biraz da tevekkül ve teslîmiyet ekleyip, duâlarla Allâh’a nasıl yönelebiliriz, ona bir bakalım mı?
Hadîs-i şerîfte; “Üç duâ vardır ki, hiç şüphesiz kabul edilir: Mazlumun duâsı, misafirin duâsı ve anne-babanın çocuklarına duâsı.” buyruluyor. (Ebû Dâvûd, Vitr, 29/1536; Tirmizî, Birr, 7/1905, Deavât, 47)
Demek ki evlâtlarımızın terbiyesi üzerinde duâlarımızın tesiri çok büyük… Her anne-baba, özellikle de inançlı bir anne-baba, evlâtlarına muhakkak duâ eder. Fakat biraz düşünüp incelediğimizde bu duâların çoğunun maalesef onlar adına dünyevî istekler olduğunu görüyoruz. Oysa biz biliyoruz ki;
“İnsan ölünce, şu üç ameli dışında bütün amellerinin sevâbı kesilir: Sadaka-i câriye, kendisinden istifâde edilen ilim, arkasından duâ eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyye, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)
Dolayısıyla evlâtlarımız, bizim öldükten sonra kapanmayan amel defterimizdir.
Büyük İslâm âlimlerinden İbnü’l-Cevzî şöyle der:
“İnsan, ölümün kendisini amelden keseceğini bilse, hayattayken ecri ölümünden sonra da devam edecek olan amel-i sâlihler işler. Birazcık dünyevî imkânı varsa, onu vakfeder, ağaç diker, su akıtır, kendisinden sonra Allâh’ı zikredecek nesiller yetiştirmek için gayret eder ki, kendisi için de ecir gelsin! Veya insanlara faydalı ilim öğretecek bir kitap te’lif eder. Zira âlimin bu vasıftaki bir kitabı, onun ebediyyen devam edecek olan sâlih evlâdıdır. Âlim kişi, ilmiyle amel eder ve kendisine tâbî olacak kişilere de bu hayırlı amelleriyle örnek olur. İşte böyle bir kişi ölmez!” (İbnü’l-Cevzî, Saydü’l-Hâtır, s. 12)
Gönlümüzden geldiği gibi duâ etmek de elbette pek makbuldür. Ama aslolan Kur’ân ve Sünnet’te var olan duâ örneklerini namaz sonrasında, yemek yaparken, velhâsıl her fırsatta bolca okumalıyız.
Hazret-i Zekeriyya -aleyhisselâm- Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ etti:
“…«Rabbim, bana Senin katından temiz bir nesil bağışla, muhakkak ki Sen duâyı en iyi işitensin.» dedi.” (Âl-i İmrân, 38)
Ebeveynlerin yaptığı duâlar, nesiller üzerinde de tesirini gösteriyor. Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-, oğlu Hazret-i İsmail’le Kâbe-i Muazzama’yı inşâ ederken Allâh’a şöyle yalvarıyor:
“Ey Rabbimiz! Bizi Sana boyun eğenlerden kıl! Neslimizden Sana itaat eden bir ümmet çıkar. Bize ibadet usullerimizi göster ve tevbelerimizi kabul et, zira tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak Sen’sin.” (el-Bakara, 128)
Bu duânın kabul alâmeti olarak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de:
“Ben dedem İbrâhim’in duâsıyım.” buyuruyor. (Hâkim, II, 453; Ahmed, IV, 127-128)
Evlâdımızın şeytanın tuzaklarına kapılıp hem dünyasını hem de âhiretini perişan etmesinden endişe ediyoruz tabiî olarak... İşte bu korkuyu Hazret-i Meryem’in annesi de hissediyor ve dünyaya gözlerini yeni açmış yavrusu için şöyle duâ ediyor:
“Onu doğurunca, «Rabbim!» dedi, «Onu kız doğurdum.» -Oysa Allah, onun ne doğurduğunu daha iyi bilir- «Erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu kovulmuş şeytandan Senin korumana bırakıyorum.»” (Âl-i İmrân, 36)
Çocuklarımız için dilimizden, gönlümüzden düşürmeyeceğimiz diğer duâlara şöyle bir bakalım:
“Ey Rabbim! Bana sâlihlerden (bir oğul) ihsân et!” (es-Sâffât, 100)
“Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz! Duâmı kabul et!” (İbrahim, 40)
“Ve onlar ki: «Ey Rabbimiz, lûtfunla bizlere eşlerimizden, çocuklarımızdan göz aydınlıkları ihsan buyur ve bizi takvâ sahiplerine önder kıl!» derler.” (el-Furkân, 74)
“Hani, İmrân’ın karısı, «Rabbim! Karnımdaki çocuğu sırf Sana hizmet etmek üzere adadım. Benden kabul et. Şüphesiz Sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin.» demişti.” (Âl-i İmrân, 35)
“...Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nîmete şükretmemi ve râzı olacağın faydalı iş yapmamı temin et. Benim için de zürriyetim için de iyiliği devam ettir. Ben Sana döndüm. Ve elbette ki ben müslümanlardanım.” (el-Ahkaf, 15)
Çocuklarımızı nazardan da koruyacak duâlar okumalıyız. Kur’ân-ı Kerîm’de:
“İnkâr edenler, Kur’ân’ı dinlediklerinde, neredeyse Seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi…” (el-Kalem, 51) buyrulmaktadır.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Göz değmesi (nazar) haktır.” (Buhârî, Tıb, 36) buyurmuş; yüzünde sarılık gördüğü biri için:
“Bunun için duâ edin, çünkü kendisinde nazar var.” demiştir. (Buhârî, Tıb, 35)
Başka bir hadîs-i şerîfte de şu duâ öğretilmiştir:
“Her türlü şeytan ve zehirli hayvanlardan ve bütün kem gözlerden Allâh’ın eksiksiz kelimelerine sığınırım.” (Buhârî, Ehâdîsu’l-Enbiyâ, 10; bkz: İbn Mâce, Tıb, 36)
Yine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Kim hoşuna giden bir şey görür de; «Mâşâallah lâ kuvvete illâ billâh (Allah’ın dilediği olur. Ondan başka kuvvet ve kudret sahibi yoktur)» derse, ona hiçbir şey zarar vermez.” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuâbü’l-Îmân, VI, 213)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- kendisi veya âilesinden biri hastalandığı zaman[1] ve göz değmesine[2] karşı Muavvizeteyn’i (Felâk ve Nâs sûrelerini) okumuştur. Yatmadan önce üç kere Muavvizât’ı (İhlâs, Felâk ve Nâs’ı) okumuş, eline üflemiş ve elleriyle bütün vücudunu meshetmiştir.[3]
Peygamberlerin de nesil endişesi yaşadığı bir dünyada, bizler de onları örnek alıp onların ettikleri duâlara ortak olarak, dilimize ve gönlümüze vird edinmeliyiz bu âyet ve sûreleri… Her gün Âyete’l-Kürsî, Felâk, Nâs, İhlâs ve Fâtiha sûrelerini, bazen Yâsîn Sûresi’ni, salavatları, istiğfarları yavrularımızın îmânı, ihlâsı ve hidâyeti niyetiyle de okumalıyız. Neticede Kur’ân şifâdır. Mânâsıyla da her bir harfiyle de şifâdır. Bütün bunları, anlamlarını bilip çeyize koyar gibi zihnimizin bir köşesinde saklamayalım. Amele dökmeyi niyetimize alıp bolca okuyalım. Okuyalım ki, tesirini üzerimize çekebilelim. Evlâtlarımızın nûrunu artıralım ki, zulmet azalsın.
Bütün bunlara bir de sâlih insanların duâsını almak, hayır ve hasenatlar yaparak gönlü kırık ve mazlumların duâlarını almayı da ekleyebiliriz. Zira bunlar hem bizim için, hem evlâtlarımız için maddî-mânevî birer sigortadır.
Allâh’ın âyetleriyle, namazımız ile tesbihimiz ile bazen sadakamız ve hayırlarımız ile ettiğimiz duâların, çocukların terbiyesinde ve karakterinde nasıl bir tesiri olduğunu bilseydik, zannediyorum hiç durmadan, aralıksız duâ ederdik. Nitekim bir kudsî hadîste Allah Teâlâ:
“...Ey kullarım! Benim hidâyete erdirdiklerim dışında hepiniz dalâlettesiniz (ne yapacağını bilmez durumdasınız); o hâlde Ben’den hidâyet isteyin ki sizi hidâyete erdireyim.”[4] buyurduğuna göre, hidâyeti verene sığınıp O’ndan istemek, evlâtlarımız için yapılacaklar listesinin en başındadır.
[1] Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 14; Müslim, Selâm, 50-51.
[2] Nesâi, İstiâze, 37; Tirmizî, Tıb, 17.
[3] Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 14.
[4] Müslim, Birr, 55/2577.
YORUMLAR