Hayır Bunun Neresinde?

“...Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (el-Bakara, 216)

Kocasını altı ay evvel ebediyete yolcu eden Melahat Hanım, İstanbul’da iki oğlu ile beraber hayat mücadelesi veriyordu. Büyük oğlu Çetin, Turizm Bakanlığı Enformasyon Memurluğu sınavını kazanmış, annesini ve kardeşini yalnız bırakmamak için İstanbul’da İl Turizm Müdürlüğü’nde çalışmak istiyordu.

Kocası vefat ettikten sonra memleketi Artvin’deki dairesini satılığa çıkaran Melahat Hanım, en sonunda dairesini almaya tâlip bir müşteri buldu. Üstelik bu daireye tâlip olan kişi, Artvin’deki karşı komşusu Emine Hanım’ın Tokat’ta yaşayan görümcesi Nâzende Hanım’dı. Telefonda yapılan pazarlıklardan sonra mâkul bir fiyatta anlaşıp, satışın yapılacağı gün ve saati kararlaştırdılar.

Melahat Hanım ve oğulları, yaklaşık bir ay sonra ev satışından gelecek para ile İstanbul’dan alabilecekleri küçük bir daire aramaya başladılar. Ellerine geçecek para ile ancak iki oda, bir salon; küçük bir daire alabilirlerdi. Ama en azından kira derdinden kurtulacakları için mutluydular.

Melahat Hanım, her cuma, Eyüp Sultan Câmii’ne gider, önce Eyüp Sultan Hazretleri’nin rûhuna Yâsîn ve Fâtiha sûrelerini okur, sonra da câmiin hanımlar bölümüne girip birkaç saat Rabbine duâ eder, namaz kılardı. Rabbine:

“-Ne zaman çilem dolacak yâ Rab? O zamana kadar sabrımı artır; başka kapı aratma, isyandan koru beni!..” diye nazlı nazlı yalvarırdı.

Bu sefer cuma gününü beklemedi, o kadar sevinçliydi ki, evini satıp İstanbul’da ev alabileceği için… Hemen koştu, Eyüp Sultan Camii’nin avlusuna, elinde büyük bir kutu akide şekeri ile…

“-Hâcetim vardı, kabul oldu, buyurun!” diyerek türbeden çıkanlara ikram etti, akide şekerlerini…

Akşam eve döndüğünde Artvin’den gelen bir telefon, Melahat Hanım’ın bütün sevincini yok etti. Arayan, memleketten komşusu Emine Hanım’dı.

“-Melahatçığım, çok üzgünüm, ama görümcem evi almaktan vazgeçti. Aynı fiyata dört odalı daha büyük bir daire buldu, onu alacak... Biliyorsun, kayınvâlidem onlarla yaşadığı için daha geniş bir ev olsun istediler. Kusura bakmayın, sözümüzden döndük ama...” diyerek kibarca görümcesinin verdiği sözden vazgeçtiğini söyledi, Emine Hanım…

Melahat Hanım, telefon sehpasının yanındaki sandalyeye çöktü, nutku tutuldu, ne diyeceğini bilemedi. Zorla satamazdı ya evini… Emine Hanım’a sadece:

“-Hayırlısı olsun, bunda da vardır bir hayır.” diyebildi.

Ertesi sabah Melahat Hanım ve oğullarının ağzını bıçak açmıyordu kahvaltı masasında. Bir süre sonra sessizliği Melahat Hanım bozdu:

“-Evlâdım, bugün mü belli olacak nereye atanacağın?” diye oğluna sorarak…

“-Evet, anneciğim. İnşâallah akşama kalmadan size güzel haberi veririm.” dedi Çetin.

Çetin, öğleden sonra eve döndüğünde yüzünden düşen bin parçaydı sanki. Annesi telâşla sordu:

“-N’oldu yavrum, hayırdır inşâallah!...”

“-Beni Adana’ya atadılar anne!.. Şakirpaşa Havaalanı’nda çalışacağım, enformasyon memuru olarak…”

İkinci bir tatsız haberle sarsılan Melahat Hanım, dik durmaya, oğluna moral vermeye çalışarak:

“-Bunda da vardır bir hayır oğlum, dert etme!..” dedi.

“-Orası öyle de… Yine de insan, «hayır bunun neresinde?» diye düşünmeden edemiyor anne!..” dedi Çetin, morali bozuk bir şekilde...

Ertesi sabah uçak ile Adana’ya giden Çetin, önce bakanlığın misafirhanesine gidip bavulunu bıraktı. Sonra tekrar havaalanına dönüp Dış Hatlar Terminali’ne gitti. Terminalin girişindeki güvenlik görevlisi, Çetin’in içeri girmesine müsaade etmeyerek:

“-Yaka kartın olmadan alamam sizi içeri.” dedi. Çetin:

“-Ben bugün işe başlıyorum, o yüzden yaka kimlik kartım yok! Nasıl temin edebilirim?” diye sordu.

“-Çalıştığın birim çıkartır senin kartını, âmirine sor.” dedi.

Çetin ve memur arasındaki bu konuşmada her iki tarafın da sabrı tükenmiş ve sesleri yükselmeye başlamıştı ki, tam o esnada oradan geçen iki havaalanı polisi tartışmaya müdahale etti.

Uzun boylu olan polis, Çetin’e:

“-Buyurun beyefendi, biz yardımcı olalım.” deyince, Çetin:

“-Ben bugün işe başladım, ama yaka kartım olmadığı için beyefendi içeri girmeme müsaade etmiyor.” dedi.

“-Ben size yardımcı olurum. Buyurun, benimle gelin. Ben size geçici yaka kartı temin ederim.” dedi polis memuru...

Çetin, ismini bilmediği bu polis memuruyla birlikte Dış Hatlar Terminali’nde bir ofise girdi. İçeride birkaç polis memuru daha vardı. Uzun boylu memur, elini uzattı Çetin’e…

“-Ben Ragıp, bu arada…” dedi.

“-Memnun oldum. Ben de Çetin.” diyerek karşılık verdi Çetin.

“-Nerelisiniz Çetin Bey?” diye sordu Ragıp. Çetin de:

“-İstanbul’da oturuyorum, ama aslen Artvinliyiz.” deyince Ragıp:

“-Aaa! Öyle mi? Benim abim de Artvin’de oturuyor, astsubay orada...” dedi.

Çetin bir an durakladı, sonra:

“-Bizim de bir astsubay komşumuz var, abinizin ismi nedir?”

“-İsmail Aycan.”

“-Aaa bizim komşumuzdu onlar… İsmail Amca ve Emine Teyze.” Sohbet koyulaştıkça koyulaşıyordu. Ragıp hemen:

“-İşte o benim abim.” dedi.

Çetin kendini tanıttı:

“-Ben Melahat Hanım’ın oğluyum, belki yengeniz bahsetmiştir. Biz İstanbul’a taşınınca...” derken Ragıp hemen söze atladı:

“-Tamam, tamam bildim. Bahsetti tabiî, ama anneniz, ablamı çok zor durumda bıraktı.”

“-Neden ki?” diye sordu Çetin.

“-Önce evini satmaya söz verdi Nâzende Ablam’a, sonra da vazgeçti.” Çetin, düzeltme ihtiyacı hissetti:

“-Hayır, öyle olmadı. Bizi Emine Teyze arayıp Nâzende Hanım’ın başka ev alacağını söyledi.” deyince Ragıp da, Çetin de Emine Hanım’ın her iki tarafa farklı konuştuğunu anladılar. Ragıp, hemen ablası Nâzende’yi arayıp:

“-Abla, müjdemi isterim, Melahat Hanım’ın oğlu burada… Annesi evi satmaktan vazgeçmemiş; Emine Yengem, dümen çevirmiş arkamızdan…” dedi.

Çetin de hemen annesini cep telefonundan aradı, olanları anlattı.

Nâzende Hanım ve Melahat Hanım da bir hafta sonra Artvin’de ev satışını gerçekleştirmek üzere gün ve saati kararlaştırdılar.

Görümcesi ve kayınvâlidesi kendisine yakın oturmasın diye kendince böyle bir kurnazlık yapmıştı Emine Hanım… Fakat mazlûmun, yetimin ve dosdoğru olanların vekili Allah’tır.

“Onlar tuzak kurdular; Allah da onların tuzaklarını bozdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Âl-i İmrân, 54) âyeti, dul Melahat Hanım ile evlâtlarının hayatındaki bu en zor dönemde tecellî etmişti.

Melahat Hanım; gönül huzuru ve gözünden damlayan yaşlarla seccadesini serip iki rekât şükür namazı kıldıktan sonra semâya ellerini açarak:

“-Oğlumun tayini Adana’ya çıktı diye içten isyan ettiğim için bağışla beni Allâh’ım. Şüphesiz Sen, her şeyi yerli yerinde yapansın. Şer görünen her işte hayırlar gizleyensin. Sana şükürler olsun, yâ Rabbi!” diye duâ etti.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle